Yoldan Çıkmadan Yola Çıkılmaz
“Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sorusu bizi var eden, varlığa getiren ve yine kendisine döndüren Yüce Yaratıcımızla ilişkilendirilemez bir hâlde soruluyor artık. Batı dünyasının bu soruyu en geriye götürdüğü yer avcı-toplayıcı ilkel toplum, en ileriye taşımayı planladığı yer ise tamamen teknolojinin tahakkümü altında, gündelik hayatı kolaylaştıran, bazen aşan, en nihayetinde tekniğin imkân verdiği son noktadır. İslam dünyası ise evveliyatını kadim medeniyetin fetihlerinden, fetihlerin getirdiği refahtan alan, sonrasında ise bu gücünü kaybeden ve nereye gideceği konusunda rotasını hâlâ bile bulamayan bir konumdadır. Bu sebeple İslam toplumu, kimi zaman Batı’yı taklit eden kimi zaman kendi özüne/köküne dönen ve en nihayet ikisini de başaramayan bir arayışın peşinde olmuştur.
İster sosyolojik bir açıdan bakılsın, isterse toplumu oluşturan fertlerin psikolojik durumu göz önüne alınsın her hâlükârda bu seküler anlayışın ortaya koyduğu tablo, maalesef bize bu sorunun yalnızca dünya ile olan ilişkisini vermektedir. Bu seküler tabloyu değiştirecek, çağının devrimini gerçekleştirecek, çağını kendisi kuracak ve bu sorunun hakiki cevabını verecek olan, iki yönlü bir perspektifle bu soruyu layıkıyla idrak edecek olan tek güç var, o da gençliktedir! Ancak gençlik eğer bu tablonun içinde kendisine bir yer edinmişse, kendisini böylesi seküler bir anlayışa sahip toplumun bir ferdi olarak görüyorsa bu durum, bir öncekinden daha büyük ve daha vahim sonuçlar meydana getirecektir.
Vira Bismillah De, Çık Yola
“Yoldan çıkmadan, yola çıkılmaz!” mottosu bu sebeple bizim şimdilik tek sloganımız olmalıdır. Bu ne demek peki? Var olan mevcut düzene gençliğin rötuşu, gençliğin dokunuşu denilebilir. Davası imanı olan, rehber-i Mustafa Muhammed olan, kılavuzu Kur’an olan bir gençlik, kendisini kendisi yapan, bütün hakikatlerinden onu uzaklaştıran bütün kötü şeylerin yolundan çıkacak, evvela o yolu terk edecektir. Yeni başlayacağı, vira-bismillah diyeceği yolda kendisini öncü kılacak, ahlakını yeniden Kuran ahlakı ile dizayn edecek bir gençlik artık “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sorusuna iki yönlü bakacaktır.
Bunlardan birincisi; Rabbimizden geldik, dönüşümüz yine onadır, hakikati ile şekillenecek, şekillenmelidir! Diğeri ise yine bununla paralel olarak, insan akıl sahibi, düşünen ve yaratılanların en yücesidir; o hâlde bilginin, bilimin, doğanın ve dahi evrenin ulaşılması mümkün olan bütün hakikatlerine erişmenin imkânı olduğunu görecektir. Ezcümle; davası imanı olan, dünyasını ve ahiretini kurtaracak olan modern Müslüman gencinin formülü şöyle olacaktır:
Ondan geldik, şu an muayyen bir vakte kadar yaşadığımız bir dünya hayatı ve onun pek çok cihetten gereklilikleri var ve en nihayet dönüşümüz yine O’na olacaktır. Yani insan bir “önce”den, bir “şimdi”den bir de bir “sonra”dan oluşmaktadır. Öncemiz belli, o asla değiştirilmeyecek, orada öylece duran hakikatimizdir. Bizim işimiz, şimdiyle ve sonrayla… Hem şimdi, hem sonrayla… Ama en çok şimdiyle ilgilidir!
Nereden Başlamalı?
İçinde yaşadığımız bu muayyen vakit, enikonu belli bu zaman dilimi, bizim sonraki hayatımızı ve Yüce Yaratıcımıza nasıl bir hâlde döndürüleceğimizi belirlemektedir. Peki, ilkelerinden vazgeçmeden hakikati için bu kadar mühim olan bu zaman dilimini modern Müslüman genci nasıl yaşamalıdır?
“Nasıl yaşamalıyım?” sorusu ahlak alanına dair bir sorudur. O hâlde her şeyden önce bir ahlak projemiz, bütün eylemlerimizi kendisine göre tasarladığımız bir etik kimliğimiz olmalıdır. Modern Müslüman gencin yaşamının her alanında olduğu gibi ahlak alanında da otoritesi, rehberi bellidir. Efendimizin ahlakı ile ahlaklanmak bize iki cihan saadetini de getirecektir. Hz. Âişe annemize, “Efendimiz nasıl biriydi?” diye sorulduğunda “Onun ahlakı Kur’an ahlakıydı!” diye cevap verirmiş! Kuran merkezli bir ahlak anlayışını hayatının şablonu hâline getiren Müslümanın 4 temel erdemi diğerlerini de belirleyici olduğu için gereklidir.
Bil
Bunlarda birincisi, bilgeliktir. Evet, Müslüman genci, çok okuyan çok araştıran, çok bilen, bildiğini kritik eden, kritik ettiğini sorgulayan, düşüncenin hakkını veren bir erdeme sahip olmalıdır. Kendi ilkelerinden vazgeçmeden Modern Müslüman hayatı yaşamak mümkündür! Bu imkân, modern gence izlediğini seçme, seçtiğini yorumlama, eleştirisini yapma hakkını neden vermesin? Yahut en güzel sanat eserini, pek kıymetli bir tabloyu muhayyilesinin yardımı ile “bizim gençler” neden yapmasın, yorumlamasın? En iyi sinemaya, en iyi müziğe, en iyi kitaba, en iyi dergiye bizim gençler neden ulaşmasınlar? En iyi araştırmalara, keşif ve bulgulara imza atan bizim gençler olmayacaksa kimler olsun? Hayatın sırrını elimizde tutuyorsak, iman penceresinden her şeyi görebiliyorsak daha iyisini yapmak her zaman bizim için mümkündür, imkân dâhilindedir! Yeter ki israfa kaçmayalım, yeter ki ilmin fayda vermeyeninden sakınalım, yeter ki günahtan, yalandan, fenadan, hatta ve hatta her türlü zinadan uzak duralım.
Adil Ol
Bir diğeri adalettir. İlhamını Kur’an’dan alan, pusulası ve hidayet rehberi Efendimiz olan modern Müslüman genci adildir. O; eşitliğe inanan, birlikte yaşama kültürünü benimseyen, sadece insana değil, cümle mahlûkata karşı adil olan, onlarla aynı evreni paylaştığının farkında olandır. Adalet sadece insan ilişkilerine dayalı olarak ortaya çıkan bir olgu değildir. Bakınız, tıbbın babası Hipokrat’ın tıp üzerine söylediği ilk sözler adalet üzerinedir. “Tıp ve adalet, ne alaka?” diyecekseniz buyurun:
Hipokrat’a göre, vücudumuzda soğuk-sıcak, ıslak-kuru 4 temel unsur vardır; bu dört temel unsurların her biri vücutta aynı oranda ve dengededir. Birinin fazla olması, diğerinin azalması vücudun adalet dengesini bozar ve vücut hasta olur. Mesela ateşi çıkan birinin ateşinin indirilmeye çalışılması vücudun adalet dengesinin tekrar geri kazanılmasıdır. Bu örnekler çoğaltılabilir hakeza. Dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki bütün ilâhi ve beşeri sistemlerin çoğu adalet dengesi gözetilerek yapılmaktadır. O hâlde adil olmak, Müslüman gencin fıtratında vardır, gayri fıtri davranmak ise bütün düzeni bozar.
Cesaret Et
Üçüncü erdem, cesarettir. Cesaret öyle bir şey ki korkaklıkla atılganlık arasında olan bir erdemdir. Müslüman modern genci, ne korkak olmalı ne de atılgan, emin olmadığı şeye yürüyen/inanan olmamalı! Cesaret erdemi, bizi bilgiye, keşif ve araştırmalara girişirken hiç çekinmeden en iyisi yapma düşüncesini vermelidir. Evet, modern Müslüman genci, cesurdur, girişkendir, bilginin, bilimin sınırlarını zorlar ama kendi sınırlarını da bilir, durması gereken yerden de emin olur!
Dengede Kal
Son erdem, ölçülülüktür. Diğer bütün erdemler ahlak binamızın tuğlalarıysa bu erdem de o tuğlaların harcıdır, birleştirenidir. Bütün eylemlerimizde, davranışlarımızda ne ifrat ne tefrit, her zaman itidal yani orta yol, yani ölçülülük en temel şiarımız olmalıdır. Adaletin de bilgeliğin de cesaretin de ve dahi bütün bunlarla ilişkilendirilecek tüm erdemler de en nihayetinde ölçülü olduğu sürece bizi dairenin içinde tutacak, bizi biz yapacaktır.
Kur’an referanslı ve böylece çeşitli düşünsel felsefelere de konu olan bu dört erdemi hayatının her alanına yayan modern Müslüman genci ancak bu sebeple güzel görür, güzel düşünür, hayatından lezzet alır ve şimdi’sini anlamlı kıldığı gibi sonra’sına da yatırım yapar. Geri kalan ise gündelik hayatın idamesidir.
Çıkar Yol
Hepimiz maddi ve manevi sınavlardan geçiyoruz. TEOG, YGS, LYS, YDS, KPSS ve ÖSS (Ölüm Sonrası Sınav) gibi pek çok sınavlar hayatımızın her merhalesinde bizi beklemektedir. Ama umutluyuz, çalışıyoruz, bir ahlak projemiz var, iman penceresinden bakıyoruz, dualarımız, beklentilerimiz ve tevekkülümüz var! Modern Müslüman genci, elinden geleni yaptıktan sonra gerisini Rabb’inden isteyerek varoluşunun gereğini böylece anlamlandırandır.
Dua zaten iki türlüdür:
– Elinden geleni yap! (Fiilî Dua)
– Elinden geleni yaptın, gerisini iste! (Kavlî Dua)
Bu iki durum bize tevekkülün hakkını verecektir. Tevekkül eden Müslüman modern genci bilir ki iman, tevhidi (her şey tek-bir olanın elindedir); tevhid, teslimi (o hâlde o bir’e güven); teslim, tevekkülü (o bir’e güven ve onu vekil kıl) ve en nihayet tevekkül de iki cihan (şimdi ve sonra) saadetini getirir. Ezcümle, “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hükmüne ram ol! Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol!” diyor ya M. Akif, rahmet olsun…
Evet, ey talip “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” diye soruyorsan cevabı senin avuçlarına bıraktım. Zahire aldanma, görünenin ardındaki görünmeyene dik gözlerini! Sonranın geleceği şimdinin ayrıntılarındadır; atılan bütün adımlar atacağın o son adım için değil midir zaten? Bil ki ey talip, yola çıkmak yoldan çıkmaktır! Seni sen yapan, seni asıl hakikatinden uzaklaştıran bütün yollardan, hepsinden, birer birer… Çıktığın-vardığın yeni yolun ise alternatifi yoktur. “Nereden başlayacağız?” diyorsan eğer içinde bütün yenilgilerinin yaralarını saran, hiç yenilgi görmemiş yerine dayan!
Bir sınava kaç zamandır hazırlanıyordum; çalışıyordum, dua ediyordum, umutluydum. Sınav Mart’ın 27’sindeydi. Tam da sınavın olacağı günün gecesinde saatler ileri alınacaktı. Sırf bu duruma uyum sağlamak için saatimi 2 gün öncesinden ileri almama rağmen sınav gecesi, her gün yaptığım gibi “kalkıp önce teheccüd kılıp, ezana kadar dua edip ve sabahı da kıldıktan sonra tekrar uyumak” düşüncemi ve alışkanlığımı sorgulamaya başladım. “Bu gece aynı şekilde kalkıp teheccüd-dua-sabah namazı ibadetlerimi yapsam sınava geç kalır mıyım? Uyku durumum nasıl olur? Bu durum sınavıma nasıl etki eder? Aylardır çalışıyoruz bu saat değişikliği de nerden çıktı?” diye diye için için düşünüp kararsızlıklarımla çaresiz kalmıştım. Sonra aklıma, küçükken oynadığımız bir oyun geldi. Oyun şöyleydi: Her birinde farklı farklı yazılmış kare kartlardan bir tane seçiyorduk, içine yazılan söz ya da not bizi anlatıyordu (güya)! Bu kararsızlıkların ortasında aklıma gelen çocukluğumun bu oyunu çıkış biletim oldu, bilemezdim. Bu bilet beni ana merkeze götürdü. “Madem kaynağımız, hayatı yaşama temel kılavuzumuz Kur’an’dır, Yüce Rabb’imiz iki cihanın da (şimdi’nin ve sonra’nın) saadet şifresini bu kitapla bize göndermiştir. O hâlde müracaatımız ana kaynağımız olmalıdır.” dedim. Rastgele bir sayfa ve ayet seçip onu okuyup anlamına da bakıp bu ayet benim kararsızlığıma bir çare olacaktır, konuya uygun bir ayet gelmezse bir daha bir daha aynı şeyi tekar edecektim. Kur’an’ı aldım elime, rastgele bir sayfa açtım ve baktım, Taha Suresi’nin son ayetleri… Tevafuk budur ya: “O hâlde onların dediklerine sabret, güneş doğmadan önce, onun batmasından önce Rabbini övgüyle anarak tesbih et! Gece saatlerinde gündüzün iki tarafında da tesbih et ki rızasına erebilesin”. “Kendilerini imtihan etmek için onlardan bir kısmını şu değersiz dünya hayatının cici bicisinden yararlandırdıklarımıza gözlerini dikme, Rabb’inin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır!” “Ailene de namazı emret, ona sabrederek devam et. Biz senden rızık istemiyoruz. Biz sana rızık veririz. Sonuç takvanındır!” Derin bir nefes aldım, rahatladım, kararsızlığım bir anda uçup gitti, teheccüd-dua-sabah namazı üçlüsünü de yaptım, ilginçtir hiç olmadığım kadar da dinç bir şekilde çıktım sınava gittim. Ve sınavım da iyi geçti! “Hamd yalnız Allah’a mahsustur.” dedim. |