#

KUDÜS’ÜN ASIL SAHİPLERİ

Olay Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği ve yeniden dirileceği bölge olduğuna inanılan Kudüs’teki Golgotha Tepesi’ne Roma hükümdarı Konstantin’in annesi Helana tarafından inşa edilen bir kilise ile başlıyor. Mescid-i Aksa’ya da çok yakın bir konumda bulunan ve içerisindeki kabrin  Hz. İsa’nın kabri olduğuna inanılan bu kiliseye Kıyamet Kilisesi  ve Mukaddes Kabir Kilisesi deniyor. Tarih boyunca kilisenin önemi her geçen gün artıyor hâliyle. Çünkü Hristiyanlar Hz. İsa’nın buradan göğe yükseldiğine ve dünyaya yeniden bu kilisede ineceğine inanıyorlar.

Hristiyan mezhepleri bu mekânları ve kapıyı kilitleyip açıp kapama sevabının hangi mezhebe ait olacağı konusunda asırlardan bu yana bir türlü anlaşamıyorlar ve hep bir kavga hâli hakim oluyor bölgede. Öyle ki Kudüs’te Hristiyan mezheplerinin mensupları arasında yaşanan mukaddes mekânlara hizmet ederek sevap paylaşma kavgaları, onlarca kişinin ölümüne yol açmaya kadar gidiyor. Çünkü kilisenin bir parçasını kontrol etmenin anlamı, ibadetin yanı sıra buranın temizliğini takip etmek, dinî ayinlerini yerine getirmek ve gerektiğinde bakım ve onarımını yapmak demek aynı zamanda.

Ancak anlaşmazlıklar bir türlü bitmiyor; kiliseyi temizlemek için mezhepler hep birbirleri ile yarışıyorlar. Nitekim Kudüs fethedilince de bu tartışmalar devam ediyor. Bundan dolayı kavgaları önlemek için Kudüs fatihi Selâhaddin Eyyubi, 1192 yılında Kudüs’ü fethedince Kıyamet Kilisesi’nin anahtarlarını Müslüman ailelerin muhafaza etmesini istiyor. Kudüs’ü Haçlılar’ın elinden geri alan Selâhaddin-i Eyyubî’nin 1192’de verdiği karar bugün de aynı şekilde uygulanıyor ve içerisinde Hz. İsa’nın mezarının bulunduğuna inanılan büyük kilisenin kapısını 825 seneden bu yana Kudüs’ün önde gelen Müslüman ailelerinden Nesîme ile Cûde ailelerinin mensupları açıp kapatıyorlar.

1520 senesinde ise Kanuni Sultan Süleyman Doğuş Kilisesi’nin anahtarlarını yine Müslüman bir ailenin denetimine vererek, Hristiyan mezheplerinin aralarındaki tartışmalara son veriyor ve Mukaddes Kabir Kilisesi’nin temizlik ve bakımını yapmaları için, kiliseyi mezhepler arasında eşit olarak paylaştırıyor. Ancak tartışma ve kavgalar yine başlıyor. Bütün mezhepler kilisenin mümkün olduğu kadar fazla kısmının bakımını üzerlerine almak istediklerinden, yeni restorasyon projeleri cemaatler arasında çatışmalara, bazen kanlı kavgalara bile yol açıyor. Hatta öyle boyutlara geliyor ki Hz. İsa’nın mezarı, üstünü temizlemenin sevabı pay edilemediği için toz toprak içinde bile kalıyor. İpi koparak düşen çanı hiç kimse kaldırıp yerine takamıyor kavga sebebi olduğu için. Kiliseyi temizlemek sevabını milletler paylaşamayınca ve her teşebbüsün arkasından kan ve kavga çıkınca statüko uygulaması başlıyor bölgede. Osmanlı Devleti, Sultan III. Mustafa’nın saltanat dönemine denk gelen 1757’de, bu çatışmaların önünü almak üzere mukaddes mekanlarda “statüko” ilan eden bir ferman çıkarıyor. Bu fermana göre kilisenin temizlik ve bakımı dört Hristiyan mezhebi arasında eşit olarak paylaştırılıyor. Herhangi bir dekorasyonun yerinden kaldırılıp yenilenmesi, bir lambanın asıldığı sütundan alınması gibi en basit uygulamalar bile bir “statüko” kanunu çerçevesinde gerçekleşiyor.

1852’de Yayınlanan Ferman Kanlı Olayları Durduruyor

Sultan Abdülmecid’in tahtta olduğu 1852 yılında temizlik sırasında yine bir gün mezhepler, “Siz bizim sevaplarımızı kapıyorsunuz!” diyerek birbirlerine girince büyüyen çatışmalarda onlarca kişi ölüyor. Tabi bu kötü hadiseler hâliyle İstanbul’a kadar ulaşıyor. İstanbul duruma vâkıf olduğunda, Sultan Abdülmecid bir ferman çıkararak Kudüs’teki mukaddes mekânlarda yeni bir “statüko” ilan ediyor. “Kutsal mekânlara ben geleceğim, milimi milimine kimin nereyi temizleyeceğini ben belirleyeceğim. Bundan sonra da bir taşı yerinden oynatan kafasını yerinden oynatmıştır. Biline!…” diye devam eden bu ferman, Kudüs’e ulaşılır ulaşmaz kilisenin önündeki meydanda okunuyor. O sırada bir Ermeni papazı kilisenin ön cephesindeki pencerelerden birini, dayadığı ahşap bir merdivene basarak temizlemekle uğraşıyor. Papaz fermanla derhâl aşağı indiriliyor ancak merdiveni kaldırmak istediğinde “hayır” denilerek müdahale ediliyor.

O günden itibaren Osmanlı’nın ilan ettiği statükonun devamının ifadesi olarak bu merdiven hâlâ aynı yerde tutuluyor.

Bugün hâlen Osmanlı’nın o zaman belirlediği mezhepler arası paylaşım yürürlükte ve 165 yıllık merdiven, pencerede bu statüko kanununun nişanı olarak milimi milimine aynı yerinde duruyor.

Osmanlı Fermanı Hâlâ Geçerli

1948 yılındaki bir yangında çöken çatının yeniden imarı sevabının paylaşılamaması nedeniyle 1967 yılına kadar restorasyon yapılamamıştı. 1967 yılında bölge İsrail’in eline geçtiğinde İsrail’in aracılığı ile mezhepler yeniden bir araya gelmiş, uluslararası bir komisyon oluşturulup Osmanlı’nın fermanına yeni bir madde eklenerek çatı tamir edilebilmişti. Bu da demek oluyor ki ferman hâlen aynı şekilde geçerliliğini bugün de koruyor. Tüm bunları okuduğunuzda atalarımızın, ecdadımızın bölgedeki hakimiyetinin büyüklüğünü siz de hissetmişsinizdir umarım. Bunun için Amerika‘nın ve Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkent ilan etme kararına (ki bu, dünyanın en berbat fikri) Erdoğan’ın sözleri ile yanıt vermek sanırım yeterli olacaktır:

“Bugün kendilerini Kudüs’ün sahibi sananlar, yarın arkasına saklanacak ağaç dahi bulamayacaklarını bilmelidirler!”

Bugün Kudüs’te yaşananları görünce bir taraftan Kudüs’ün gerçek sahiplerinin kimler olduğunu daha iyi anlıyor, diğer taraftan da rövanş alacağımız günlerin hayalini kuruyorum. Çünkü bağlısı olmaktan onur duyduğumuz Ümmet-i Muhammed son sözünü daha söylemedi. Bundan dolayı umut, umut, umut…

ALİ ALTUNKAYA

21.12.2017