#

İstanbul’da Gözünüzü Gönlünüzü Açacak 10 Nefis Yer İsmi ve Yazı

İstanbul’da dolaşırken aynı zamanda şehrin farkında olmamızın birçok yolu var. Bahar mevsiminde Salacak’ta veya Rumelihisarı tarafındaysak hem baharın hem İstanbul’un ayrıcalığını yaşarız. Sözgelimi Sultanahmet civarında, Cankurtaran etrafında dolaşmak zevkli bir salaşlık sunduğundan, bu da İstanbul’un farkında olacağımız manzaralarla dolu bir seçenektir.

Ancak şehir hakkındaki bütün ipuçları mimozalar veya erguvanlar kadar belirgin değildir; bazı detaylar daha kıyıda köşede kalmıştır ve onları bulduğumuzda ufkumuzun genişlemesi için önlerinden çok defa geçmemiz gerekir.

Yüz yıl öncenin İstanbul’unda yer isimlerini bildiren ve binalar için özellik ifade eden levhaları taşıyan nefis tertiplerden 10 tanesini derledik. Bunların yanından geçerken geçiverip gitmeyelim, farkında olup hissedelim istedik.

1- Sakin bir vaktini kollayıp Beyoğlu civarında yürüyüşe çıkmış ve İstiklal Caddesi’ne uğramışsanız buralarda oldukça eski bazı hatıraları da seyredebilirsiniz. “Rumeli Çarşısı” 1312 (1894) tarihini taşıyor ve bir hayli Batılı olduğu gözlemlenebilecek son dönem süsleme elemanlarıyla dikkati çekiyor.

2- Beşiktaş İskelesi’nin ilk defa günümüz belediyeleri tarafından inşa edildiğini düşünenlerdenseniz iskeleye daha sık uğramalısınız. 1329 (1911) tarihli iskelede kûfî hatla yazılmış ve ilk etapta çözmesi zaman alabilecek -insan daha komplike bir şeyler arıyor hâlbuki tek kelime- nefis bir “Beşiktaş” yazıyor.

3- Sarayburnu yakınlarında, Kadıköy manzaralı bir mevkide bulunan Four Seasons Otel’in binasının pek de yeni olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü giriş kapısının üzerinde, iki yanında rozetleri olan bir serlevha görürüz: “Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi.” Yani burası zamanında bir hapishaneymiş. Kitabe 1337 (1918) tarihini taşıyor ve Osmanlı bakıyesi hattatlardan İsmail Hakkı Altunbezer imzası hemen altında seçilebiliyor.

4- Fatih İtfaiyesi’nde, yakın yıllarda yanına birkaç ek hizmet binası da yapılmakta olan Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Rektörlüğü, eskiden belediye teşkilatı anlamına kullanılan ve ilki İstanbul’da 1854’te kurulan şehremanetiymiş. Burası da 1332 (1912) tarihinde inşa edilen “Şehremaneti Fatih Dairesi.”

5- Şehrin en güzel sembollerinden olan İstanbul Üniversitesi ana kampüsünün kapısı zannedildiğinden daha eskilere uzanan bir tarihe sahip. 2014’e kadar üzeri hunharca kapalı duran Sultan Abdülaziz tuğrasının da açılmasıyla ferah-feza bir manzaraya kavuşan kapının ortasında 1282 (1865) tarihiyle “Daire-i Umur-ı Askeriye” ve sağı-solunda Fetih suresinin 1 ve 3. ayetleri yazıyor. Osmanlı’nın son devrinde bugünkü genelkurmay başkanlığına tekabül eden seraskerlik (harbiye nezareti) için oldukça isabetli ayet seçimleri olduğu gözden kaçmamalıdır. Kapının arkasında kalan arazi ise daha eski devirleri hatırlatır; burası Topkapı Sarayı’nın inşa edilmesiyle yıldızı sönen, Fatih Sultan Mehmed’in inşa ettirdiği ilk sarayın arazisiydi.

6- Vefa’daki Atıf Efendi Kütüphanesi, adının yazdığı eski hâlinde ne için kullanılıyorsa şimdi de aynı maksada hizmet ediyor: “Darü’l-Kütüb-i Atıf.”

7- Çemberlitaş’tan Ayasofya istikametine yürürken solunuzdaki Atik Ali Paşa Camii’nin dış duvarlarında, duvar rengiyle aynı olduğu için pek iyi kamufle olmuş bir yazı duruyor: “Merhum ve mağfur Küçük Çelebi ruhu içün Fatiha.”

Bu yolu sayısız defa arşınlamış olmama rağmen kitabeyi uzun zaman sonra görebilmiş olmam bana da diğer meraklı kimseler gibi İstanbul’un asla tükenmediğine dair ümit ve heyecan vermişti. Peki, sıkı ağla kaplanmış demir parmaklıklar yüzünden mezarını göremeyeceğiniz bu Küçük Çelebi kim mi? Mezarını göremeyecek olmanız yanıltmasın; kendisi Sultan II. Mustafa devrinin mühim devlet adamlarından biri ve aynı zamanda reisü’l-küttaplık makamının sahibiymiş. Bu kişilerin devletin bürokrasi ağının en üstünü temsil ederler ve devletin zirvesindeki yönetim kadrosunda (divan-ı hümayun) bulunurlardı.

8- “Sübhânallâhi ve bihamdihî sübhânallâhi’l-azîm.” Buharî’deki bir hadiste geçen, oldukça meşhur bir zikir olan ve Allah’ın yüceltilmesi anlamına gelen bu cümle, Osmanlı camilerinde tablo yapılıp asılan veya hattatların eserlerinde görülen bir virt-zikirdir. Üzerinde hattat padişahlardan Sultan II. Mahmud’un imzasını taşıyan bu geniş levhaya da insanın baktıkça bakası geliyor. Üsküdar, Valide-i Cedid Camii’nden.

9- Üsküdar sahili yakınındaki Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nin giriş kapısı üzerindeki kitabe, Osmanlılar’ın kütüphane girişlerine yazmayı âdet edindikleri Beyyine suresinin 3. ayetidir: “Fîhâ kütübü’n-kayyimeh.”

Sağında “Allah tebâreke ve teâlâ buyurdu ki” ve solunda da “yüce Allah doğru söyledi” ibarelerinin Arapçaları yazmaktadır.

10- İstanbul’u kuşatmaya gelen sahabe-i kiram arasında bulunduğu rivayet edilen ve Halid bin Zeyd’in (Ebu Eyyub el-Ensarî) sancağını taşıması sebebiyle halkın ‘Sancaktar Baba’ diye lakaplandırdığı Abdurrahman eş-Şamî hazretlerinin türbesi, kapısındaki kitabe tarihinden (1202-1787) anlaşıldığına Sultan I. Abdülhamid zamanında yapılmıştır.

Sultan I. Abdülhamid bu türbeyi hem yaptırmış hem de kendi vakfı bünyesine almıştır. Kitabede şöyle yazmaktadır: “Mihmandar-ı hazret-i peygamberî hazret-i Halid’in alemdarı Abdurrahman Şamî hazretlerinin meşhed-i âlîleridir.”

Sadullah Yıldız

İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tahsil gördü. İstanbul tarihi üzerine araştırmalar yapıyor. İki Gözüm İki Çeşme kitabı Büyüyenay Yayınları’ndan çıktı.