#

“Düşmanlarımıza bir tek borcumuz var: Adalet!” Aliya İzzetbegoviç

İnsanoğlunun, varlık tekelinde bulundurduğu hâlde, çağlar boyunca en çok aradığı, daha iyi yaşamak adına en fazla özlemini çektiği kavram “adalet” olsa gerek. Adaleti kavramak ayrı bir arayışın, sunmak ve yaşamak ayrı bir kavrayışın sonucu.

İnsanın kendine olan şahitliğiyle sabit ki adalet; iyi, merhametli, yardımsever olmak gibi vasıfların çok ötesinde, bir başka benlik içinde vücut bulan bir gerçek. Victor Hugo diyor ya “İyi olmak kolay, adil olmak zor.”

Çağın getirilerinin içimizde “sürekli isteyen bir ur” hâline dönüştürdüğü “sahip olmak” hastalığı ile yaşıyorken, “adalet”e sahip “adiller” olmak, “haklıya hakkını vermekten” ibaret olmayan sınırlandırılmış bir takdir yetisinden fazlasını ifade edene ulaşmak, mücadele işi…

Taraftarlığa, tekdüzeliğe, “ben” olgusuna ve “elde etme” arzusuna her bir harfi ile aykırı olan adalet, özünde teklik ve dolayısıyla bencillik olan arzuların en az birinin olduğu yerde icra edilemeyecek kadar asil

Bir bilinç meselesi olarak ele almak geriyor adaleti. Altı üstüne getirilmiş, tepeden tırnağa her tarafı aranmış, karıştırılmış, dağıtılmış ve toparlanmış bilinçlerin hakiki meselesi.

Bekleyişe girmeden önce kendi benliğimizde var gücümüzle ortaya çıkarmak zorunda olduğumuz bu duyguyu, istikrarla ve ısrarla uyguladığımız zaman “çağın” ve “bireyin” bencillik sınırlarına dayanır, “üstünlük” ve “kibir” kulelerine meydan okuyabiliriz.

Adalet; herhangi bir ideolojinin ve inanış biçiminin alt benliği değil. İslâm Peygamberi (s.a.v)nin “aramızda adaleti icra etmeye” emir kılınmasıyla birlikte, “din” ekseninde yok sayılamayacağı gibi, dinî argümanlar içerisinde bir kıstas unsuru da olamaz.

Yaratıcı, bir kıstas unsuru yapılamayacak kadar kati bir söylemle adaleti emreder:

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 135)

“Çoğul” ve “güçlü” olmak adaleti hegemonya altına sokamaz. Hegemonyanın olduğu yerde adalet barınamaz. Henry David Thoreau’nun dediği gibi “Gücü elinde bulunduran insanların çoğunluğa göre hareket etmeleri, bu durumun haklı olduğunu ya da azınlığa göre adaletli olduğunu göstermez.”

Zamanın, şartların ve olayların bir surete bürüdüğü adalet, tekdüzeliğe gelmeyecek, kalabalıklara ve kalıplara hapsedilemeyecek en insani vasıftır.

Adalet; çoğu zaman birlikte kullanıldığı “eşitlik”le anlam bakımından ayrıldığı gibi icra bakımından da ayrılan bir kavram olup aynı zamanda eşitlik hükümlerinin ortaya çıkaracağı kargaşayı temelinden reddeden ve “hakka” götüren sonuçların da aracısıdır.

Allah (c.c) bizlere, adaleti merkeze alan ve karşı karşıya kalacağımız sonuçlar ne olursa olsun adaleti uygulamak için mücadele veren bireyler olabilmeyi nasip eylesin.

Cüneyt POLAT