#

SU, İNSAN VE ZAMANl

Her çocuk büyür. Cahilliğini cebine koyar, yürür. Okudukça heybesi dolar, düşürür. Dertlenir, dalar suya, Fırat gibi köpürür. Kendini görecek bir damla su arar şehirde. Kaldırım kaldırım kovalar, bulamaz, yorulur. Oturur düşünür.

Akan kir imiş su sanmışlar

Geçen ömürdür yok saymışlar

Hey küheylan, nedir bu karamsarlık

Ağlayan suyu hür sanmışalar

Şu akan suyun ne zamandır aktığını kim bilir? Kime küsmüştür de zapt edemez kendini, koy verir. Belki üzülmüştür, kim bilir? Kaç savaş gördüğünü, vücudunda kaç yara izi olduğunu kim bilir? İçine sığmayan kaç aşığı kıyıya vurmuştur, kim bilir? Fırat’ı bile görsek, su der geçeriz. Dimi, Allah bilir!

İnsanoğlu vardır denizin üstü köpürdüğünden beri. Felekten vurgundur sanki, ayrılamaz. Su mudur sadece bu gördüğü. Her insan kendini görmez mi suda. Sen nerden geldin ey ahali. Ne hakladır ki söylersin, akanın sen olmadığını. Ne suyu tutabildin ne zamanı, kaybolup gittin işte yoklara. Ne diye direnirsin şu yorulmayan sulara.

Doğar insanoğlu bin bir acıyla. Kim doğmadı ağlayarak. Hemen kundaklarlar insanı. Önce bir koklarlar. Sonra derler can canana kavuşmalı. O onuru herkes birbirinde arar. Sağa bakarlar sola bakarlar. Su ile bebeği ilk kavuşturanı asla unutmazlar.

Sonra yürümeye başlar insan. Sonra koşmaya. Suyla oynamak ister çocuk, has olanı bilmek ister. İlk kavuştuğunu tanımak ister. Kimi kendini ilk defa suda görür. Korkar, koşar. Çocuk anlar gördüğünün kendisini olduğunu ama annesi kandırır onu. Gördüğünün bir yansıma olduğunu söyler. Her çocuk kandırılarak büyür. Oysa o gördüğü yansıma değildir, geldiğidir. Büyüdükçe unutur.

Büyür yazmaya başlar. Deftere yazdırırlar, çok duymuştur dedesinden. “Zaman su gibi akıp geçer.” Ama bu çocuk kandırılmıştır, suyu bilmez. Zaman ise zaten daha hiç çarpmamıştır onu.

Toprak kokanı pis sanmışlar

Ondan akanı kir sanmışlar

Hey küheylan, nedir bu anlamsızlık

Her sel suyunu hür sanmışlar

Her çocuk büyür. Cahilliğini cebine koyar, yürür. Okudukça heybesi dolar, düşürür. Dertlenir, dalar suya, Fırat gibi köpürür. Kendini görecek bir damla su arar şehirde. Kaldırım kaldırım kovalar, bulamaz, yorulur. Oturur düşünür. Sağ tarafında hisseder sanki bir acı. Mazi midir bu, zaman mıdır? Neden acıtır bu kadar. Neden akar bu kadar. Su mudur bu? Akıp geçer.

Okul biter, başlar anneler gelin aramaya. Göğsünü kararta kararta söylenir. Su gibi saftır benim oğlum. Su gibi saf bir gelin arar, bulur. Torun torba arar artık analar babalar. Visal çok sürmez, çocuk gelir dünyaya. Verdiklerinde koluna, ilk kokusunu duyunca bir kendine bakarsın, bir de ona. Söylenirsin içinden zaman su gibi akıp geçmiş. Acırsın ona. Eğilirsin kulağına, söylersin inceden. Zaman su gibi akıp geçecek. İlk defa o zaman söylersin. Anlarsın ki büyümüşsün. Sana söylenenleri sen söyler olmuşsun.

Çocuk ilk defa kendinden korkunca sana gelir. Alırsın kucağına. Okşarsın başını. Zamana ağlarsın, suya ağlarsın. Suya kapılıp giden her şeye ağlarsın.

Sonra gün olur sen evladına eş ararsın. Bulursun. Torun torba sahibi bu sefer sen olursun. Bakmışsın ki sana söylenen laflardan başka kelam etmez olmuşsun. Etrafındakiler azalmış, bir başına akan suyun bitişini bekler olmuşsun. Suya bakıp bakıp düşünür olmuşsun. Ne suyu ne zamanı tutmuşsun. Akıp geçen zamanda bir neferde sen olmuşsun.

Her selâyı uyanık dinlerdin. Bu sefer gözlerin kapalı. Ne olduğunu bilmezsin. Sıcak bir su gelir sana. Anlarsın varlığına kavuşmuşsun. Başına bir iki damla gözyaşı düşer, en gerçek duygularıyla. Artık suya kapılma vakti gelmiştir. Su olma, suya dönme yani gerçeğe dönme vakti gelmiştir. Son kez suyun başında ağlayan çocuğa dönmek istersin. Ama senin için akan su da zaman da bitmiştir. Öteki dünyayı beklersin.