#

Sınırlı Sayıda Kelime

Cemil Meriç bir sözünde; “ Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. Öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime. Hoca öğretmez, yetiştirir, aydınlatır! Öğrenci ne demek? Talebe isteyendir; isteyen, arayan, susayan…” diyor. Günümüzde; sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal, teknoloji gibi birçok disiplinde değişim söz konusudur. Cemil Meriç’in sözünden de anladığımız üzere dildeki değişimler, dönüşümler de bunlardan birisidir. Bu her ne kadar toplumda yeniliğe açıklık kavramıyla ifade edilse de değişim, bir şeyleri farklı hale getirmektedir. Dildeki bu değişimler de yadırganmamalıdır ki dil, değişmez bir varlık değildir. Çünkü dil, canlı bir varlıktır. Yüzyıllar boyunca kültürler arası dil alışverişi olmuş ve bu en çok da kelimelerle yapılmıştır. Bu sayede dillerin muhtevasına yabancı kelimeler de girmiş, kelime zenginliği katmıştır.

Öğretmen ve öğrenci kavramlarının amaçları ne kadar aynı olsa da yapıları değişerek anlamında bir daralmaya sebebiyet vermiştir. Halbuki öğrenci değil talebedir isteyen, talep eden. Bir Hadis-i Şerifinde Efendimiz Allah’ın “malı istediğime, ilmi ise isteyene veririm” dediğini biz ümmetiyle paylaşmaktadır. Dolayısıyla ilmi isteyenin adı talebedir.

Dildeki bu değişimler kelimenin kullanım sıklığına, anlamını kaybetmesine ya da yeni anlamlar kazanmasına bağlı olabiliyor. ‘Oğul’ kelimesi başlangıçlarda kız ve erkek anlamlarına gelirken, sonrasında sadece erkekler için kullanılmasını bir anlam daralması olarak ifade edebiliriz. Ya da herkesin bildiği ‘yavuz’ kelimesi edepsiz, kötü anlamında iken günümüzde yiğit, güçlü anlamlarında kullanılır hâle gelmesini, kelimelerin dil içerisinde zamanla yaşadığı anlam değişmesine  örnek gösterebiliriz

Çok zengin bir dilimizin olduğunu hatırlatırsak… Peki, en güncel haliyle Türkçe’de halihazırda 111 bin kelime varken, biz günlük ne kadar kelime kullanıyoruz? Günlük hayatta insanlar 400 kelime kullanıyorlar ve bu kelimelerin dışında da çoğu kişinin anlamını bilmediği, belki de hiç duymadığı dolayısıyla unutulmaya yüz tutan kelimeler var. Hatta kullandığımız kelimelere o kadar çok anlam yüklemişiz ki bir kelimeyle birçok şey anlatmaya başlamışız. Kendi fikrimiz yokmuş gibi karşımızdaki insanın fikrine tabi olup ‘aynen’ demişiz. Her defasında aklımıza gelmediğinde ‘şey yap…’ diye kurmuşuz cümlelerimizi. Bu örnekleri çoğaltmamız mümkün. Dilimizde kelime sayısının azalması, yeteri kadar kitap okumamamızdan ve dilimize olan ilgisizliğimizden kaynaklanıyor. Bu yüzden de gündelik konuşmalarımızda,  karşımızdaki insana kendimizi ifade edemez hale geldik.

Bir örnek üzerinden ilerleyelim: İçine birçok anlam sığdırdığımız ve şu dönemde de dilimizde olan ‘kaliteli insan’ ne demek? Kaliteli insan nasıl olmalıdır? Ya da ‘kaliteli insanı kaliteli yapan nedir?’ diye bir soru soralım. Kalite kavramı, bir ürün sıfatı iken insanlar için kullanmaya başladığımızdan beri kaliteli insanlar olmaya başladı çevremizde. Kaliteli nasıl olunur, önce bir düşünelim… Biz kalite kavramını da bir ürün, malzeme gibi bir kaleme, masaya, kumaşa kaliteli demiyor muyuz? Kalite dediğimiz şey, insan için düşündüğümüzde nitelik değil midir aslında. Bir insanın sahip olduğu nitelikler. Bir insan ne kadar dürüst, sorumluluk sahibi, adil, güvenilir, mütevazı, vakur, azimli, diğerkâm gibi niteliklere sahip olursa ‘ne kadar kaliteli insan’ diyoruz. Dolayısıyla bize göre kaliteli insan doğru insandır. Oysa ne güzel kelimelerimiz var insanı anlatan.

O halde aklımıza bir soru geliyor: Bildiğimiz kelimeler sayısınca düşünmez miyiz? Bize kelime kapasitemiz düşüncelerimizi gösterir. Biz ne kadarına sahibiz bu kelimelerin. Ya da ne kadarının anlamını biliyoruz mesela.  Önemli bir diğer husus da günlük konuşmalarımızda yer edinen yabancı kelimeler. Konuşmalarımıza yabancı kelimeleri dahil ettik ve bu kelimeleri yabancıların aksanıyla konuşmaya başladık. Bu bizde ‘plaza dili’ olarak yer edindi. Artık şirketlerde de bu dil kullanılıyor. Farkında olmadan sosyal hayatımızda da bu dili kullanarak havalı göründüğümüzü düşünüyoruz. Şimdi de  buna bir örnek verelim. Hatta ‘önce biraz sizlerle brainstorming yapalım’ derken de bu konuya focuslanmış oluyor muyuz? Osmanlıca kelimeler bize yabancı gelirken, şimdi de ana dilimiz Türkçe yabancı dil haline geldi. Bir ara dememiş miydik, selfie değil de özçekim diye? Bu yabancı kelimelere tepki verdiğimiz zamanlar da oluyor ama üstünden biraz zaman geçsin unutulup gidiyor hassasiyetlerimiz.  

Okuduğum bir kitapta, ilim tahsili yaparken yanında yabancı bir lisanı iyi öğrenmemiz gerektiğini ama bu yabancı dil, akla ilk gelen dil olan  İngilizce değil, Türkçe olmalı diyordu. Sizce de artık Türkçe bizim için de yabancı bir dil olma haline gelmedi mi? Sözü fazla uzatmadan -ki artık ne kadar konuşuyoruz- şunu vurgulayalım ki dil konusu bizim için oldukça önemlidir. Dilde yüzyıllar boyu değişmeler olmuş, kelime günümüze ulaşmış,  kelimenin anlamı değişmiş ya da kaybolmuştur. Dolayısıyla insanın düşüncesi de bildiği kelimelerle sınırlıdır. Şimdi bildiğimiz kelimeler sınırınca bu konunun ne kadar önemli olduğunu hatırlatmış olduk, sizlerin de bu konuda hassasiyet taşıdığınız inancıyla…