#

Bizans’tan İhtida Eden Bir Mabed: KALENDERHANE CAMİİ

İstanbul’un çok kültürlü tarihi mirası içerisinde, farklı dönemlerin hâkim inançlarını yansıtan temel yapılar arasında kiliseden camiye çevrilen ibadethaneleri görürüz. Böylesi yapılar arasında acımasız restorasyon süreçlerinden geçmeden günümüze ulaşabilen örnekler, özgün mimari çizgileri ile ilk görüntüde Türk ve İslam kültürüne ait olmayan bir ustalığı yansıtırlar. Dıştan oldukça görkemli bir görüntüye sahip, minare ve alem eklenmesi ile İslamlaşmış; içten ise oldukça karanlık ve kıble ciheti nedeniyle sağa doğru çapraz bir cemaat düzenine sahip oldukça özgün bir ibadethane atmosferine sahiptir bu yapılar.

Semavi Eyice, İstanbul’da kiliseden camiye çevrilen ibadethanelere dair sunduğu bir tebliğinde[1] çeşitli dönemlerde kiliseden camiye çevrilen 40 kadar Bizans yapısı bulunduğuna değinir. Bunlar içerisinden 5 ya da 6 tanesinin tamamen yok olduğunu, 5 tanesinin yıkılmış olmakla beraber fotoğraf veya planlarının bulunduğunu, 4 tanesinin ise harabe hâlde hatta kaybolmak üzere olduğunu beyan eder. Böylesi yapılar arasından bir şekilde korunabilerek günümüze ulaşanlara gelince, Semavi Eyice bu yapılardan 21 tanesi hakkında aynı makalesinde kısa kısa bilgiler sunmaktadır.

İstanbul’un rutin hareketliliği içerisinde, böylesi mabedlerden konumu ve çevresindeki yaya yoğunluğu bakımından belki de en merkezi noktada Kalenderhane Camii’nin bulunduğunu görmekteyiz. Camiye dair Nejat Göyünç’ün kaleme aldığı makalede[2], caminin bulunduğu noktadaki ilk mabedin Patrik Kyriakos tarafından 593-605 tarihleri arasında inşa edildiği belirtilir. Böylelikle Ayasofya’dan yaklaşık 60 yıl sonrasına kadar inen manevi bir tarihi vardır bu noktanın. Aynı makalede belirtildiğine göre Ernest Mamboury, 1925 yılında yayınlanan Constantinople Tourist’s Guide adlı kitabında, mabedin bir yıl önceki hâlinin ancak 9. yüzyıla kadar inebileceğini ifade etmiştir.

Ernest Mamboury, 9. yüzyılda inşa edilen mabedin isminin “St. Mary Diaconissa” olduğunu aktarır. Nejati Göyünç, Semavi Eyice’nin 1955 yılında kaleme aldığı Fransızca bir makaleden mabedin kilise hâlinin Akaleptos Kilisesi adıyla bilindiğini aktarır. Semavi Eyice ise kiliseden çevrilen camilerle ilgili tebliğinde Kalenderhâne Camii’nin kilise hâlindeki eski adının kesin olarak bilinemediğini beyan eder. Yine Semavi Eyice, cami ile ilgili olarak Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde kaleme aldığı madde içeriğinde, 1935’lere gelinceye dek bu binaya dair kaleme alınan bütün yayınlarda Diakonissa Kilisesi adının aktarıldığını beyan eder. Dolayısıyla mabedin kilise olarak kullanıldığı dönemdeki adına dair şimdilik kesin bir yargı söz konusu değildir.

Mabedin yaşadığı kritik dönemler arasında, IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’u 1204’ten 1261 yılına dek Latinler tarafından işgal edilmesi süreci önemli bir dönemi oluşturmaktadır. Aslen bir Bizans Ortodoks Kilisesi olarak inşa edilen mabed, bu tarihlerde bir Latin Katolik Kilisesi olarak kullanılmıştır. Bu durumun en önemli delili, yakın bir tarihte gerçekleştirilen araştırmalarda, şu anki mihrabın yanındaki küçük hücrenin kemer alınlığında Gotik harflerle Ortaçağ İtalya’sının ünlü din adamlarından Fransisken tarikatının kurucusu Aziz Francesco’nun adının bulunmasıdır.[3] Hâlihazırda ülkemizde cemaati en kalabalık kilise olarak bilinen Taksim’deki Sent Antuan Kilisesi, bu cemaatin günümüz Türkiye’sindeki merkezidir ve ülkemizde yaşayan inançlar açısından mabedin böylesi bir tarihi önemi de bulunmaktadır.

1768 yılında kaleme aldığı “Hadîkatu’l-Cevâmî” adlı eserinde İstanbul’da ziyaret ettiği 821 farklı cami ve mescidin tarihine değinen Ayvansarâyî Hafız Hüseyin Efendi, mabedin cami olarak ihya edilmesini açıklarken şu satırları kaleme almıştır: “… Ebu’l-Feth Sultân Mehmed Hân’ın ihyasıdır. … Medrese ve sâ’ir hayrı vardır. … Mahallesi vardır.”[4]

Bugün Vezneciler’den Süleymaniye’ye ilerlerken metro istasyonunun arkasında, öğrenci yurdunun yanında, kendi çevresinde kurulan mahallesine göre özgüvenini âdeta kaybetmiş bir durumda buluyoruz Kalenderhane’yi.

Neredeyse tüm kaynaklara göre caminin ismi, Kalenderî dervişlerinden geliyor. Bu dervişlerin Osmanlı’nın kuruluş ve genişleme sürecindeki faaliyetlerine binaen ve kalabalık bir nüfuza sahip olmalarından ötürü bu mabedin kendilerine tahsis edildiğinin yanı sıra, imparatorluk içerisinde başlı başına bir anarşi unsuru olan Kalenderîlerin göz önünde bulundurulmak ve disiplin altına alınmak üzere buraya yerleştirildikleri de önemli rivayetler arasında zikredilebilir.[5]

Kayıtlara göre caminin ve hemen yakınında olduğu tahmin edilen Kalenderhâne Medresesi’nin önemli konumu, mahallenin isminin de Kalenderhâne olarak anılmasına vesile olmuştur. Böylelikle bir Osmanlı mahallesi daha, merkezindeki mabed ve ilim merkezi ile şekillenme şerefine nail olmuştur. Göyünç’in naklettiğine göre cami, muhtemelen 27 Temmuz 1837 tarihinde karşısındaki bir evde başlayan ve on beş evi kapsayan büyük bir yangına kurban gitmiştir ve 1854-1855 yıllarında Hacı Kadri isimli bir hayır sahibi tarafından tamir ettirilmiştir.

Ayasofya vakfına bağlı olduğu için bu caminin muhasebe defterinden 1489-1490 tarihlerinde Kalenderhâne Medresesi müderrisine ayda 1000 akçe ödendiği, günde 2 akçe tahsisatı olan 10 talebesi olduğu, bir imamı ve bir de kapıcısı olduğu da Göyünç’ün makalesinde kaydettiği, caminin önemini vurgulayan bilgiler arasındadır. Öyle ki 1582 tarihindeki kayıtlardan caminin medresesinin selâtin medreselerine denk tutulduğu da bilinmektedir.

Cami önemli bir miras olarak yakın tarihin karanlık sayfaları arasında kaybolmamışsa da kendisi ile birlikte önemli bir bütünü tamamlayan medrese günümüze ulaşamamıştır. Bunun sebebi de Kalenderhâne Medresesinin maalesef ki yakınındaki Darü’l-Hadis Medresesi ile birlikte, yerine konservatuar yapılmak üzere muhtemelen 1930 yılında yıkılmış olmasıdır.[6] Böylelikle yüzlerce yıl bir Osmanlı mahallesinin merkezinde, önemli bir ilim merkezi konumundaki bu medrese, tarihin güzel hatıraları arasında kalarak ardında hiçbir iz bırakmadan yok edilmiştir.

Son yıllarda caminin içerisinde ve çevresinde gerçekleştirilen kazılarda Bizans devrine ait pek çok kalıntıya rastlanmış, 4. Ve 5. yüzyıllardan kalma küçük bir hamamın temellerine de ulaşılmıştır.[7] Bu yapılar hâlen caminin kuzey ve güney cihetlerinde gayrı muntazam bir hâlde görülebilmektedir. Kuzey kısmındaki kalıntıların çevresinde herhangi bir koruma bulunmamakla birlikte, caminin önündeki sokaktan cami giriş kapısına doğru yürürken yanından geçilen güney kısmındaki kalıntılar, herhangi bir düşme tehlikesine karşı parmaklıklarla çevrelenmiştir.

İlk inşa edildiği günden bu yana geçirdiği yeniden inşa, işgal, inanç değişimi, yangın, restorasyon ve medrese katliamı süreçlerinin ardından günümüze yüzyılların yorgunluğu ile ulaşabilen bu nadide mabed, koruyabildiğimiz ve yaşatabildiğimiz sürece bizlerin olmaya devam edecek. Kesin olan şu ki Kalenderhâne, biz kendisini ihya etmekte kararlı olduğumuz müddetçe bizleri ihya etmeye hazır bir şekilde daima bekleyecek. Şimdilik sessiz bir şekilde, eskiden merkezi olduğu mahallenin artık mütevazı bir parçası olarak, etrafında ve içerisindeki yüzlerce yıllık kalıntıların hatırlattığı yaşanmışlıklarla birlikte ibretler sunmaya devam ediyor.


[1] Prof.Dr.Semavi Eyice, “İstanbul’da Kiliseden Çevrilmiş Cami ve Mescidler ve Bunların Restorasyonu”, tarihsiz.

[2] Nejat Göyünç, “Kalenderhâne Camii”, Tarih Dergisi, Sayı 34, İstanbul 1984.

[3] Semavi Eyice, “Kalenderhâne Camii” maddesi, TDVİA, cilt 24, s. 251.

[4] Ayvansarâyî Hüseyin Efendi, Hadîkatü’l-Cevâmi’: İstanbul Câmileri ve Diğer Dînî-Sivil Mi’mârî Yapılar, s.228, İşaret Yayınları, İstanbul 2001.

[5] Ahmet Yaşar Ocak’tan nakleden Nejat Göyünç, aynı eser, s. 486.

[6] Osman Ergin ve Ekrem Hakkı Ayverdi’den aktaran Nejat Göyünç, aynı eser, s. 494.

[7] Semavi Eyice, aynı yer.