#

PROF. NİHAR ERDOĞMUŞ İLE COVİD-19 YENİLİKLERİ HAKKINDA KONUŞTUK.

Tüm dünyanın tecrübe etmediği büyüklükte bir salgın ile karşı karşıya kaldık ve insanlık bu duruma hazırlıksız yakalandı. Pandemi sürecini nasıl anlamlandırmalıyız, nasıl okumalıyız?

Evet yeni bir durumla karşı karşıyayız. 2019 yılı sonunda Çin’den ilk haberler geldiği zaman yine önceki salgınlar gibi olduğunu düşündük. SARS’ı hatırladık, MERS’i hatırladık ve bizden uzakta bir şeyler oluyordu. Sonrasında Avrupa’da, İtalya’da ve İspanya’da yavaş yavaş yayılmaya başladı. “Ne oluyor?” derken, mart ayının başında Sağlık Bakanlığı’nın açıklamasıyla beraber Türkiye’de de artık ciddi bir şekilde gündemimize girmiş oldu.

Uzakta olan şey içimize, aramıza geldi katıldı ve yeni bir durumla karşı karşıya olduğumuzu biz de bizzat görmeye başladık. İnsan sağlığına önemli ölçüde zarar verecek bir virüsün gelip bu kadar hızlı bir şekilde tüm dünyayı etkileyebileceği ön görülmüyordu. En azından bizler onu ön göremiyorduk. Neticede bu virüsle beraber yeni bir durumla karşı karşıya kaldık. “Peki bu yeni durum neydi?

Bir yönü, dünyanın ihmal ettiği bir konu olan sağlık altyapısına dair eksiklikler karşımıza çıktı ve sağlık ihtiyacına cevap verme kapasitesinin zayıf olduğu ülkeler görüldü. Bununla birlikte neo-liberal politikalarla sağlık hizmetlerini özelleştiren ülkelerin de bu ihtiyaçlara cevap vermekte geç kaldığı fark edildi. Böyle olunca ülkelerin sağlık kurumlarının kapasitesinin yetersizliği ortaya koyuldu.

 İkinci bir yönü insan ilişkilerine dair bazı sorunlar yaşamaya başladık, ‘sosyal mesafe’ kavramı hayatımıza girmiş oldu. Bazı hocalarımız, bilhassa ismini zikretmekte fayda var, Ömer Torlak Hocamız, “fiziksel mesafe kavramını kullanalım” diye teklif etmişti. Bence de fiziksel mesafe demek gerekiyordu. Fiziksel mesafe ise bizi yeni durumlarla karşı karşıya getirdi ve bazı sorulara cevap aramamız gerektiği anlaşıldı:

“Kısa vadede neler olabilir?”, “Uzun vadede bizi neler bekliyor?”

 Öncelikle kısa vadede, virüsten korunma ve virüsün tekrar galip gelmemesi herkes için önemli bir husus olmaya devam edecektir. Bu süreçte deniliyor ki artık maske kullanacağız, fiziksel mesafeye ve temizliğe dikkat edeceğiz ve önlemler alarak virüsten korunacağız.

Uzun vadede ise yaşadığımız krizden sonra hem bireyler olarak hem de ülkeler olarak benzer bir duruma zihinsel ve fiziksel olarak hazır olmamız gerekiyor. Unutulmamalı ki, sonraki yıllarda da benzer durumlar karşımıza çıkabilir. Ayrıca önemsediğim ve kafa yormamız gerektiğini düşündüğüm diğer bir mesele de süreçle birlikte devam etmekte olan teknolojik, ekonomik değişimler ve sosyal hayat ile ilgili değişimlerdir. Artık şunu çok rahat söyleyebiliyoruz. Ekonomik, teknolojik ve sosyal alanda devam eden değişimler hızlandı. Burada bireysel düzeyde, kurumlar, ülkeler ve hatta uluslararası kuruluşlar düzeyinde hazırlığa ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz. Ben özellikle bunun altını çizmek istiyorum. Gelecek yıllarda muhtemelen afetler ve salgınlar gündemimizde daha çok yer alacaktır. Bu salgın, küresel düzeyde bir salgınla ya da felaketle karşı karşıya kaldığımız zaman nasıl hareket etmemiz gerektiğini öğrenmemiz açısından önemli bir tecrübe oldu.

Her şeyin küreselleştiği, insanın, paranın, ticaretin var olduğu bir dünyada bu hareketlilik, doğal olarak küresel sonuçlar da doğurmuştur. Dolayısıyla burada vurgulamak istediğim husus, salgının kısa vadede etkilerini gözlemleyebiliyoruz, fakat uzun vadeli etkileri ve muhtemel sonuçlarını da öne çıkarmaya çalışmalıyız. Bir süredir yaşanan ekonomik, sosyal, teknolojik değişimleri dikkate alıp, uzun vadeli bir hazırlık yapmaya da ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Eğer edilgen olan ya da reaktif takip eden değil de bu süreçlerin şekillenmesine katkı sağlayan fail olabilmek, özne olabilmek istiyorsak bu yönde tüm hazırlıklarımızı yapmak gerekiyor. Şikâyet etmek ya da oluşan yeni durumun etkilerine sızlanmak yerine, düzene katkı sağlayarak daha iyi bir dünya için çaba harcamaya ihtiyaç var. Netice itibariyle, tepkisellik yerine katkı sağlamanın daha önemli olduğunu ve bu konuda çaba gerektiğini düşünüyorum.

Dünya üzerinde sosyal ve teknolojik çalışmaların pandemi ile birlikte hızlandığından bahsettiniz. Yenilenen ve değişen dünya düzeninde, kulluk bilinci ile nasıl hareket etmemiz gerekir? Yeni dünyaya ayak mı uydurmalıyız? Yoksa ait olduğumuz geleneği yeni dünya düzeninde sürdürebilir kılmak için mi çalışmalıyız?

Şunu biliyoruz ki, buna benzer olaylar tarihte de yaşandı ve bundan sonra da yaşanacaktır. Burada bizim nasıl bir tavır takındığımız ve nasıl eyleme geçtiğimiz önemlidir. Gücümüzün yettiği düzeyde elimizden geleni ne kadar yapabildik ve ne ölçüde gayret gösterdik, biz bundan sorumluyuz.Bir yaratılış gayemiz, değerlerimiz ve kimliğimiz var. Yaratılış gayemiz nedir? Kimiz ve neyiz? Öncelikle birey ve toplum olarak bu anlamda bir farkındalığın gelişmesine ve

 Bununla birlikte bir daha oturup, “Biz tabiatı nasıl konumlandırıyoruz?”, “İnsan bizim için ne demek?”, “Toplum ne demek?”, “Çevre ne demek?”, “Teknoloji ne demek?”, “Ekonomi ne demek?”, “Bunlar nedir?”, “Nasıl gelişiyor ve işliyor?” bunları anlamaya ve sonrasında anlamlandırmaya ihtiyacımız var.

Dünyada neler olduğunu doğru kavrayabilmek, kendi değerlerinizden ve varoluş gayenizden yola çıkarak bunları anlamlandırabilmek çok önemlidir. Söylemeye çalıştığım şey, hayatımızı sürdürürken ve etrafımızda pek çok gelişme olurken hayatımızı etkileyen şeyleri yakından izlememiz ve bununla birlikte hayatı etkileyen faktörler konusunda görüşler, sistemler ve araştırmalar oluşturmamız gerekiyor. Eğer siz sistem ve araç oluşturamazsanız, bu araçlar toplumsal bir ihtiyaçsa ve insanlar bu araçları kullanıyorlarsa, var olanları kullanmaya devam edeceklerdir. Dolayısıyla şikâyet etmek yerine daha iyisi neyse onu ortaya koymamız; yaratılış gayemiz, kimliğimiz ve değerlerimiz perspektifinden olan bitenleri kavramamız ve bununla ilgili sistemler, araçlar geliştirmemiz gerekiyor.

Bu çaba onlarca yıl gerektirecek, belki de ömrümüz boyunca neticelendiremeyeceğimiz türden çalışmalara talip olmak anlamına geliyor. Biraz bu gözle de bakmaya ihtiyaç var. Uzun soluklu bir mücadeleyi konuşuyoruz. Benim net olarak düşündüğüm şey şudur: “Varoluş gayemiz Allah’a kulluktur.” Dünya’ya bunun için geldik. Ayriyeten ikinci bir vazifemiz de var: Dünya’nın her açıdan imar etmemiz gerekiyor. Dünyanın imarı derken sahip olduğumuz kulluk bilinci ve inançla içinde bulunduğumuz dünyanın her yönüyle daha iyi bir yer olması için uğraşılması gerektiğini kastediyoruz. Biz kul olarak bundan da sorumluyuz. Bu da el yordamıyla yapılacak bir şey değildir. Aksine; bilgiyle, bilinçle ve doğru yöntemler kullanılmasıyla gerçekleştirilebilecek bir çabadır.

Netice olarak, insanlığı nihai olarak ulaştırmamız gereken noktanın “insanlığı temel meseleye odaklanabilir hale getirmek” olması gerekiyor. Bizlerin, insanlığı temel meselelere çözüm üretmek hususunda içinde bulunduğu işlevsiz halden kurtarıp, daha güçlü bir hale getirme sorumluluğu var. Dolayısıyla kanaatime göre, insan hayatına dokunan, hayatı kolaylaştıran ve gerçekçi tekliflerin kendimizden başlayarak; yakınlarımız, ülkemiz ve insanlık için yeniden oluşturulmasına ihtiyaç var.

Salgın sürecinden resmi kurum ve kuruluşların yanında sivil toplum kuruluşları da fazlasıyla etkilendi. Sivil toplumun dününü, bugününü, yarınını düşünecek olursak, “gönüllülük” kavramını, değişen dünya düzeninde nasıl konumlandırabiliriz?

 Ülkelerin tarihine, koşullarına göre sivil toplum alanında farklı kurumsallaştırmalar söz konusu oluyor. Türkiye’nin geçmişten gelen değerli bir “vakıf kültürü” birikimi var. Bu kıymetli gelenek zamanla biçim değiştirmeye başlıyor. Geçmişte vakıfların yaptığı birçok faaliyeti bugün kamu kurumları gerçekleştiriyor. Sivil toplumun aynı çizgi üzerinde değişmeden devam etmesi çok mümkün değildir. Yeni örgütlenmeler, yeni çalışma sistemleri ile sivil toplum kuruluşları değişmeye devam ediyor. Dolayısıyla, değişimler olsa da devletin hizmet anlamında yetişemediği ya da girmek istemediği alanlar olabilir. Bu sebeple eksikliği gidermek için, toplumla temas halinde olan, topluma dokunan, toplumu keşfedebilecek, toplumun çeperlerine ulaşabilecek sivil toplum kuruluşları her daim var olacaktır.

Ayrıca, insani yardım, eğitim ve sağlık alanlarında tüm insanlığın farklı ihtiyaçları var olmaya devam edecektir. Bunun yanında sivil alanlarda çalışmanın, gönüllü olmanın, başkalarında faydalı olmanın insani bir ihtiyaç olduğunu bunun artarak devam ettiğini düşünüyorum. Değişim açısından baktığımızda da gönüllülük faaliyetlerinin tekil düzeyde sürdürülebilir olmasının yanında, pek çok sivil toplum faaliyetinin bir organizasyon çatısı altında yapılması güncel bir ihtiyaç haline geldi. Organizasyonların varlığı ise faaliyetlerde sürekliliği sağlıyor, birikim oluşturuyor ve daha verimli çalışmayı beraberinde getiriyor. Dolayısıyla sivil toplum faaliyetlerinin geniş ölçekli ve kurumsal olarak ilerlemesi, değişimin olumlu katkılarından en önemlisidir diyebiliriz.

Bunun yanında gönüllü kuruluşların düzgün yapılanması gerekiyor. Kendisine emanet edilen kaynakları suiistimal etmemesi ve kaynakları verimli kullanması en önemli görevlerinin başında geliyor. Yine, sivil toplum alanında faaliyet yürütürken işlem tekrarlarının olmaması mühimdir. Yeni dönemde sivil toplum kuruluşlarının kendi arasında iş birliği yaparak tekrarlayan faaliyetlerin önüne geçmesi ve yeni alanlara dağılmaları bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkacaktır. Bu anlamda sivil toplum kuruluşlarının gelecekle ilgili ortak bir yol haritası çıkartmaya ihtiyaçları var.

Gelecekte gönüllülük nasıl olacak diye baktığımızda ise organizasyonların gönüllüleri bulma hususunda ve gönüllülük esaslı çalışma sistemlerinde farklılıklar olacağını düşünüyorum. Gönüllüleri sivil toplum alanına çekmek, onları tatmin etmek, güzel işler yapıldığı hissiyatı verebilmek için yeni nesillerin anlayışlarına uygun ortamlar hazırlanması gerekiyor. Bunların yanında bugün yapılandan çok farklı gönüllülük türleri de ortaya çıkmaya başlayabilir. Hali hazırda proje bazlı, dijital ve kısa süreli gönüllülük gibi birçok farklı gönüllülük türü ortaya çıkmaya başlıyor. Benzer şekilde sivil toplum alanında yeni açılımlara hazır olmak gerekiyor.

Bir başka beklentim ise son dönemde dijitalleşmeyle beraber sivil toplum faaliyetleri bakımından yeni formlar ortaya çıkmaya başlayacak ve gençler yeni formlar çerçevesinde farklı faaliyetleri öne çıkartmaya çalışacaklar. Bu süreçte bir şeyi önemsiyorum: “Gençlerden sadece tanımlı olanı yapmalarını beklemek yerine, kendileri keşfetmelerine, önemsedikleri konulara dair kendi çalışmalarını yapmalarına, kendileri organizasyonlarını oluşturmalarına olanaklar sağlamalıyız.”

Karantinaya girdiğimiz ilk günlerden itibaren eğitim ve öğretim süreci, daha önce adını hiç duymadığımız çevrimiçi platformlardan devam ediyor. Fonksiyonel anlamda müfredatın öğrenciye aktarılması mümkün gözükse de sizce eğitimde verimlilik ne ölçüde olacaktır?

Yükseköğretim konusunda ve bu hususta bazı çalışmalar yapmıştım. Çevrimiçi eğitim Pandemi öncesinde de tartışılan bir meseleydi. Yükseköğretimde harmanlanmış eğitimin farklı yönleri konuşuluyor, 14 haftalık eğitim sürecinin ne kadarının uzaktan işlenebileceğine yönelik taslak çalışmalar yapılıyordu. Aslında çevrimiçi eğitim ve verimlilik yeni tartışılan bir mesele değildir.

Genel olarak hoca için de öğrenci için de zor olanın harmanlanmış eğitimin olduğunu düşünüyorum. Okula gelmediğiniz zaman kendiniz için çalışmanız, evde yaptığınız hazırlığı sınıfta sunmanız gerekecektir. Hoca ise kolaylaştırıcı bir rolde olacak, öğrencilere geri bildirim vermesi gerekecektir. Dolayısıyla harmanlanmış eğitim metodunun öğrencinin dinlemesi formülünden çok daha zor olduğunu ve eğitim için daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.

Bireylerin daha fazla sorumluluk alması gereken bir geleceğe ilerliyoruz. Buna paralel olarak, ilerleyen yıllarda ortaöğretimde, anaokulu eğitiminde ailenin daha fazla işin içine girmesi gerekecek diye düşünüyorum. Madem çocuklar en değerli varlığımızsa, o zaman aile olarak bizlerin de online eğitimin bir parçası olmamız gerekiyor. Çocuklarımızı okula göndermekle iş bitmiyor. Bu yönüyle ailenin eğitim sürecin bir parçası olmasının iyi olacağını söyleyebiliriz.

Arkadaşlarımızla konuştuğumuz zaman pandemi döneminde çocuklarına eğitimle ilgili zaman ayırmak durumunda kaldıklarını söylediler. Veliler ve çocuklarımız için çok güzel bir durum ortaya çıktı. Tabi ki pandemi sebebiyle ortaya çıkan istisnai durumu bir kenara bırakırsak, normal dönemde çocuklarımıza zaman ayırma bu kadar yoğun olmayabilir. Yeni dönemde eğitim için artık bir üçlünün varlığından bahsedebiliriz: Okul, öğretmen ve veli…

Bahsettiğimiz gibi gelecekte velinin önemli bir rolü olacağını ve velilerin de bu döneme hazırlanması gerektiğini düşünüyorum. Eğitimi ilerleyen dönemlerde tekrar konuştuğumuzda, sadece okula ya da öğretmene, üniversiteye ya da öğretim üyesine bırakılacak bir şey olmaktan çıktığını, ailelerin daha fazla sorumluluk alması gereken bir hale doğru everildiğini söyleyeceğiz. Entelektüel ve sosyalleşme kısmını bir yana bıraktığımızda, öğrenci sınıfa geldiği zaman gelmeden de bulabileceği bilgileri aktarıyorsak sınıfta olmanın hiçbir anlamı kalmayacaktır. Var olanı doğrudan aktarmak, robotlar ya da makineler tarafından da yapabilir. Makinenin ve robotun yapmadığı ne varsa biz hocaların onları yapması gerekiyor. Hal ve hareket, davranış, geri bildirim biçimi, yorumlama biçimi, konuyu ele alış biçimi gibi birçok yeni özelliğin de kazandırılması gerekiyor. Bu mesele de gelecek yıllarda eğitimcileri bekleyen en büyük sorunlardan bir tanesi olarak gözüküyor.

Bahsettiğimiz ideal uzaktan eğitim, bireysel düzeyde kişilerin hazırlık yaptığı, sorumluluk aldığı, araştırdığı, incelediği, araştırmasını sunduğu, sunum esnasında arkadaşlarından geri bildirim aldığı, hocanın geri bildirim verdiği ve öneri bulunduğu bir metottur. Öğrencinin bu metoda uygun yeni eğitim anlayışına hazırlanması gerekiyor. Dolayısıyla bütünlüklü bir bakışa ihtiyacımız var. Geleceğin eğitimini sadece teknoloji üzerinden, uzaktan yapılan eğitim olarak kodlamak da çok eksik olacaktır. Çalışma biçimi ve alınacak sorumluluklar bakımından da yeni bir düzenlemeye ihtiyaç var. Burada da bireylerin çok daha fazla aktif olmasını bir şekilde sağlamamız lazım. İnsanlar ihtiyaç duyarlarsa öğrenirler, dolayısıyla bu çerçevede eğitimi yeniden şekillendirmemiz ve şartlara uygun şekilde dönüştürmemiz gerekiyor.

Bizler bu süreçte kendimizle baş başa kaldık. İlk zamanlar içimize çekileceğiz dedik, şunu yaparız, bunu okuruz, şunları izleriz dedik ama hayal ettiğimiz gibi zamanı bereketli bir şekilde geçiremedik. Kendimizi bu hususta nasıl terbiye edebiliriz?

 “Allah sizi içe dönük yapsın.” diyeceği ben burada. Yeni dünya içe dönük insanlara daha çok şey vadediyor. Çünkü içe dönük insanlar enerjilerini kendilerinden alıyorlar. Gündelik hayatta dışa dönük çok şey sunulur. Dışa dönük insanlar enerjiyi dışarıdan alırlar. Ama içe dönük insanlar başkasına daha az ihtiyaç duyarlar. Kendini meşgul etme, kendine odaklanmış olma yönünden çok daha avantajlılardır.

Bu kadar çok dışarıda hayat geçirerek yaşadığımız için de kendinle baş başa kalmak çok kolay değildir ve sıkıcı bir şey olarak gelir. Çünkü enerjiyi kendinden alamıyorsun, dışarıdan alman gerekiyor. Ben kendinle baş başa kalabilmenin zamanla ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bu bir kişilik tarzıdır, alışkanlıktır. Hepimiz bazı zamanlar kendimizi sorgularız. Ama o sorgulamalar korkuya ilişkin olabilir. İç dünyamızı, kim ve ne olduğumuzu keşfetmek için çok çaba göstermiyor olabiliriz. Bu durumlarda profesyonel desteğe ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bazı insanlar bunu desteğe ihtiyaç duymadan da yapabilir ama bunun da çok erken yaşlarda kazandırılması gereken bir beceri olduğunu düşünüyorum. Profesyonel destek derken illa psikolog eşliğinde olmak zorunda değil, kişi kendi çabasını da ortaya koyabilir. Bu bir gayret ve emek gerektiriyor. Yani dışarıdaki daha cazibeli olan ilişkilerden kendini soyutlayacaksın ve kendi halinde kalacaksın, düşünmeye başlayacaksın. Bu herkesin becerebileceği bir şey değildir ve kendi halinde kalmak dünyanın en zor işlerinden biridir. çok klişe bir ifadeyle “İnsanoğlu uzayı keşfeder ama kendini keşfedemez.” derler. Bizden en çok istenen şey de akletmek ve düşünmek. Dediğimiz gibi bunu başarabilmek çok kolay değil ama yapabilmemiz gerekiyor. Gelecek yıllarda bizi meşgul eden uğraşlardan biri de bu olacaktır. Belirsizliğin fazlalaştığı, değişimin hızlandığı bir dünya da referans değerleri bulabilmek, çerçeveleyebilmek, bir yerlere odaklanabilmek, yol çizebilmek kolay bir çaba değildir. “Hangi meslekler popülerdir?” arayışından ziyade, “Ben kimim?”, “Ne istiyorum?”, “Ne arıyorum?”, “Hayatta benim için neler önemlidir?” sorularına cevap aramak daha önemlidir. Biz hayatımızda biraz tersini yapıyoruz; “Neler popüler?”, “Neler öne çıkıyor?” diye bakıyor, sonra “Ben hangisini yapabilirim?” diye düşünüyoruz. Haliyle başlangıç noktası yanlış oluyor. Kendimizi keşfetmek zahmetli, zor ve irade gerektiren bir çabadır. Bizim tam bu noktadan başlamaya ihtiyacımız var. Hem mesleki olarak hem de kulluk bilincinin tezahürü olarak zaman zaman kenara çekilip düşünmek gerekiyor. Kriz dönemlerinin hayatı gözden geçirmeye vesile olması beklenir ama o kadar çok araç ve eşyayla meşgulüz ki buna pek fırsat bulamıyoruz. Hayatımızda bu fırsatı oluşturmak için çalışmamız gerek diye düşünüyorum.

Bu yaşa geldiğim de artık öğrendiğim şudur: Eğer siz bir şeyi önemsiyorsanız, çözülmesi gereken bir sorun olarak görüyorsanız, onu kafayı takıp dertlenirseniz, uzun sürse de cevabı o doğrultuda bulursunuz. Aklımıza gelen bir sorun varsa, onu çözümü de vardır diye düşünüyorum.

Teşekkür ederiz hocam. Sizlerin son olarak eklemek istediği bir husus var mıdır?

Gençlere en büyük tavsiyem şudur: “Kendi farkındalığımızdan yola çıkarak, etrafımızı doğru kavramalıyız ve daima seferde olduğumuzu hatırlayarak hesabı verilecek bir hayatın peşinde olduğumuzu unutmamalıyız.” Allah’ın bana verdiği bu ömrün sonuna geldiğim zaman arkada, “Anlamlı, hesabı verilebilir bir hayat var mı?” ve “Geriye baktığımda gerçekten mutlu olarak yaşadığım, insanlığa katkı sağladığım bir hayat var mı?” bunlar sormamız gereken önemli sorulardır. Bu anlamda bir sorgulamaya, çabaya, motivasyona, netice itibariyle istikamet üzere olmaya ihtiyacımız var diyebiliriz.