İnsanlar Yolda Vicdanlar Uykuda
Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş geçtiğimiz mart ayı itibariyle beşinci yılını doldurdu. Her geçen yıl şiddeti biraz daha artan savaş nedeniyle Suriye’nin büyük bir bölümü yaşanmaz hâle geldi. Bu durum Türkiye, Lübnan ve Ürdün gibi Suriye’nin komşuları haricindeki ülkelerin uzun süredir görmemezlikten gelmeye çabaladığı bir sorunu gündemimizin baş aktörü hâline getirdi; mültecilik. Savaş nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalmış insanlara ‘mülteci’ ismini takıyor olmamız meseleyi ne bizler için daha anlaşılır ne de onlar için daha kolay kılmıyor. Mülteci denildiği zaman; evleri, okulları, hastaneleri, iş yerleri bombalandığı için; yani onlarca yıldır yaşadıkları şehirleri artık yaşanamaz hâle geldiği için ülkelerini terk etmek zorunda kalmış insanlardan bahsedildiğini anlamamız gerekiyor. Her ne kadar geride dönebilecekleri bir yurtları kalmamış olsa da bazı ülkelerin bu insanlara keyfî nedenlerle gelmişçesine muamele ettiğine üzülerek tanık oluyoruz. 28 Avrupa ülkesinin kabul etmeyi planladığı toplam mülteci sayısı Türkiye, Ürdün, Lübnan gibi komşu ülkelerin tek başına misafir ettiği mülteci sayısına ancak yaklaşmaktadır. Pek çok Avrupa ülkesi mültecilik meselesini insani açıdan değil rakamsal olarak ele almaktadır.
Elbette mülteciler sorunu Suriye
ile başlamamış ve onunla sınırlı değildir. Dünya çapındaki toplam mülteci
sayısının 60 milyona yaklaştığı düşünülmektedir. Dünyaya hâkim güçler bu ve
benzeri mülteci krizlerini çözmekte hiç de aceleci davranmamaktadır. Dünyanın
dört bir yanında milyonlarca mülteci yardıma muhtaç bir şekilde durumlarının
çözüme kavuşacağı günü beklemektedir. Myanmar’daki zulüm ve baskıdan kaçarak
Bangladeş’teki kamplara sığınmış Arakanlı mültecilerin sayısı yarım milyona
yaklaşmaktadır ve Arakanlı mülteciler 30 yıldır bu kamplardan çıkarak evlerine
dönecekleri günü beklemektedirler. Son yüzyılda vuku bulan en büyük göç felaketlerinden
birisi de İsrail’in bağımsızlık günü olarak kutladığı 14 Mayıs 1948’de yaşanmıştır.
Filistinlilerin ‘Nekbe’ (Büyük Felaket) olarak adlandırdıkları günde 700 bin
Filistinli yani nüfusun %66’sı silah zoruyla göçe zorlanmıştır. Bu olaydan 70
yıl sonra, günümüzde halen 56 farklı kampta yaşayan Filistinli mültecilerin
sayısı 5 milyona ulaşmaktadır ve durumlarında herhangi bir iyileşme olduğunu
söylemek oldukça zordur. Örnekleri çoğaltmak mümkün: Yemen’de, Irak’ta,
Ruanda’da, Sudan’da, Somali’de, kısacası dünyanın dört bir yanında milyonlarca
mülteci fiziki, hukuki ve siyasi durumlarının çözüme kavuşmasını beklemektedir.
2016 yılı itibariyle mültecilik meselesi sürekli olarak gündemimize girmiş
durumdadır. Mülteciler hususunda üzerimize düşen en azından onların hâllerinden
anlamak ve imkânlarımız dâhilinde onlara yardım elini uzatmaktır.
Panama’dan Neler Sızdı?
Geçtiğimiz günlerde belki de
adını ilk kez haberlerde duyduğumuz bir ülkede patlak veren bir skandalla
karşılaştık. Panama Belgeleri (The Panama Papers). Her şey, Panama’da yaklaşık
40 yıldır faaliyet gösteren MossackFonseca isimli şirketin elindeki 2,6
terabaytlık devasa arşivi gazetecilerle paylaşması üzerine başladı. Bu arşivden
ortaya çıkan gizli belgeler tüm dünyayı hayrete düşürecek cinstendi. Dev
şirketlerden politikacılara, iş adamlarından siyasetçilere, diktatörlerden ünlü
simalara kadar pek çok farklı kişi ve kuruluşun ismi geçiyordu bu belgelerde.
Muhtemelen kirli yollarla edindikleri milyon dolarları irili ufaklı, gözlerden
uzak, kanunların pek işler olmadığı, ‘vergi cenneti’ olarak tabir edilen Panama
gibi ülkelerde nasıl sakladıkları ortaya çıktı. Bu duruma şaşırmadım derseniz
de niye şaşırmadın demeyiz merak etmeyin. Zira, dünyadaki en zengin yüzde 1’lik
kesimin serveti geri kalan %99’un toplam servetine eşit. En zengin 62 (altmış
iki) kişinin serveti dünya nüfusunun %50’sinin toplam nüfusuna denk. Bu durumda
dünyada bir şeylerin yolunda gitmediği aşikâr olsa da nasıl olduğu konusunda biraz
daha bilgilenmiş olduk.
Ruanda’nın 100 Günü
6 Nisan 2016 Ruanda’da yaşanan kanlı iç savaşın yıl dönümü idi. Bundan 22 yıl önce küçücük bir Batı Afrika ülkesi olan Ruanda’da sadece 100 gün içerisinde 800 bine yakın insan iç savaşta hayatını kaybetti. Katliam, o dönemde hükümette bulunan Hutu kabilesi mensuplarının bir diğer büyük kabile olan Tutsi kabilesine saldırması nedeniyle yaşandı. Fransa, soy kırımı gerçekleştiren Hutu hükümetinin o dönem içerisinde en yakın dostu ve destekçisi olması sebebiyle Ruanda Soykırımı’ndan en fazla sorumlu tutulan ülkedir.
Olayların çıkışına bakacak olursak; I. Dünya Savaşı’nın ardından Ruanda’nın yönetimi Almanya’dan alınarak Belçika’ya verildi. Belçika, iç karışıklığa sahip bir Ruanda’yı daha kolay yöneteceğini düşünerek kabileler arasında keskin bir ayrımcılık politikası uyguladı. Böylece yüzlerce yıldır birlikte yaşamış; aynı dil, tarih ve kültür’den gelen Hutu ve Tutsi kabilelerinin arasına düşmanlık tohumları ekilmeye başlandı. Belçikalı yöneticiler ayrımcılığı körüklemek amacıyla, işe alımlardan hastane kabullerine kadar bütün kararları ırksal farklılıkları gözeterek almaya başladılar. İki kabile arasında Belçika nedeniyle başlayan sorunlar uzun yıllar boyunca artarak devam etti.
1994’te yaşanan büyük soykırıma kadar pek çok irili ufaklı çatışmalar yaşanmış olsa da hiçbir zaman bunları çözmeye yönelik adımlar atılmadı. Dünyadaki soykırımlara sessiz kalmayacağını açıklayan ABD ve Fransa gibi ülkeler bölgeye müdahale etmemek için Birleşmiş Milletler’e verilen bütün önergelerden ‘soykırım’ çözcüğünün çıkarılmasını istediler. Geçmişte yaşanan sıkıntılar nedeniyle bölgeye yerleştirilmiş Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerleri de Amerika’nın baskısı nedeniyle bölgeden çekildi. Müdahale etme imkânı bulunan bütün ülkeler âdeta bir iç savaş çıkması için gerekli şartları hazırladılar.
Hutu’ların baskısı nedeniyle çevre ülkelere göçmüş olan Tutsiler katliam haberini alınca ülkenin doğusundan girerek katliamcılarla savaşmaya başladılar ve başkente kadar toprakları ele geçirdiler. O ana dek bölgeden uzak kalmayı tercih eden Fransa, ani bir kararla, katliamı gerçekleştiren Hutu hükümetine askeri yardımda bulunmaya başladı. Ülkenin bir bölümünde yönetimi ele geçiren Fransızlar katliamcılara karşı savaşmak isteyen Tutsi savaşçıların bölgeye girişine izin vermedi. Kısa süre içerisinde Fransızların bilfiil kontrolündeki bölgelerde 200 bin insan daha hayatını kaybetti.
İç savaşın faturası Ruanda için çok ağır olmuştur. 100 gün içerisinde 800 bine yakın insan öldürülmüş, 2 milyon insan komşu ülkelere mülteci olarak sığınmış, devlet kurumları çökmüş ve ekili tarım alanı kalmamıştır. Soykırımın nedeni olarak ülkede baş gösteren Avrupa kaynaklı ırkçılık teorisi gösterilmektedir.
İç
savaşın sorumlusu olarak pek çok Ruandalı kabileler arası ırkçılık tohumları
eken Almanya ve Belçika’yı, katliama fiilen destek veren Fransa’yı, katliamı
izleyen Amerika ve İngiltere’yi, bölgede silahlı gücü bulunmasına rağmen
müdahale etmeyen Birleşmiş Milletleri sorumlu tutmaktadır.
Savaşın Kayıp Çocukları
Suriye’deki savaş nedeniyle
ülkelerinden kaçmak zorunda kalan ve daha güvenli bir gelecek hayaliyle
Avrupa’ya bin bir zorlukla ulaşan Suriyeli çocuklarımız birer birer kayboluyor.
Son 2 yılda Avrupa topraklarına ulaşan Suriyeli mülteci çocuklardan 12 binden
fazlasının kayıp olduğu düşünülüyor. Çocukların çeşitli mafya çeteleri
tarafından kaçırılmış olduğundan endişe ediliyor. Avrupalı bir yetkili yaptığı
açıklamada şunları söylüyor: “Tamamını suç örgütlerinin eline geçtiğini
söyleyemeyiz. Sadece nerede olduklarını, ne yaptıklarını ve kiminle olduklarını
bilmiyoruz.” Elinden tutmamız gereken on binlerce Suriyeli kardeşimiz bilinmez
bir geleceğe adımlarını atıyorlar.
İsrail Mescid-i Aksa’ya Yönelik Saldırılarını Sürdürüyor
İsrail askerleri ve fanatik
Yahudiler Mescid-i Aksa’ya ve oraya ibadet etmeye gelen Müslümanlara yönelik
saldırılarını sürdürüyorlar. İsrail askerleri çeşitli bahanelerle sürekli
olarak Mescid-i Aksa’ya botlarıyla giriyor, ibadet edenleri taciz ediyor ve
mescide zarar veriyor. İşgalci İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa’yı
Siyonistlerden korumaya çalışan Filistinlilere ateş açmaktan çekinmiyor. Son 6
ayda yaşanan olaylarda İsrail askerleri birçok Filistinliyi şehit etti.
Filistinlilerin, İsrail askerlerinin silahlı saldırılarına yanıtı bıçaklı
operasyonlar oldu. Filistinliler Kudüs’te gerilim artmasından bu yana İsrail
askerlerine yönelik yüzlerce bıçaklı saldırı düzenlediler. Bu saldırılarda
yüzden fazla Filistinli şehit düştü. Bıçaklı saldırıları bahane eden İsrail
askerleri pek çok silahsız Filistinliyi sokak ortasında infaz etti. 18
yaşındaki Filistinli genç kızın peçesini açmayı reddettiği için şehit edilmesi
bardağı taşıran son damla oldu ve bıçaklı saldırıların artmasına neden oldu.
Son zamanlarda yaşanan olaylar kısmen azalsa da Kudüs’te ve Batı Şeria’da
gerginlik bir süre daha devam edeceğe benziyor.