#

“İyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırana dek…”

“Boş vaktim oldukça sinemaya giderim. Yumuşak bir karanlığa gömülmüş, makinenin hışırtısını dinleyerek, vücudumun değil, ruhumun bir çetin yol üzerinde mola verdiğini hissederim. Karanlık, ölümün bir parçasıdır, onun için dinlendiricidir. Büyük dinlenme, bir karanlık denizine dalıp bir daha ışığa kavuşmamaktan başka nedir?” der Ahmet Haşim.

Her şeyden önce söz vardı pek değerli okuyucu. Sinemanın hayatımıza girmesi ve bizlerin çok değerli izleyici olmaya karar vermemizle de işler bir hayli değişti doğrusu. İnsanoğlu kendini anlatmak, karşısındakine bir mesaj vermek, iletişim kurmak isteyen harikulade bir varlıktır. İnsanoğlunun iletişim kurma çabasını mağaralardaki hayvan tasvirlerinden, Von Gogh’un Yıldızlı Geceler tablosuna, Matrakçı Nasuh’un çizimine, Musa Eroğlu’nun bağlama tellerinin tınısından, piyanonun vuruşlarına kadar pek çok yönüyle görebiliriz. Şiir ne kadar kelimelerle güzel şekiller kurma sanatı, edebiyat duygu dökümü, sanat sözün bir başka veçhi ise mağaradaki tasvirler de bir o kadar “bir mesele” ifade etmekteydi. Yine de her şeyden önce söz vardı.

Kavgamızı, ideolojimizi, tarafımızı, derdimizi, bakışımızı, kitleleri harekete geçirecek mottolarımızı, deklarasyonlarımızı, sloganlarımızı, sevgimizi-nefretimizi, felsefelerimizi, tatlı hikayelerimizi, vezinli şiirlerimizi, ilânı aşklarımızı bile Mecnun! Söylemek istediğim bu değildi tabii ki… Kelimeler tüm bunları ifade etmek için söz yerindeyse mertçe kâğıda akan mürekkepteyken, develer tellal pireler berber iken, anlatı dediğimiz şey, yönünü çok stratejik bir şeye kaydırmış oldu: Sinemaya. Sinema mertçe oynanılan bir alan değil, demiyorum. Oyunu kuralına göre oynamayan mızıkçılar burada da var, diyorum.

Peçetelerinizi hazırlayın lütfen.

Sene 1832. İlk defa hareketli görüntüler kayıt altına alınabilir oldu. Sinemaya dair ilk gösterim ise 1895’te Fransa’da gerçekleşti. İnsanlar bu gösterimi düzenleyen Lumiere kardeşlerin sihir yaptıklarını düşünüyordu. İlk senaryolu gerçek film ise 1902’de gösterime girmiş ve aya gitmek isteyen bir grup insanın bu yolculuktaki serüvenlerini konu almıştı. Böylece sinema, temel ifade biçimimiz olan edebiyatı bu işlevinden biraz da olsa uzaklaştırmaya başladı; ufak ama derin bir yönüyle. Zira edebiyat ciddi bir propaganda aracı olarak kullanılabildiği gibi sinema ondan kat be kat fazla bir etkiye sahip olmuş oldu.

Hollywood’un Sivaslı bir Müslüman’la derdi ne olabilir ki?

Hollywood filmlerinde din hayatın içindedir. Hristiyanlığın her veçhini az da olsa bu din üzerine okuma yapmamış olan pek çok kişi bilebilir zira Anthony ile Lisa evlilik törenlerindeki bağlılık yeminlerini gözlerimizin önünde okumuş, vaftiz sahnelerine, cenaze törenlerine, ahlak algıları ve birçok Hristiyan dini kaidelere, pratiklere hep beraber şahit olmuşuzdur. Hristiyan öğretilerinin bu kadar yaygın olarak bilinmesi Hollywood’un en etkili yaygın eğitimi kullanmış olmalarından kaynaklıdır. İlk gösterimde adına sihir denen şeydir bu, sinema.

Hollywood filmlerinde kilise yaşamın içindedir. Din/inanç nasıl hayatın kendisini oluşturuyor ve insan hayatının temelinde yer alıyorsa hayatın kendisini yansıtan senaryolarda da dinî olgular işlenmek zorundadır. Hollywood bu yüzden kilisededir, sofradaki duadadır, cenaze törenindedir, pazar ayinindedir. Bizim sinema ulemasının gözü ne zaman seküler algıdan kayacak da merceği hayata yansıtacak merakla izlemekteyiz doğrusu.

Hollywood yeterince dine yer verir evet ama bu tüm sempatikliği ile yalnızca Hristiyanlığa aittir. Hristiyanlık dışındaki filmlerde ise tiplemeler uzun süre aynı kalmış, tepki görmesine rağmen de uzun süre bu şekilde devam etmiştir.

Zengin Arap şeyhleri için üretilen bu stereotipler 1990’lara kadar filmlerde yer etmiş, yerini terörist Müslüman algısına bırakan bir stereotiple dünyaya sunulmuştur. Terör kişi odaklı olmaktan çıkarılarak İslam’la terörü özdeşleştiren sahnelerde yer etmeye başlamıştır. 11 Eylül sonrasında ise daha vahşi ve korkutucu Müslüman tipleri gösterilmiştir. The Kingdom, Rules of Engagement nefret söyleminin fazla olduğu filmlerden yalnızca ikisidir. Animasyon filmlerinde de dinî ön kabuller yer alır; Bugs Bunney, Daffy Duck, Shrek, Ice Age, Bee Movie olumsuz dinî söylem/tavır ve görsel yer almıştır. İdeolojiler usulca iliştirilmiştir animasyonlara. Şirinlerdeki toplum sistemi ile komünist bir düzene atıf yapılmıştır örneğin. Çoğu animasyon filminde 11 Eylül görselleri yer almış, yer yer de İslam’ı aşağılayan ifadelere yer verilmiş, bir tanrının olmayışına dair cümleler aksiyon içerisine usulca iliştirilmiştir. Elbette olumlu Müslüman tipleri de zaman zaman perdede yer bulmuştur. My Name Is Khan, The Visitor örnek verilebilir ki bu filmler İslamofobi algısını kırmak için oluşturulmuştur. İki taraf için de örnekler sıralanabilse de oransal olarak olumsuz Müslüman stereotipleri olumlulara nazaran daha fazladır. Ve bu stereotipler ise yalnızca taraflarınca olumluya çevrilebilir. Yani olumsuz stereotipli Müslümanlar sinemada olumlu karakterleri canlandırmak durumundadırlar. Zira Müslümanlar tembel, gülünç, öfkeli, para düşkünü gibi sıfatlarla yer almaya devam etmektedir.

Sinema en fazla ne yapabilir?

Ahmet Haşim’e göre “Sinemanın diğer bir fazileti de olgun yaşın, kafatası içinde, bir deste deve dikeni gibi sert duran acıtıcı mantığı yerine, çocuk safdilliğini ve kolayca aldanış kabiliyetini koymasıdır.”

Sinema ve din ilişkisinin kuvveti bir din üretebilir. Kültür endüstrisinin ürettiği bir ideolojiyi aktarmakla kalmamaktadır. Star Wars filminden hareketle Jedi savaşçılarının dini Jedizm olarak sanal hayattan gerçek hayata yerini almıştır. Bu dinin ana öğretisi dünyada biz iz bırakmaktır. Jedi ilkesine göre tutku huzur var kargaşa yok, bilgi var cehalet yok, uyum var ve ölüm yok, temelde güç vardır. “Güç sizinle olsun aziz kardeşlerim.”

Sinema ciddi bir popülasyon. İslami film dediğimizde akla ilk olarak çöl, deve, Araplar, tarihî filmler gelmemeli. Bu yeryüzü dinine vurulan ciddi bir ket olur. Sinema ve din adına yapılması gereken en iyi iş ise sinemayı ciddiye almak olmalıdır. Sinema biz içinde olsak da olmasak da akışına devam edecek, bir söylem geliştirmezsek İslami algı olumsuz stereotip olarak kalacaktır. Yoksa film izlemeye başlamadan önce elimize aldığımız o peçete ile ancak gözyaşlarımızı sileriz.

Sevgi neydi?

Sevgi emekti.  

Ama bu konunun repliği değildi.

YEK

İZLE

God On Trailer

Fill the Void

OKU

Sinema ve Din

TAKİP ET

Başka Sinema

https://twitter.com/Baska_Sinema?ref_src=twsrc%5Egoogle%7Ctwcamp%5Eserp%7Ctwgr%5Eauthor

DİNLE

Musa Eroğlu- Mihriban

Einaudi – Experience (Cover)

Max Richter – On the nature of daylight

SEYRET

Von Gogh, Yıldızlı Geceler

Kandinsky- Kompozisyon 7