#

Hâl Kapısı

Eleştirmek için yaratılmadık.

Eleştirmeyi öncelik hâline getirdiğimiz için eleştirilmekten çekinir bir ruh hâline evrildik.

Oysaki akıl hayatı görmeyi sağlarken, din görmek için gerekli olan ışığı verecekti. Eksik görüyorsak ya da eksik görmeye meyilli bir hâle geldiysek sönmeyecek nur olan dinin algılanmasında arızalar var demektir.

Göz, görmeyi fizyolojik olarak sağlar. Fakat tasavvur mekanizmamız gördüğümüz şeylerin anlamlandırılması için olmazsa olmazımızdır. Ve maalesef bu alandaki görme bozukluğu gözlükle halledilecek kadar basit olmayacaktır. Bu sebeple bozuk göze tedavi sunmadan önce bozulmasını engelleyeceğini umduğum birkaç mülahazayı ifade etmek isterim. Böylelikle muhtemel problemleri daha net çözmüş olacağımıza inanıyorum.

Bir insan dış dünyaya üç kapı ile açılır. Biyolojik, psikolojik ve sosyal kapı.

Dolayısıyla muhatap olduğumuz her insanında üç kapısı vardır. Bu kapıları doğru yerde aramak için samimiyete ihtiyacımız var. Kanaatimce ancak bir ilkesi/duruşu olan insanların samimiyetinden bahsedebiliriz.

Peki, bir insan nasıl ilke/duruş sahibi olur?

Bir insan ilke sahibi olması için önce kendi üç kapısını görmesi gerekir. Kendine kör olanın dili uzun olur. Bu bir anlamda kendini keşfetmek demektir. Bir insan kendini keşfederse dışarıya daha insaflı olur. Bir problemi dile getireceği zaman dile getirdiği problemin kendi üzerindeki yansımasını gördüğünde kuracağı cümle sayısı azalır.  İnsafa gelir.

Aklımıza şu soru gelebilir: Bahsetmek istenilen problem bizde yoksa bu kibirlenmeye neden olmaz mı?

Başka arızalarınız olmasaydı evet. Kibirlenirdiniz. Fakat kendi kapılarımızı gördüğümüzde insan olarak eksik olduğumuzu fark ederiz. Ve mezkûr problemi dile getirirken kendi arızalarımızı hatırlar o problem bizde yok diye kibirlenmeyiz.

Bu durum bize ne kazandırır?

  • Bu, görüşümüzü hastalanmaktan kurtarır. Bunu başta ifade ettik. Bunun yanı sıra eksiklerini gördüğümüz insanları değerlendirmeden önce dua etmemizi sağlar. Dua kişiyle aramızdaki bağı sağlamlaştırır. Bu bağ eleştirmeden önce muhatabı uyarma samimiyeti ve uyarma esnasındaki nezaketin dilime bulaşmasını sağlar.
  • Bu, izzetimizi arttırır. Bu izzet ilkeli olmaktan doğan bir meziyettir. İlkeli olmak için nerede durduğumuzu bilmemiz gerekir. Nerede durduğunu bilen insan bir duruş sahibi olarak kendi eksiklerinin farkında olur. Bu da etrafa dil uzatmadan önce eksiler ile uğraşmaya neden olur. Kendisiyle uğraşan insanın diğer insanların sırtında yük olmayacağını tahmin edebilirsiniz. Çünkü en ağır yük insanların üzerine saldığımız “dil”imizdir.
  • Müslüman kardeşlerimizi sever Müslüman olmayanlara şedid oluruz. Buradaki şedidlik yıkıp dağıtmak anlamında değil.
  • Bu ifadeyi diğer maddelerle okursak şedid olmaya kendimden başlarım. Yani önce kendime kılıç çekerim, nefsime ve hatalarıma.
  • Nerede isem orada şedid olurum. Eğer okuldaysam derslerimde, laboratuardaysam bilimsel çalışmalarımda. Yani Müslüman olmayan biriyle karşılaştığımda onu köşeye fiziken sıkıştırmaktan çok çalışmalarımla, keşfettiklerimle sıkıştırırım.
  • Yaradılış amacımızı hatırlarız. İmar etmek için yaratıldığımız kâinatta diğer mimar kardeşlerimizle ortak paydada buluşabilmeyi öğreniriz. Bu da yek pare güç olmamızı sağlar. Üzerimize oynanan oyunları tek başımıza yeteri kadar göremezdik ama tek vücut olunca göremediğimizi görürler. Gözlüğe gerek kalmaz yani. Arızamı telafi edecek illaki bir kardeş bulurum. Ya da buldurur Allah.

Hâsılı kelam, kendi iç dünyasına açılan kapıları keşfetmek için yaşayan insanlar ilke sahibi olarak diğer insanların üzerine yargılarını sıçratıp onları boğmazlar. Eleştiriyi karşı tarafın kazanması için yaparlar. Onlar konuşunca karşı taraf artar. Kendi tozuyla alerji olanların başkalarının tozlarını temizlemek için uğraşmayacağı ve zaman kaybetmeyeceği bir hâl elde edilmiş olur.

Kazandığınız zamanla istediğinizi yapabilirsiniz. Fakat bir mimar kumdan kale yapmaz.