#

‘Kuşaklar Krizi’ Yahut ‘Krizler Kuşağı’

 SUÇLAMAKTAN, ALAYCI BİR YARGILAMA YAPMAKTAN YA DA PROBLEMİ TÜM YÖNLERİYLE ORTAYA KOYMA İDDİASINDAN UZAK BİR ŞEKİLDE GENÇLİĞE DAİR SORULACAK TÜM SORULAR, KAYBEDECEK ZAMANIN KALMAMASINDAN ÖTÜRÜ TOPLUM TARAFINDAN AÇIK YÜREKLİLİKLE VE İVEDİLİKLE CEVAPLANMASI GEREKEN SORULARDIR.

Y ve Z kuşakları genel olarak; dünyayı yakından gözlemleyebilen, klasik kitle iletişim araçlarının ötesinde internet ve teknolojiyi hayatının önemli bir noktasına konumlandıran, yaratıcılığını kullanabilen, maddi refah içerisinde yaşayagelen ve tüm bunların yanında heveskar, sabırsız, özgüvenli ve rutin işlerden uzak durmak isteyen kuşaklar olarak tanımlanmaktadır. Bu günlerde ise bu kuşakların isimlerini daha sık duymaktayız. “Gençler Gelecekten Kaygılı”, “Gençlerin %76’sı Türkiye’de Yaşamak İstemiyor!” benzeri gazete manşetleri ve Y, Z Kuşakları olarak tanımlanan gençlerin; pahalılık, adaletsizlik, eğitim olanaklarının yetersizliği gibi farklı sebeplerle hayatlarının devamını yurtdışında sürdürmek istediği yönünde çarpıcı anketler görmekteyiz. Sayısal verilerin ya da tespitlerin doğruluğunu sorgulamayı bir yana koyduğumuzda ve sessiz başlayan bu süreci gençlerden dinlediğimizde sinsice üzerimize gelen gerçekliği soğuk bir nefes gibi ensemizde hissedebiliriz. Damla damla çoğalan fakat vakti zamanında önemsenmeyen bu sessiz isyan, küçük damlaların adeta bir taşkına dönüşmesi ile nihayet ‘Türkiye’nin Önemli Bir Problemi’ haline gelebildi.

Bu Problemin Sebebi Nedir?

 ‘Globalleşen Dünya’ miti mi? Satın alma gücünün düşüşü ile teknolojik aletleri satın alamamanın öfkesi mi? Sosyal medya ile ihdas edilen halk mahkemeleri olmasa adaletin tecelli edebileceğine inanılmaması mı? Yurtdışının davetkar ve ahlaka mugayir cazibiyeti mi? Gençlerde milli değerlerin ve duyguların gelişmemiş olması mı?

Sorumlu Kimdir?

Arzularının peşinden koşan, amaçları olmayan, tamamen hazzı önceleyen, devlet nedir, ekonomi nedir bilmeyen, geçmişi asla hatırlamayan, vatanını yeterince sevmeyen, ideolojisi, davası ve ülküsü olmayan gençler mi?  Meseleyi bu hatları ile basit sebeplere indirgemek yapacağımız birinci büyük yanlış, sorumluyu ararken bazı hatalarına istinaden tüm yükü gençlerin omuzlarına bırakmak ise yapacağımız ikinci büyük yanlış olacaktır.

Bu sebeple doğruya götüreceğine inandığımız dürüst bir vicdan muhasebesi ile hep beraber tekrar sorgulayalım ve rüyadan uyanmak için çuvaldızı daha derine batırmaktan korkmayarak soralım:

Türk Gençliğini mukaddes vatanından geri dönmeksizin göçmeye, doğduğu topraklardan kopmaya götüren bu sürecin sebebi nedir? Kimler sorumludur?

Değersizleştirilen emek, geleceği öngöremeyen eğitim politikaları, ehliyet ve liyakat eksikliği, zarar gören adalet inancı, değerlendirilemeyen insan kaynağı, engellenen hedefler, hızla yayılan merhametsizlik, iyilikte sevinemeyen kederde kenetlenemeyen birbirine öfkeli insan yığınları, çözülemeyen işsizlik, geçmişin süregelen anlaşmazlıkları, kırılan ümitler…

Tüm bunlar ve belki de daha fazlası, gençliğin Türkiye’de yaşamak istememesinin makul sebeplerinden biri olamaz mı?

Peki, çocuklarının iyiliğini isteyen ama onların dertlerinden ve hedeflerinden bihaber olan aileler, okulları ardı arkası kesilmeyen sınavlarla hipodroma dönüştüren eğitimciler, üniversiteleri topluma uzaktan bakılan soğuk laboratuvarlar haline getiren akademisyenler, gençlerin sorunlarını dinlemeyen, kitlesel bir uyanış başlatmaktan uzak olan sivil toplum kuruluşları, ülkenin geleceği olarak görülen gençleri anlayamayan; on yıllardır kalıcı, gerçekçi, özverili bir eğitim politikası ortaya koyamayan, politikacılar ve devlet kurumları bu kaçıştan sorumlu değil midir?

Suçlamaktan, alaycı bir yargılama yapmaktan ya da problemi tüm yönleriyle ortaya koyma iddiasından uzak bir şekilde gençliğe dair sorulacak tüm sorular, kaybedecek zamanın kalmamasından ötürü toplum tarafından açık yüreklilikle ve ivedilikle cevaplanması gereken sorulardır. Doğru cevap yalnız beraberce bulunabilecektir. Toplumun her kesimi, devletin her kurumu ve bu toprakların her insanı doğru cevabı bulabilmek için uzlaşmalıdır. Bu ülke için zorlu hedeflere ulaşmak, bayrağı her daim ileri taşımak, medeniyeti tekrar ihya etmek gençleri yetiştirmek ve onlara sahip çıkmakla mümkün olabilir.

Geçmiş yüzyılda bu coğrafya; zihinlere kazınan unutulmaz acıların, geleceğe dair karamsarlığın ve umutsuzluğun durağı oluvermişti. Kara günlere rağmen fedakâr ve cefakâr nesiller, haşmetli bir milletin çatırdayan duvarlarını ayakta tutabilmek, gelecek nesilleri koruyabilmek ve bir vatan bırakabilmek için kendilerini ne fikir cephelerine ne de savaş meydanlarına atmakta bir beis görmemişlerdi.

Şüphesiz ki yapacaklarımız, atalarımızın fedakârlıklarıyla yarışamayacak olsa da yeni nesillerin sorunlarını çözmeye ve geleceğimizi teminat altına almaya yönelik ortaya koyacağımız tüm çaba, nitelik bakımından geçmişte gösterilen fedakârlıklar kadar hayati olacaktır.

Milleti olarak gençlik ile ilgili meselelerimizi çözemediğimiz, gençliği doğru yönde yönlendiremediğimiz ve mevcut hataları ortadan kaldıramadığımız takdirde gelecek adına umutlanacağımız ve emaneti teslim edebileceğimiz gençlerin sayısı bir hayli azalacaktır…