#

Bir Adım At, Gerisi Çorap Söküğü Gibi Gelir

Geliş O Geliş

Batı Afrika’nın en ücra köşesinden, Senegal’in başkenti Dakar’ın arka mahallelerinde birinde bir çocuk doğar. Adını Mustafa koyarlar. Çocukluğu çok hareketli geçer. Ona kıyamayan dedesinin avukatlığına göre, peygamber isminden gelen ağırlıktan ötürü torunu bu kadar yaramaz olmuştur. Kur’ân’ı mushaftan değil, tahtadan yapılmış levhalardan öğrenir. Her sabah dünkü dersini silip akşama kadar yenisini ezberlemek üzere tekrar aynı levhaya yazdırır. Medrese eğitimine başlayana kadar akrabalarının favori oğlanıdır. Ama artık gözler, eğitimini Fransızcayla gören akranı emmeoğlunda olur. Gel zaman git, Mustafa eğitimini Türkiye’de devam etme hakkı kazanır. Babası ve kendisi dışında olaya kimse sıcak bakmaz. Gerekçeleri ise şudur: Herkes Fransa ya da Avrupa ülkelerine giderken bu çocuk niye Araplara gidiyor? Ayrıca medyadan gördükleri kadarıyla oradaki insanlar hep boğuşma hâlindedir. Mustafa biraz tedirgin de olsa gitmeyi kafaya koyar ve Türkiye yolunu tutar. Geliş o geliş ve bu yazı sizlere ulaştığına göre Mustafa Türkçeyi de öğrenmiş.

Ben de İmam Hatipliyim

Uçaktan inene kadar mahallemizin büyücüsü Havva teyzenin uyarıları kulağımda çınlayıp durdu. Kendisi seksen yaşında. Her dediği çıkarmış. Arapça bildiğimden iner inmez marifetimi konuşturmak istedim ama bana verilen cevaplar kuş dili gibi gelmişti. Arapçayla uzaktan yakından alakası yoktu. Her yerden gelmeye başlayan ezan sesleriyle kendime geldim. O an içimdeki bütün endişeler birden yok olup gitti. Burası dünyanın başkenti Fatih imiş. Aklıma ilk gelen, mahallemizin müezzini Ali amca oldu. Bunların okuduğu ezan ise onun okuduğu nedir?! Aah Ali amca hepimizi kandırmışsın sen.

Bunların hepsi bir yana sokaklarda niye “Arap, Arap” diye sesleniliyoruz? Ben onu Arap zannederken o beni niye Arap zannediyor? Bunları bana Arap, beni de onlara Arap diye tanıtan kim acaba? Bu kadar mı uzağız birbirimizden? Kafamda deli deli sorular…

Okula girince her ırktan, her renkten, dünyanın her yerinden kardeşlerimizle karşılaştık. Bundan böyle aynı sıralarda hep beraber eğitim göreceğimiz müjdesi beni sevinçten havalara uçurmuştu. Okulun adı, Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam-Hatip Lisesi imiş. Dünyanın her yerinden arkadaşın olması çok büyük bir ayrıcalıktır. Farklı kültürlerden yüzlerce insanla tanışmış olduk. Lise dönemi hayatımızda unutulmaz anlar ve silinmez izler bıraktı. Heey gidi günler.

#Afrikadanselam

Bir gün aklına bir fikir düşer. “Biraz delilik varsa sende, neden olmasın?” dedirtir. Endişelendirici bir durum olduğundan defalarca düşünürsün. Arkadaşlarına danışırsın, belki “Ya oğlum, bırak.” diye tepki verirler. Tekrar tekrar düşündürür. Çünkü içinden ne kadar önemli bir adım atacağını biliyorsun. Herkesin yapacağı bir şey değil, o yüzden ben gönüllü olayım dersin. Daha dün “Merhaba” bilmeyen Mustafa, bugün Türkiye’yi bisikletle dolaşma gibi bir çılgınlık peşindedir. Çıktığı bu yolun adını “Afrika’dan Selam” koyar. Amacı ise halkların arasındaki gönül köprülerini kurmaktır. Yani kimsenin bize araç olmasına ihtiyaç duymadan bire bir tanışalım. Yanlış anlaşılmalarımızı giderelim. Aslında birbirimize ne kadar yakın olduğumuzu anlayalım. Kucaklaşmak için birbirimize koşalım diye dağ, bayır demeden pedallamayı göze alır. Bu arada Mustafa, Musti olur. Yanında tek ihtiyacı olanı, yol arkadaşı bulur. Onun da adı Kusti olur. “Musti Kusti burdan geçmiş. Bize Afrika’dan selam getirmiş. Yarın öbür gün selamı geri vermek üzere ben de Afrika’ya gideceğim.” diyen yüzlerce kişi bırakır arkasında. Musti karar vermekten geri dursaydı neler kaybedermiş?

Bir adım at, gerisi çorap söküğü gibi gelir. 7 yıldır İstanbul’dayım. Birilerinin anlatımlarına göre tanıştığımızı fark ettiğimden beri bunu düzeltmenin sorumluluğunun altına girdim. Beni beş parasız Türkiye’yi bisikletle turlamaya iten en büyük neden bu oldu. 3 ayda 5 bin km yapmışım çok önemli değil. Günde kaç insana, selamı ne kadar yayabildiğim asıl önemli olan. Ben yazdım, ben çizdim, beraber oynadık. O yüzden diyorum ki: Olacak olacak. Yeter ki herkes elinden geleni yapsın.

Gezin, Görün

Hep söylerim. Türkiye, farklılıklarıyla çok sıradışı bir memlekettir. Müthiş yerler ve harika insanları içinde barındıran bir yerdir. Yola çıkın, gezin ve kendi gözlerinizle görün. Yolda olan hem iyileşir hem iyileştirir. Kaplumbağa gibi kendini yola teslim ettin mi yolun açılır. Acele etmeyeceksin ki vakit çoğalsın. Çoğalsın ki her anı unutulmaz olsun. Yol, seni görmen gereken diyarlara sürükler. Derdin varsa ya dermanınla karşılaştırır ya da seni dermanının huzuruna çıkarır.

Niyetin halis olsun çünkü sen nasılsan öyle insanlarla karşılaşırsın. Gezerken algılarını açacaksın çünkü her kareden öğrenmen gereken bir şeyler vardır. Biliyorum diye çıkarsın, yolların talebesi olursun. Yaşlanmadan, bir 10 yaşına daha girersin. Pişersin, kıvama gelirsin, önyargıların paramparça olur. Bugün emin olduğunla yarın zıtlaşırsın. İçin yumuşar hayata, tabiata ve insana olan bakış açın değişir. Kimi insanlara denk gelirsen insanlıktan nasibini alırsın. Dövülmüş demir gibi çiçek olursun. Avazın çıktığı kadar “insanım” diye bağırabilme hazzı duyarsın. Zaman zaman kendini dünyanın en şanslı insanı hissedersin, zaman zaman Allah’ın en sevgili kullarından biri.

Eeh ne de olsa harekette bereket var ve erken kalkan yol alır, yol alan da yolunu bulur. Alt tarafı çoban deyip geçtiğin Mesut dayıdan insanlık öğrenirsin. İlkokul terk gübreci Bahtiyar amcanın eline su dökemezsin. Köy kadını diye hor gördüğün Hayriye teyze sana öz annenden görmediğin analığı eder. Çocuklar sana sevginin en masum hâlini öğretir.Yaşadıkların, sen bir tokattan kendine gelmeye çalışırken, bir tokat daha yapıştırır. “Okuldan öğrendiklerini unut, hayata hoş geldin.” diye üstelik dalga geçer seninle. Bu devirde o yüzden gezen, okuyanı döver ama okuyup gezen hepsini döver. Yani kısacası, yol biterken yolcu hâlâ aynı ise o yolculuk bomboştur.

Mission Completed?

Hayır. Bu işlerin zor ama eğlenceli tarafı da burda işte. Hiçbir zaman görev bitmez. Elinden geleni fazlasıyla yaparsın ama iş bitmez. Çünkü bir görev, biterken yeni bir görevin kapısını aralar. Bisiklet sürmek gibidir. Tam “Oley bee!” diyecekken önüne bir viraj daha çıkar. Bundan sebep böyle şeylere kalkışacaksan kimseden bir “Aferin!” ya da bir “Bravo” beklemeyeceksin. Bekliyorsan yanlış yoldasın. İlla bir motivasiyon olsun istiyorsan “Bravo bana! de, yoluna devam et. Görevi tamamlamak ve başarmak farklı şeylerdir. Görevin ortasındayken ya da başındayken bile başarmış olabilirsin.

Bir arkadaşım bana şu soruyu sormuştu daha bir hafta evvel: “Sence #Afrikadanselam projen başarılı olmuş mu?” “Çantayı sırtıma alıp yola koyulduğum anda başardım.” diye cevap verdim. Hatta ve hatta bir insan böyle adımları atmaya karar verdiği anda başarmıştır. Amma velakin her zaman bekleyen bir görev illa vardır. Mission never be completed. Yani yol sırasında soluklanmak serbest ama yolu yarıda bırakacak kadar âşık değilsen çıkma. Yol seni kabul etmeden sınava tabi tutar. Yeterli değilsen yolda kalırsın. Çilelere rağmen gülümsüyorsan yolla beraber yol alırsın.

Bitmedi görevim, soluklanmaktayım. Başka bir göreve kadar depoyu fullüyorum. Ya da başka bir deyimle herkesi dövebilmek için şimdi de okuyorum. Ama bitmez ki bu okullar. Sizce biter mi?

Bu arada hem Afrika’dan hem Kusti’den selam var sana eey okur.

Bi’ stalklayın bakalım Musti’yi, nelere şaşıracaksınız: @Musti177