#

Sürdürülebilir Bir Gelenek Olarak İslam Bilim Tarihi

Hazreti Ali insan bilgidir der. Yaşadığımız coğrafya, geleceğe dair bir iddia taşıyorsa, tüm insanlık adına her dem taze bilgidir, duyduğumuz heyecan. Günümüz dünyası, kalabalık ve bir o kadar da gelişmiş bir medeniyete sahip. Dünyanın mevcut haline gelmesinde çeşitli milletlerin katkısı olduğunu söyleyebiliriz. Son yüzyılda insanlığın en büyük amacı gelişmek. Gelişmenin hızını, kalitesini belirleyen anahtar kavram da  insanlık.  Tüm canlıların bu dünyadaki yaşam hakkını korumak insan için bir görevdir. Dünya hayatı insana verilen bir emanettir. Tarih bize insanın; insani değerleri kendisine rehber edinerek  mi yoksa bu değerlerden uzak bir yaşam şekli ile mi dünyada hüküm sürdüğünün bilgisini vermektedir. İnsanlık tarihi bazen insanın kendisini, diğer insanları, hayvanları, bitkileri hatta tüm dünyayı yaşatan bir anlayışla hüküm sürdüğünün bazen de sadece kendini yaşatmak için diğer her şeyi yok ettiğinin bilgisini paylaşmaktadır. Geçmişten yani tarihten alacağımız bu ayrıntı bizim bu dünyada hüküm sürerken bu iki seçenekten birine karar vererek kendi gerçeğimize ulaşmamızı sağlayacaktır.

Bugün Dünya nüfusunun sadece 5’te1’i Müslümanlardan oluşuyor ama İslam’ın insanlığa yaptığı katkı bu orandan çok daha büyüktür.  İslamiyet var oluşundan itibaren sadece kendisine değil yeryüzündeki tüm medeniyetlere hayat vermek üzere kendine anlam yüklemektedir. İslam medeniyetinin insanlığa katkısını, bilim dünyasına 800 yıl boyunca liderlik yapmasından anlayabiliriz.   “Beşikten mezara kadar ilim öğrenme” emri günümüz Müslümanları için de halen geçerliliğini koruduğuna göre, o zaman biz Müslümanların yapacağı ilk iş; atalarımızdan devraldığımız bu büyük mirası sahiplenmek olmalıdır.  Ancak bu sahiplenmemiz sadece geçmişe dönük araştırma olarak kalmamalıdır. İnsanı, değerle buluşturan bir din olan İslamiyet’i, gelecek nesillerin de sahiplenmesine katkı sunmalıyız.

Tevhit kavramı, İslam medeniyetinde bilimsel çalışmaların özünü oluşturmaktadır[1]. Müslümanlar, inançlarının temeli olan Allah’ın birliğini (tevhit),  anlamak ve hayatlarının tamamına bu kavramı yansıtmakla, adaletin gündelik hayata yansımasını sağladılar.  Bugünün bilim dünyasında bu anlayışın geçersiz olduğu söylenebilir. Örneğin adaletten sapan atının ürettiği atom bombası yüz binlerce insanın ölümüne neden olmuştur. Hatta bu bilgi geliştirilerek şu an tüm dünyayı tehdit eder hale gelmiştir. Oysaki adaletle anlam kazanan bilgi, tüm canlılara saygıyı ve insanlığa fayda sunacak bir bilgiye dönüşebilirdi. Bu tercih tüm bilim tarihinde köklü bir yön değişikliği anlamına gelmektedir.

Hiç okuma yazma bilmeyen bir toplumdan bilimde 800 yıl boyunca dünya lideri olan bir medeniyete dönüşmek; derinlemesine araştırılması gereken bir konudur.  Yalnızca günlük hayat kaygısıyla yaşayan insanlardan bilinçli bir topluma dönüşmek belki de dünyanın en zor işidir.  Düşünen, üreten, ilerleyen bir yapıya geçmek durağan toplum yapılarında neredeyse imkânsız bir değişim anlamına gelmektedir. İslam medeniyetinde ortaya çıkan bu dönüşüm, disipline olmuş bilim anlayışının neticesidir. Kuran-ı Kerim’in ilk emri olan; “oku”, bilim için yol gösterici bir güç olmuştur. Bilim adamının zihnindeki düşünceyi bilgiye çevirebilmesi için zihnindekileri hızlıca yazıya geçirmesi gerekmektedir. Böylelikle, bilginin ortaya çıkması ve kalıcı hale gelmesi söz konusu olmaktadır. Bugünün araştırmacıları teknolojik aletler (bilgisayar, ses kayıt cihazı, fotokopi makinesi, matbaanın vb.) yardımıyla bilgiyi inşa etme ve bilgiyi yayma imkânına sahip olabildiler.

İslam medeniyetini oluşturan bilim adamlarının hem bilimsel hayatları hem de gündelik hayatları Kur’an-ı Kerim’e bağlı bir anlayışla yaşanmıştır. Uzun süren çalışmalarla elde ettikleri bilgi, dünyanın bugün sahip olduğu pek çok değere de kaynaklık etmiştir.  Birçok ilim dalında önemli çalışmalar yapan Müslüman bilim adamları, medeniyet ve kültür sahasında da önemli başarılar elde etmişlerdir[2]

  Öğrenme kavramı, ilk çağlardan beri insanın uğraştığı en temel konulardan biridir. Hak dinin son dönem karşılığı olan İslamiyet de ilk emri okuyla başlayan anlayışı ile insanlara 1400 yıldır ulaşmayı başarmış bir eğitim kurumudur. İslam’ın bilimler tarihinde geçirdiği gelişimi merhum Fuat Sezgin Bey’in tanımlaması ile şöyle tarihlendirebiliriz:

“- İlk dönem; 9. yüzyıla kadar süren bu aşamada, Müslümanlar özümseme ve alma dönemi olarak geçirmişlerdi.

– 9. yüzyıldan 16. yüzyıla  kadar yaratıcılık evresi içine girdiler.

-16. Yüzyıldan sonra ise  duraklama dönemine girdiler.”

Müslümanlar eski medeniyetlerden bilgiyi aldılar, geliştirdiler, yeni bilimler ortaya koydular ve gelecekte oluşacak bilimlerin temellerini oluşturdular. Medeniyet insanlığın ortak üretimidir. Müslümanlar da bu bütün içinde bir parçadır. 17. yüzyıldan  sonra Batı, İslam medeniyetini seviye olarak geçmiştir. Ama bu geçiş bir süreci kapsamaktadır. 19. ve 20. yüzyılda siyasi yapı İslam coğrafyasında bilgi üretiminde durağan bir süreç oluşturdu. Geçmişten elde edilen birikim bu coğrafyada özgün ilim modelleri üretme potansiyeli taşımaktadır. Darülfünun tecrübesi bu konuda önemli bir örnektir[3].

Önemli olan dünyanın bundan sonraki lider medeniyetinin ne kadar insani olup olmayacağının bize bağlı olmasıdır. Gençliğimizin; kendine güvenen bir nesil olması, ahlaki değerde şu an hiçbir medeniyetin sahip olmadığı özelliklere sahip olması, bize gelecek medeniyetin yine bu topraklarda ortaya çıkacağının haberini vermektedir. Tek sorun gençlerimizin sahip oldukları ahlaki değerler ne zaman disiplinli bir çalışkanlıkla birleşecek? Geleceğin medeniyetini inşa edecek gençleri yetiştirecek öğretmenlerimize selam olsun. 

YEK

İZLE

‘Bir Medeniyete Adanan Ömür: Fuat Sezgin’ Belgesi

KEŞFET

https://www.islamdusunceatlasi.org

[1] Faruki, Raci, İslam Kültür Atlası,  s.89

[2] En Nedvi, Ebu’l Hasan Ali, Dünya kültür ve Medeniyetine İslam’ın Etkileri, s. 80.

[3] Armağan, Mustafa, İslam Bilim Tartışmaları, s. 119