#

BİZ mi YOKSA KUDÜS mü ESİR?

İslam bir beşer dini değildir. Beşer yaşasın ve cenneti kazansın diye inmiş bir dindir ama beşer dini değildir. Kurallarını insanların belirlediği, zamana ve mekâna göre değişkenlik gösteren bir din değildir İslam. O yüzden İslam’ın tam anlamıyla beşer tarafından icra edilmediği yerde İslam tam anlamıyla vardır denemez. O yüzden bugün üzerinde yaşadığımız yeryüzünde “İslam Coğrafyası” denen bir toprak parçası yoktur. Batı’nın şekillendirdiği ama Müslümanların yaşadığı toprak parçaları vardır. Cümle kimimize ağır gelse de doğru budur. Müslümanların yaşadığı ama İslam’ın kısmen yaşandığı coğrafyaların sahibiyiz. Bulunduğumuz topraklarda Batı’nın hükümleri icra edilirken, kafalarımız Batı’nın tasallutu altındayken, tepkilerimizi, düşüncelerimizi, eğitim sistemimizi, duygularımızı Batı’nın istediği formatta düzenlediğimiz için, bu topraklar Batı’nın ideolojisinin hâkim olduğu ama Müslümanların yaşadığı coğrafyalardır.

Çünkü sadece Müslümanların değil İslam’ın coğrafyalara hâkim olduğu bir zamanda adalette sıkıntımız yoktu. Tartıda, ahlakta, infakta sıkıntımız yoktu. O zamanlarda insanlar komşusu açken tok yatmıyordu. O zamanlarda İslam için ölmek vardı ama dönmek yoktu. Kınayıcının kınamasından korkulmayan zamanlardı o zamanlar. O zamanlar tesettürün başörtüsüne indirgenmediği, yetimin kollandığı, dulun himaye edildiği, insanın canının hiçe sayılmadığı zamanlardı. O zamanlar beyaz gelinlikle girilen evlerden beyaz kefenle çıkana kadar boşanmanın akıldan geçirilmediği zamanlardı. İffet, hayâ ve namusun değer ifade ettiği zamanlardı. Çünkü o zamanlar İslam’ın hükümleri yeryüzünde icra ediliyordu.

O zamanlar dünyanın bir leş gibi görülüp tamah edilmediği zamanlardı. O zamanlar namazın insanların hayatını düzenlediği, insanların yirmi dört saatini boşa değil beşe ayırdığı zamanlardı. O zamanlar Müslüman kardeşliği denilince kendi tarikatından olanların, kendi cemaatinden olanların, aynı partiye oy verenlerin, aynı memlekette doğanların akla gelmediği, kim iman etmişse o benim kardeşimdir denildiği zamanlardı, o zamanlar. O zamanlar yalanın ölüm sayıldığı, dedikodu ve gıybetin cehennemde alev olup dile düştüğü zamanlardı. Faiz almanın cehenneme kütük olarak görüldüğü zamanlardı. Çünkü o zamanlar Müslümanların değil İslam’ın taşa, toprağa, yere ve göğe, akıllara ve duygulara, evlere ve caddelere hükümran olduğu zamanlardı. O zamanlar İslam’ın Müslümanları vardı. Şimdi ise ne yazık ki Müslümanların anladığı İslam var.

İşte bu yüzden yeryüzünde kan ve gözyaşı dinmiyor. İşte bu yüzden yetimler hep yetim kalıyor. Başını okşayacak, onlara sofralarında yer açacak birini bulamıyorlar. İşte bu yüzden göbeği kendinden önce gidenlerle açlıktan uyku uyuyamayanlar aynı mahallede yaşıyor. İşte bu yüzden üç kuruş için beş yalan söylemekten çekinmeyen esnafın sahipleriyiz. İşte bu yüzden memurluğu ateşten gömlek değil de garantiye alınmış bir gelecek olarak görmekteyiz. Tam da bu yüzden dünya dünya diye zikir çekip ahireti garanti gören tipler olduk.

Bunun neticesinde ne mi oldu? Ayasofya mahzun kaldı. Kırılamayan zincirlerin içinde tekbir getirilemeyen bir müzeye döndü. Ne mi oldu? Muhammed Mursi iki bin gündür aldığı solukları zindanda almak zorunda kaldı. Ne mi oldu? Mekke ve Medine’nin bulunduğu topraklarda ılımlı İslam çığırtkanlığı yapılmaya başlandı. Ne mi oldu? İlk kıblemiz, gözbebeğimiz, Peygamberimiz aleyhisselam’ın miraca çıktığı Kudüs, bir oteli dolduramayacak kadar nüfusu olan Yahudi’nin elinde esir kaldı.

KUDÜS’ÜN ESARETİ

Kudüs yeni değil çok uzun zamandır esaret altında. Kudüs’ün semalarında ezanlar okunuyor olsa da çok uzun zamandır esaret altında. Kudüs’ün esareti, oranın esareti olarak algılandığı günden beri esaret altında. Kudüs toprak olarak esaret altına alınmadan gönüllerimizde, düşünce dünyamızda ve evlerimizde esaret altına alındı. Kudüs’ü bir Arap sorunu veya Filistin sorunu görmeye başladığımız günden beri Kudüs esaret altında. Kudüs, Cuma namazlarında doldurup sabah namazlarında doldurmadığımız camilerin sahibi olduğumuz günden beri esaret altında. Kudüs’ün esareti biz zillete razı olduğumuz gün başlamıştı. Topraklar geri alınır, yeniden fetihler yapılır peki biz o gün böyle bir kafaya, böyle bir anlayışa, böyle bir hayata sahipsek Kudüs’ü de kendimize benzetmez miyiz? Kudüs’ün esareti dizilerin müptelası olduğumuz gün başlamıştı. Kudüs’ün esareti gündemimizi futbol ve siyasetin belirlediği günlerde başlamıştı. Kudüs’ü tuttuğumuz futbol takımı kadar bile önemsemediğimiz gün zaten kaybetmiştik. Kudüs’ü köyümüzdeki bir toprak parçası kadar değerli görmediğimiz gün zaten kâfire teslim etmiştik.

Yüreklerimizdeki Kudüs’ü önce işgal ettiler, sonra gerisi geldi. Biz gittiğimiz her yere Kudüs sevdamızı götürebilseydik Allah bizlere orayı tekrar fethetmeyi nasip edecekti. Yemek sofralarımızda Kudüs konuşulsaydı, yemekten içmekten daha önemli görseydik Kudüs’ü bizden kim alabilirdi o mukaddes beldeyi? Kudüs rüyaları görebilseydik bugün, Kudüs kâbus olmayacaktı bizim için. Kudüs’ün güvenliğinin Kudüs’ten değil evlerimizden, yüreklerimizden, fikrimizden, şehrimizden başladığını bilseydik ve ona göre önce yüreklerimizi, fikirlerimizi, dinimizi, şehirlerimizi, çocuklarımızı Kudüs gibi değerli bilseydik kimse Kudüs’e dokunmazdı.

GERÇEK BİR KUDÜSLÜ, GERÇEK BİR TEPKİ

Yıllar önce katil devlet, lanetli millet İsrail, Gazze’yi vurduğunda Trabzon’da bir mitinge katılmıştım. Mitingde konuşacak olan sivil toplum kuruluşları kendi vakıf ve derneğinin reklamını yapmak için birbirleri ile kavga etmişlerdi. Ama miting yeri “Kahrolsun İsrail” sloganlarıyla inliyordu. O sırada üniversite okuyan bir Filistinli kardeşimize söz verdiler.

Söz alan kardeşimiz Kudüs’ün çocuğuydu ve Kudüs’e yaraşır bir cümle kurmuştu. Bu cümleyi, Kudüs’ü sadece İsrail vurduğunda hatırlayanlar için kurmuştu. Bu cümleyi, günde beş defa değil de yılda beş defa Kudüs’ü gündem yapanlar için kurmuştu. Bu cümleyi, sosyal medyada Kudüs ile ilgili paylaşımlar yapıp Kudüs için başka hiçbir şey yapamayacağını düşünen veya yapmayanlar için kurmuştu. Bu cümleyi, medya organlarının pompalamasıyla çalışan, twit atmaktan, fotoğraf paylaşmaktan başka bir şey yapmayan, gece bir maçla beraber Kudüs’ü unutan, Kudüs’ü siyasi bir malzeme olarak kullanan veya bir ayet paylaşıp bütün sorumluluğu Allah azze ve celleye atanlar için kurmuştu. Bu cümleyi,  Kudüs için ne yapabilirsin diye sorulduğunda “Ben daha ne yapayım? Sert bir şekilde paylaş tuşuna basarak fotoğraf paylaştım ya…” diyenler için kurmuştu. Bu cümleyi kanın oluk oluk aktığı Müslümanların yaşadığı ülke adlarını sayarak hafızasının ne kadar kuvvetli olduğunu gösteren ama iş infaka, bir sohbete katılmaya, cemaatle namaza geldiğinde ortalıkta görünmeyen tipler için kurmuştu. Bu cümleyi, Rabia işaretini abone olduğu gazete yardımıyla alıp arabasının arka camına yapıştırıp “Kahrolsun Amerika” diye sloganın esiri olmuş tipler için kurmuştu. Bu cümleyi, kullanmadığı ikinci el eski eşyalarını yardım kampanyasına verenler için kurmuştu. Ne mi dedi o Kudüs’ün genci? Aslında hepimizin bildiği bir gerçeği haykırmıştı. “Kahrolsun İsrail demekle İsrail kahrolmuyor.” demişti.

Beş kelimeden oluşan ve hepimizin bildiği bu cümle aslında çok şey ifade ediyor, anlayana. Yapılan bir mitingde avazı çıktığı kadar “Kahrolsun İsrail” diye bağırıp evine gidince kolayı kafaya dikenlerden bahsediyor bu cümle. Yarım saatlik bir organizasyonla insanların gazını alıp sonra eline aldığı sigarayı keyifle tüttürenlerden bahsediyor bu cümle. Selahaddin gibi Kudüs’ün ordusuna katılacak insan yetiştirme derdini değil de Kudüs için slogan atacak insan yetiştirme derdine düşenlerden bahsediyor bu cümle. Bu ümmetin kızı olarak giydiği pantolonun Kudüs’e bomba olarak düştüğünü anlamayanlardan bahsediyor bu cümle. Kapitalizmin karakolları olan faizli bankların esiri olmuş ama yine Yahudi’ye lanet okumaktan geri kalmayanları göz önüne seriyor bu cümle. “Kahrolsun İsrail demekle İsrail kahrolmuyor.” Olay net, cümle basit.

KUDÜS İÇİN NE YAPABİLİRİM ve NE YAPABİLİRİZ?

Cuma hutbesinde olan Selahaddin Eyyubi’ye bir genç bağırır. “Kudüs’e cihadı emret, başka ne konusundan bahsediyorsun?” der. Cevap vermez. Cumartesi sabah namazına durmadan önce sorar: “Dün bana hutbede cihadı emretmemi isteyen genç nerede?” Ses yoktur çünkü genç gelmemiştir.

  • Kendi vakfımız ve derneğimizin tabelalarını Kudüs için indirip kardeş olabiliriz.
  • İslam birliği kurulsun diye her yere selamla girip selamla çıkabiliriz.
  • Kudüs ile ilgili kitaplar okuyup tahlil grupları kurabiliriz.
  • Evimizdeki israfı azaltıp ülkemizin güçlü bir ekonomiye sahip olmasını sağlayabiliriz.
  • Müslümanların olmayan malları almayarak onların ekonomik gücünü azaltabiliriz. Dikkat edin “Müslümanların olmayan” diyorum “Türklerin olmayan, Kürtlerin olmayan” demiyorum. Türk olup Yahudi kafasına sahip onlarca firma var. Onları da boykot etmeliyiz.
  • Kudüs’ün konu edildiği ayetleri ezberleyip, namazda onları okuyup çocuklarımıza öğretebiliriz. O ayetlerin tefsirinin yapıldığı meclisler kurabiliriz.
  • Siyasi liderleri eğer Kudüs’e sözde değil özde sahip çıkmazlarsa oy ile tehdit edebiliriz.

Yapılacak şey çok var yapmak isteyene. Ama slogan atmak daha kolay tabi. Tercihimizi zor, sürekli ve kalıcı olandan yana mı yoksa kolay, süreksiz ve geçici olandan yana mı kullanacağız? Buyrun istediğiniz sorudan başlayalım.

  FATİH SULTAN SEMİZ