#

NİÇİN KARŞINIZDA DURMAMA RAĞMEN BENDEN BU KADAR UZAKSINIZ?

 Sabaha karışıyor birden bütün cümlelerim, insanlar bir nehrin akıp gidebildiği kadar hızlı geçerken önümden bir şey aklımı kurcalamaya başlıyor, zamanın içinde uyanıyorum. Metropolde yaşamanın verdiği tutkuya dayanarak uyuşuyor ellerim, sokaklar kadar bahçelere de özlem duyuyor ve yolumda yürümeye devam ediyorum. Her gün aynı yola koyarak başımı bekliyorum yine sabahın olmasını.  Kuşlar Eyüp’ten uçmaya başlıyor dökerek kanatlarını şehzade yoluna, insanlar devam ediyor derdini kendinde saklamaya. Günler böyle geçip giderken nelerin, nasıl olduğunu kavramakta güçlük çekiyorum.

  Düşünceler dilden kopup anlama kavuşuyor, ardından bir insan gibi büyüyor büyüyor ve karşıma oturuyor. Birbirimize uygun kelimeler arıyoruz önce anlaşabilmek için, bana elini uzatıp kim olduğumu soruyor. Hüviyetin dar kalıplarına sıkışmış bir insan olarak elimi uzatıyorum. Düşünce karşımda benim bildiğim kadar duruyor, bense onun karşısında bilinmeyen olarak bir denklem oluşturuyorum. Aramızdaki bağın kuvvetlenmesi adına daha da yanına sokulmak isteğiyle ona yaklaşıyorum. Attığım her adımda biraz daha eksildiğimi hissediyor ve ondan uzaklaşıyorum. Bu uzaklaşmanın içinde hislerimin üstün geldiğini anlıyorum.

Değerlerin muktedir olduğu her safhada, önümde olan zıtlığın kimden geldiği bir önem arz etmemeye başlıyor. Her şeyin üstünde gördüğüm değerlerim benimle birlikte yaşamaya, yaşatmaya ve inanmaya devam ediyor. Düşüncenin böylelikle bütün mahiyetini yitirdiğini ve ruhunu kaybetmiş bir cesedin karşımda durduğunu hissediyorum.  Duyularım kavrama alanından çıkıyor ve yaşadığımı insanlara anlatıyorum (henüz ne olduğunu hissedemeden yaşadığımın). İnsanlar bütün duyularını açarak geliyorlar yanıma, onlara aktarıyorum bütün bu yakınlığın içerdiği uzaklığı. Hayretle dinliyorlar, beni anlamaya çalışmıyorlar çünkü anlatamıyorum. Düşünemiyorlar çünkü bilmediğim bir şeyi anlatıyorum. İnsan bilmeden nasıl düşünebilir ki?

Hâlimden kopan hislerim insanlara yapışıyor, onlar da benim gibi hissetmeye başlıyor ve bir inancın doğuşuna şahitlik ediyorum. İnancın doğuşunu kuvvetlendiren değerlerimizin ortak olmasından kaynaklanıyor olsa gerek. İnsanlar aynı düşüncenin yoluna düşmemek için ondan uzaklaşıyorlar. Ben verdiğim güveni temellendirirken onların içlerinde besledikleri lakin bir türlü dışarı vuramadıkları yere dokunuyorum. Değerler üzerine kurduğum güvenle bilgisiz bir inancın temellerini oluşturarak işimi tamamlıyorum. Tamamladığım bu işte oluşturduğum algının katmanları arasında sıyrılacak hiçbir noktanın olmadığını hissetmek bana güven veriyor. İnançlar ortak paydaya ulaşınca yaşamaya devam ediyor, düşünce ise kirlenmiş inançların karşısına çıkarak yeni yollar aramaya, inancını yitirmiş olan değer kavramına haiz olmayan dimağlara yapışmaya ve onları kendine bağlamaya yöneliyor. Bütünden ayrışarak birime ulaşıyorum, ardımda bıraktığım hiçbir şey benim için ve benimle aynı paydada yer alanlar için engel oluşturmuyor. Benim isteğimden doğan bir durum onların isteğine dahi sunulmaya gerek duyulmadan onlardan uzaklaşıyor, inanmaya devam ediyorum.

 Otobüsün kirlenmiş camından dışarıda olup bitenleri izlerken içerisine dalıp gittiğim bu karmaşık dünyadan başımı sarsarak uyanıyorum. Uzun süredir ayakta bekleyen yaşlı bir adamın olduğunu fark ediyor ve hızlıca yerimden doğrulup ona yerimi veriyorum. Ayağa kalktığımda yüz yüze geldiğimiz yaşlı adamın yüzünde bir memnuniyet hissinin doğmadığını anlıyorum. Benim o koltukta oturduğum süre boyunca yaşlı adamın hakkımda hissettiği bütün şeyler kafamın içinde birikmeye başlıyor. Dışarıyı seyrederken dalgın düştüğüm anı göz önüne getiriyor ve hislerini ortaya sürmek adına düşünüyorum. Yaşlı adam içinden benim uyuma numarası yaptığımı, yaşlılara yer vermemek için bu yola başvurduğumu ve buna binaen kalkmadığımı düşünüyor ve bir hayli sinirlenerek henüz gerçeği bilmeden bana karşı oluşturduğu bu yargıyla baş başa kalıyor. Ben bunları düşünerek daha demin içine düştüğüm karmaşık âlemden dışarıda da farklı bir âlemin olmadığını hissediyorum. 

 Yaşamak her şeye rağmen yargılardan öteye gitmiyor, insan attığı her adımda bir diğerini saklıyor. Sokulduğumuz bu pencerede soluduğumuz nefes dahi bir yargının peşinden oluşuyor ve bizlere kendini sunuyor. Hâl böyle iken insan her ne kadar da her şeyin farkında olduğunu zannetse de bilmeyeceğini, anlayamayacağını ve hata yaptığını fark etmese de hayat buna izin veriyor. Yargıların doğduğu, değerlerin biçim kazandığı, kendi içinde kalıplaşan bir döngünün kısırlaştığı her günümde doğrulup bir kez daha düşünüyorum. İnsanların inancını değerler üzerine kurduğu dünyanın bir ferdi olarak sözlerimi Amerikalı filozof ve psikolog olan William James’in bir sözüyle tamamlamak istiyorum:

“Birçok insan düşündüğünü zanneder, aslında sadece yaptıkları ön yargılarını düzenlemektir.”

Spot: İnsan bilmeden nasıl düşünebilir ki?

Spot: Yaşlı adam içinden benim uyuma numarası yaptığımı, yaşlılara yer vermemek için bu yola başvurduğumu ve buna binaen kalkmadığımı düşünüyor ve bir hayli sinirlenerek henüz gerçeği bilmeden bana karşı oluşturduğu bu yargıyla baş başa kalıyor.