#

SANATTAKİ SOL HEGOMONYA ARTIK KIRILIYOR


Röp: Mehmed Ali KAPAN-Enes Yılmaz
Fotoğraf: Ahmet Karagülle

“Kavanozdaki Adam” desek belki hatırlayamazsınız ama ya “Reis Bey”, “Yalnız Değilsiniz”, “Kelebekler Sonsuza Uçar/İskilipli Atıf Hoca”… desek? Zor zamanlarda zoru anlatmayı seçmiş bir yapımcı, yönetmen, senarist, sinema yazarı belki de en önemlisi sinema sınırları içinde kendi kalabilmiş bir isim, Mesut Uçakan bu sayımızın konuğu. Son olarak Sevda Kuşun Kanadında dizisi ile TRT 1 ekranlarında olan Mesut Uçakan ile sinemada Müslümanca var olabilmeyi konuştuk.

Bir neslin ortak geçmişi olan MTTB’deki (Millî Türk Talebe Birliği) yıllarınızdan biraz bahseder misiniz?

1973’ün ilk yarısında tanıştım MTTB ile. Üniversiteyi okumak için İstanbul’a gelmiştim. Büyüdüğüm şehirde orta öğretim tahsili görürken, hem şair olarak hem de varoluş sancılarıyla Üstad Necip Fazıl’ın bir hayli etkisindeydim. MTTB de onu mihver edinmiş bir gençlik kitlesini kucaklıyordu. Hiç kimseyi tanımadığım İstanbul’a geldiğimde MTTB’yle karşılaşınca aileme kavuşmuş gibi oldum. Heyecanlı bir gençlik vardı MTTB’de. Âdeta koca dünyayı tek başına kurtaracakmış gibi sorumluluk hissi içinde kıvranan bir gençlik… İdealist bir gençlik… Okuyan, sorgulayan, analizler yapan, yönlendiren… Kurucu bir nesildi bu. İslam’ı ve diğer dinleri; sosyalizm, kapitalizm, nasyonalizm gibi ideolojileri tartışan yorumlayan bir nesil… Birkaç asırdır sekülerleştirilmiş,  parçalanmış,  kirletilmiş bir İslam algısını, medeniyet algısını yerli yerine oturtabilmek için kaynaklara inen, tartışan bir nesil… Şimdiki nesilde bu tür sancıları duyan hemen hemen yok gibi…  Daha çok ezberci bir gençlik var önümüzde.

İki genç kuşak arasında ciddi farklara vurgu yapmak için, Sayın Abdullah Gül’ün bir sohbetteki konuşmasını örnek vermek istiyorum. Malum, Cumhurbaşkanlığı yapmış birinden söz ediyorum, şunları demişti:  “Şöyle dönüp geçmişime baktığımda hizmet noktasında hayatımda en lezzet aldığım dönem olarak MTTB yıllarımı görüyorum.” Bu hizmet ne olabilir? Söyleyelim, Üstad’ın kitap hazırlıklarında, tashihlerinde bizzat yardımcı olmak, konferanslarına hazırlanmak, Büyük Doğu dergisi ile hemhal olmak, seminerler, açıkoturumlar düzenlemek, İmam Hatip neslinin hakkını aramak, yeryüzü Müslümanlarının sorunlarını dile getirmek vs. Hizmetten kastı buydu. Çok daha müşahhas misal arayanlar için,  o idealizmin bugün nasıl toplumsal dönüşüme yol açtığını görmek bakımından, MTTB’de orta öğretim komitesinden gelen Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a bakmak yeterli.

28 Şubat’ın sinemanıza büyük etkisi olduğunu biliyoruz. Bugünden o zamana bakacak olursanız sizi neler rahatsız ediyor?

28 Şubat inanç kadrolarına dönük yapılan bir hareketti. Nitekim hapse girenlerin yanı sıra pek çok Müslüman işsiz kaldı, işyeri dağıtıldı. Bizim gibi kültür sanat alanında yer alanlardan çoğu da yalnız ve çaresiz bırakıldılar. Şahsen biz film projelerimize sponsor bulamadık, kaynaklarımızı kuruttular. Bu yetmiyormuş gibi medyada dost sandığımız çevreler, sisteme yaranma pozlarına girdiklerinden bizim gibi duruşunu değiştirmeyenlere sahip çıkmak yerine küçük görmeye başladılar, yaptıklarımızı karalamaya çalıştılar. İşin en acı tarafı buydu.  Ama hamdolsun bizi hiçbir şekilde yıkamadılar. 28 Şubat sonrasında eğilmeyen, bükülmeyen duruşumuzun, konuşulması zor olan dönemlerde konuşuyor olmamızın kıymetini halkın gönlünden silemediler.

Çekimlerde öyle hâller karşınıza çıkar ki sizi günahkâr yapabilir, hatta dinden bile çıkartabilir.

Sinemada hassas olmak ne derece mümkün? Böyle görsel bir çağda doğru olan şey her geçen gün samanlıktaki iğneye dönüşmüyor mu?

Sinemada hassas olmak bir Müslüman için doğru bir yaklaşım. Çünkü sinema Batı’dan gelen yeni bir anlatım biçimi, sanatsal bir çaba. Batı’nın serbest ahlak normları içerisinde doğup büyüyen bir uğraş. Serbest ahlaki normlar da ne demeyin, temelde hiçbir ahlaki yaptırım içermeyen bir ifade bu. Hatta sinemayı kutsayanlar için bir film,  görsel anlatım diyerek cinsellikte sınır tanımayan, bunu da sanat diye yutturan bir iş.

Batıyı körü körüne taklit eden, bilinçaltında Batı’nın eserlerini taklit ettikçe meşruiyyet kazandığını ve büyüdüğünü sanan bir ortamda dinî hassasiyete sahip Müslüman bir sanatçı başına belayı almış demektir; çok büyük sorunlara kendini hazırlaması gerekir. Bırakın müstehcenliğe prim vermemek gibi, çekimlerde öyle hâller karşınıza çıkar ki sizi günahkâr yapabilir, hatta dinden bile çıkartabilir. Mizansen, diyalog, öykü pek çok husus vardır ki fetva isteyen konulardır ve maalesef buna kafa yoran bir din adamı olmadığı için hemen hemen hepsi de sanatçının kendi hassasiyetine bırakılmıştır.

Mahrem bir genç adamı ve hanımı rol gereği evlendirmek mümkün müdür? Evlendirmenin rol gereği olanı olur mu? Rol gereği tesettürlü bir oyuncu hidayet öncesi sahneleri çekmek gerektiğinde başını açabilir mi? Bir oyuncu rol gereği öyküdeki bir karakterin inançsızlık dönemini canlandırırken küfür lafları edebilir mi? Bunun rol gereği olanı olabilir mi? Ve daha neler neler…

Kadın unsuru bugün sosyal dramın baş aktörüdür. Evde, sokakta, işyerinde her yerde kadın unsuru var. Bu unsuru dışlayarak bu toplumu anlatamazsınız. E, madem böyle, inançlı ya da inançsız bir kadını bir filmde gösterirken neresini, ne kadar gösterebiliriz? Daha bir sürü sorun… Kısaca diyebiliriz ki dinî hassasiyete sahip Müslüman bir sanatçının fikir ve inanç temelinde çok hassas olması lazım. Beyin ameliyatı yapan bir cerrah gibi hassas.   

Türk sineması, uzun yıllar dinsizliğe odaklı bir çağdaşlık davası güden resmî ideolojinin sesi olmuştur.

Siyaset, kültür ve kültürel çalışmaları sizce ne kadar etkilemeli? Sanatın, sağ ya da solun güdümünde olması doğru mu? Sizce son zamanlarda kültür hegemonyası solun tekelinden kurtuluyor mu?

Sanatta siyaset olmaz lafı bana göre değil. Bir insan yaşadığı sosyal ortamda siyasetin de ideolojinin de kültürün de sanatın da ekonomimin de göbeğindeyse -öyle olmayan var mı?– o insanı anlatırken bir yönetmen, elbette siyaseti de ideolojiyi de ekonomiyi de işin içine sokabilir. Bundan daha doğal ne olabilir?  Bunu sinemacılar ve sinema yazarları, aksini söyleseler de pratikte sinema daima siyasetin, ideolojinin göbeğinde yer almıştır. “Sanatta şu, bu olmaz.” diyenler, toplumu manipüle etmeye çalışan toplum mühendislerinin deyişidir. Nitekim tarih bunun örneğidir.

Türk sineması, uzun yıllar dinsizliğe odaklı bir çağdaşlık davası güden resmî ideolojinin sesi olmuş; Marksizm gibi Batı’dan gelen akımlara ses çıkarmamış ama dinî ve millî hassasiyete sahip sanatsal bir çaba oldu mu hemen “Sanatta ideoloji olmaz!” diye o çabayı boğmaya kalkışmıştır. “Sanatta ideoloji olmaz.” demek büyük gaflet ve cehalettir. Sanatta ideoloji olur. Olmaması gereken propagandist tavırdır. Propaganda sanatı öldürür ama bu demek değil ki sanatta ideoloji olmaz. Hele meseleye Müslüman bir sanatçı gözüyle bakarsan bu hassasiyet daha da artar. Yani propaganda yapmakla mesaj verme arasındaki inceliği ayırma hassasiyeti…

Sen mesajını verirken,  estetik kodları hiçe sayarsan, sanatın “Cemal” sıfatını yansıtması gibi bir sorumluluğu hissetmezsen sadece sanata karşı değil, Allah’a karşı da büyük bir suç işlemiş olursun. Çünkü taşıdığın misyon sana bir emanettir ve emanete hakkını vermemiş olursun.

İktidarın katettiği mesafeye bağlı olarak sanattaki bilhassa sinemadaki hegemonya artık kırılıyor.

Malum ülkemizde uzun yıllar siyasi bir vesayet,  kültürel bir işgal vardı. Ama MTTB’den yetişen bugünkü iktidar işgalleri kıra kıra geldi. Kültür, sanatçı ve eser demektir. Bu da ha deyince olmaz. Bizim arazilerimiz yıllarca sulanmadığı ve kurutulduğu için bu iki alanda çok ürün veremedik. Ama iktidarın katettiği mesafeye bağlı olarak sanattaki bilhassa sinemadaki bu hegemonya artık kırılıyor.

Sevda Kuşun Kanadında dizisi sizin için nasıl bir serüvendi? Yansıtmak istediklerinizi yeni kuşağa aktarabildiniz mi?

Sevda Kuşun Kanadında dizisi, dizi sektöründe hâlâ çatışmaları sürdüğü, hâlâ düşman kardeşleri oynayan siyaset ve kültür aktörlerin anlatıldığı çok yakın tarihimizi ilk defa millî bir bakış açısıyla ele aldı ve bu yönüyle bir ilk oldu, çok ses getirdi. Çok sevildi, alkışlandı. Ama eksikleri yok muydu, vardı tabii. Zor bir konu ele almıştık, senaryoda ve yapımda çok müdahalelerle karşılaştık. Yanlış kararlar verildi, bazı tipler yanlış şekillendirildi. İşin başında görünmeme rağmen iş akışında etkili olmam engellendi.   Özellikle, kuruluş ve hazırlık aşamasında çok sıkıntılar yaşadık. Sonuçta benim de sahip çıkamayacağım kim yanlışlar yapıldı.

Fotoğrafın geneline baktığınızda pek rahatsız etmese de detay planında bana çok acı çektiren yanlışlıklara düşüldü. MTTB ve mücadelesi benim istediğim gibi şekillendirilmedi. Bazı kılık kıyafetler yanlış çizildi, erkek oyuncularda gördüğümüz faul uygulamasını düzeltmek bile nice bölümler sonrasında mümkün olabildi. Dizide hâkimiyet çatışmaları yaşandı.  Gerçi işin yapımcısı ve genel yönetmeni benim. Kendi işimden yakınmam elbette hoş değil ama hiç olmasa bu kadar cümlelerle yakınmalarımı tarihe kayıt düşmem gerekiyor. Bu proje nesep olarak benim ama fiilî olarak yarı sakat doğmuş bir çocuktur bana göre. İlk olmasıyla halkımız hataları fazla yüzümüze vurmadı. İkinci bir dizide bu toleransı beklemeye hakkım olmadığını biliyorum.

  • Kısa Keselim Aydın Havası Olsun

    En sevdiğiniz film?

    En sevdiğim film yok. Sevdiğim çok filmler var. 

    En sevdiğiniz kitap?

    Hangi birini sayayım?

    Favori diziniz?

    Diriliş.

    En beğendiğiniz replik?

    N’aayır, n’oolamaz…

    Hangi filmde yaşamak isterdiniz?

    Ölümü en iyi anlatan filmde.

    Bir çırağınız olsa ona ne öğretirdiniz?

    Önce adam olmayı.