#

Benliğin İstikrarı

İnsan neden savrulur bir uçtan diğer uca ve neden toprak toplar geçtiği her yerden? İçinde hissettiği acizlik çığlıklarının üstünü yaratılmış olduğu toprakla örtüp daha derinlere gömmek için mi? Ya da içinde rüzgarlara sebep olan şeyleri sabitleştirip üşüme hissini azaltmak için mi? Topraktan var edilen insan kaçmak istediklerini toprakla örterek öz benliğini kandırıp huzura ereceğini sanır genellikle. Büyük depremler fay hatlarında uzun zaman hareketlenme görülmediğinde ortaya çıkar halbuki. Küçük küçük hareketlerle salıverilen enerji büyük kırılmaların önüne geçer. Bazı zamanlar iniş yaşamaktan korkan ve kendinde zorlamayla oluşturduğu istikrarlı bir iyilik halini hissetmeye çalışan insan aslında bir gün çöküşün en büyüğünü yaşamaya mahkumdur. Kaçarak kendine istikrarlı bir dengesizlik hali mi oluşturmaktır doğru olan? Dışarıya gösterdiği maskesi istikrarlı gibi görünen bir kişi içinde yaşadığı fırtınalarla baş başa kaldığında gerçekten de istikrarlı mıdır? Tutarsız kararlar, dalgalanma yaşanan duygular, sürekli değişen düşünceler ve takılan maskeler yorar insanı çoğu zaman. Ama dışarıya görünen yüzüne bu kadar önem veren kişi içine açılan yüzünü görmezden gelmeyi tercih eder ve başkalarının yorumlarına göre kendine değer biçerek aslında değersiz hissetmeyi sürdürür iç dünyasında. İstikrarsızlığının bunalımlarını yaşamayı o kadar istikrarlı bir şekilde yapar ki kendine özgü sesini hatırlamaz hale gelir.

Başkalarından ödünç aldığı maskeyle herkesin onayını aldığı taklidi yaşamı sürdürmek daha kolayken dönüp içine bakmak ve kendisiyle yüzleşmek zordur, gayret ve değişim gerektirir. Değişim ise ürpertir yüreğini insanın. Değişimi görmemek için körmüşçesine indirilen göz kapakları yolu daha da bilinmezleştirir. Bilinmezlik korkusu tane tane acı acı akar kapağı indirilmiş gözlerden insanın içine doğru. Dışarıdan iyi görünmek isteyen insan var olan maskesini sürdürebilmek için göz yaşlarını bile gizler herkesten. Zaman ilerledikçe gözyaşları düğümler insanın boğazını ve korku korku birikir bilinmezliğin kuyularında. Kuyuda biriken korku dolu gözyaşlarını kaynak olarak görüp kullanan insan daha da korku dolar her seferinde ve kendi uydurduğu yapay bir döngünün içinde sıkışır kalır. Gözlerini gerçeğe kapayan insan kendisini zaaflarının yönetmesine izin verir. İnsan kendi uğraşlarıyla elde etmediği, gelişmesine imkan vermediği ve başkalarından devralıp otomatik olarak sürdürdüğü  kendilik algısının ne kadarının kendisine ait olduğunu iddia edebilir ve bunu ne kadar sağlam temellere oturtabilir? Sağlam temelleri olmayan yapay benliklere sahip bireyin istikrarlı bir duygu dünyasının olması ve benlik algısını etraftan etkilenmeden sürdürebilmesi beklenebilir mi? İstikrarlı bir benlik algısına sahip olmayan bir kişi mış gibi yaşamaktan öteye gidemez. Özellikle benliğin süreksizleştirilmeye çalışıldığı ve medya üzerinden model benlik algılarının yerleştirilmeye başlandığı günümüzde sağlam temelleri olmayan bir insanın tüm bunlara karşı mücadele edebilmesi mümkün müdür?

Peki nasıl olur istikrarlı bir benlik?

Benlik kavramı; bedensel özellikler, sosyal benlik, bilişsel benlik, akademik benlik gibi farklı boyutlar içermektedir. Sağlıklı  ve istikrarlı bir benlik algısı; kişinin kendi iradesini kullanarak ‘aynı’ olma duygusunun sürdürülmesi, farklı benlik boyutları arasındaki bütünlük ve düzenin belirli derecelerde yaşanması ile mümkündür. Kişi bir bütünlük ya da tutarlılık duygusu olmaksızın içindeki boşluk ve huzursuzluktan kurtulamaz. Benliğin alt boyutlarını da kapsayacak şekilde benlik, gerçek ve ideal olmak üzere ikiye ayrılabilir. İdeal benlik bireyin ulaşmak istediği kişiliktir. Gerçek benlik ise bireyin kendini algılayış biçimidir. Birey var olan benliği yerine, olmak istediği benlik peşinde koşar durur, hiçbir zaman ulaşamayacağını bildiği halde. Gerçek benlik kavramı; iç huzura yönelik bireysel gelişmenin, kendine ve diğer insanlara duyulan gerçek sevginin kaynağıdır. İdeal benlik ise, ailenin, arkadaşların, medyanın, toplumun ve kültürün empoze ettiği beklentilere uygun olmaya ve hatta çoğu zaman mükemmele ulaşmaya çabalamaktır. Asıl istikrar mükemmel görünme kuyusundan çıkarak gerçek ve ideal benlik arasındaki uçurumu azaltmakta gizlidir. Asıl istikrar nelerin bize takılan maskelerimiz ve neyin gerçek biz olduğunu fark edebilmeye uyanmakla mümkündür.

Ergenlik dönemi, insanın duygusal dünyasında benliğe dair çelişkilerin en fazla yaşandığı dönemdir. Genç birey sürekli olarak kim olduğunu, neden var olduğunu, amacını, kimlere, neye inanacağını, sorunlar karşısında nasıl tepki vereceğini sorgular. Bir yandan toplum tarafından kabul görmek ister ve kabul edilme ihtiyacıyla sosyal bir bukalemun gibi kendisini yüzeysel, içi boş, başkalarına bağımlı olarak şekillenen maskelerle donatır. Diğer yandan da kendinden izler bırakabilmek, kendini topluma kabul ettirmek ister. Her gün kendine yeni hedefler koyar fakat hiçbirinde sabit kalamaz, karşılaştığı insanlara, izlediği filmlere göre ideal benliğini yeniden şekillendirir. Tam olarak tanımadığı, emin olamadığı ve en önemlisi kabul edemediği gerçek benliği ve başkalarından etkilenerek oluşturduğu ideal benliği arasında sıkışmış hisseder. Tam da bu noktada başlar herşey aslında. Çünkü insan sıkıştığını hissettiğinde başlar ferahlama arayışı. Arayış olmadan farkındalık çıkmaz yuvasından. A(k/l)ışa geldiği üzere akıtmayı sürdürür gün gün sularını insan. Ama farkında olmaksızın akan sular öyle bir noktaya gelir ki biriken toprak çamur haline gelir. Ancak çamur haline geldiğinde, toprağın derinliklerindeki farkındalık gün ışığına çıkmaya başlar. Uzun zamandır sertleşmiş toprağın altında sıkışıp kalmış farkındalık insanın sıkışan kalbine ferahlık getirecek adımdır. Tek yapmak gereken elini çamura bulayacak cesareti göstermektir. Eline çamur bulaşan insan huzursuz hisseder ve hep öyle kalacağını zanneder. Fakat, içten dışa akmasına izin verilen gözyaşları ile bulaşan çamur da zamanla akıp gidecek ve hiçbir iz kalmayacaktır. Eğer gün ışığına çıkan farkındalığa uzanacak cesareti gösteremezse insan, ışığın ve yeni günlerin etkisiyle çamur yeniden sertleşmeye yüz tutar. Bu, adım atacak gücü kendisinde göremeyip aslında kendini dış yönlendirmelere ve içsel zaaflara teslim eden bir kişinin kısır döngüsüdür. İnsan farkındalık sahibi olmak için hep korku korku suyunu akıtmak zorunda mıdır ya da her daim farkındalık sahibi olmak mümkün müdür, meçhul.

Tersten düşünürsek, suyu hiç akıtmamak ya da toprağını hiç sertleştirmemek mümkün müdür dünya hayatında? Ya da çamura hiç bulaşmadan farkındalığa ulaşmak? Belki öyle olsaydı her şey başka olabilirdi diye düşünür insan sıkışmışlığın etkisiyle. Ama biriken suyun akması ve sert toprağın

yumuşaması belki de özünde olandır insanın, kim bilir? Farkındalığı hazine yapan saklı olması ve zor ulaşılmasıdır esasen.

İnsan neden biriktirir suyunu ve sertleştirir toprağını? Suyu bir kez toprağa akıttıktan sonra

karşımıza çıkan farkındalık tohumunu topraktan başka bir yere ekmek ve bu döngüye son vermek

mümkündür belki de. Üzüntü, yorgunluk ve çamurla elde ettiğimiz farkındalığı tekrar toprağa bırakmak yerine onu gönüle ekip inanç, çaba, mücadele, kabul ve muhabbetle diri tutsak birşeyler değişir mi hayatımızda? Zihinde ve gönülde sorular, bilinmezler her daim diriyse bu farkındalık tohumunun artık gönülde filiz verdiğinin habercisidir. Farkındalık istikrarlı bir arayıştır. Her daim sürecek olan bitmeyen bir arayış.

Yine bir filiz ve yeni bir döngünün başlangıcı. Belki de her kısır döngü yepyeni başlangıçlara ulaştıran

bir adımdır. Belki de son başlangıç diye bir şey yoktur hayatta. Hepsi bizim zihnimizin olayları anlamlandırması için vardır. Belkiler hayatın temelindeyse tutunacak bir dal arar insan. Peki gönüle ekilen farkındalık filizi ne zaman dal verir ve insan, içindeki öz benliği tanımaya gayret ederek huzura kavuşur? O da bilinmez. Kesin olan şu ki bir gün gelecek ve filiz ağaca duracak. O güne dek istikrarlı bir şekilde sabır, şükür ve duayla …