#

ÇÖRÇİL TUNA

   Bugün her ne kadar bir dağı, bir nehri seven insanımız neredeyse kalmamış da olsa geçmişimize baktığımızda bir nehre tutkun bir dağa vurgun büyüklerimizi görmekteyiz. Anadolu insanının gönlünde Dicle, Fırat, Ağrı, Erciyes ne ise Rumeli insanının gönlünde Balkan ve Tuna nehri odur.

Akıncı beylerinin fetihleriyle, kılıç yoluyla yerleştiğimiz coğrafyalar aynı orduda yer alan kılıçsız gönül erlerinin gayretleriyle, gönülden bağlandığımız şehirlere dönüştü. Osmanlılar Avrupa’da nice şehirler kurdu veya nice şehirleri büyüttü. Kucağında büyüyen bir yavrunun yeşerip serpilmesini gören, ona emek veren, ümitlerini veren bir anne/babanın evladını gencecik yaşında kaybetmesi anne/babaya nasıl hüzün ve perişanlık veriyorsa, işte Rumeli’nin kaybı da Osmanlı Devleti ve Osmanlı nüfusuna o kadar büyük bir hüzün bırakmıştır. Yüzlerce yıllık topraklarından göçmek zorunda bırakılan türlü işkence ve zulümlere şahitlik eden yüzbinler, İstanbul ve çevre illere yerleştiler. İnsan bu en nihayetinde gelir yerleşir ve göçer ama göçmeyen şeyler de vardır.

Bugün her ne kadar bir dağı, bir nehri seven insanımız neredeyse kalmamış da olsa geçmişimize baktığımızda bir nehre tutkun bir dağa vurgun büyüklerimizi görmekteyiz. Anadolu insanının gönlünde Dicle, Fırat, Ağrı, Erciyes ne ise Rumeli insanının gönlünde Balkan ve Tuna nehri odur. Üsküp doğumlu Yahya Kemal’e kulak verirsek o da bize bunu fısıldayacaktır: “Türk’ün gönlünde dağ varsa Balkan’dır, nehir varsa Tuna’dır.”

Erkek çocuklarımıza isim olarak koyduğumuz Tuna Nehri, Türklerin Rumeli fetihlerinde İstanbul’u almadan evvel karşılaştıkları bir nehirdir. İlk gördüklerinde sanki hiç ayrılmayacakmışçasına muhabbet tesis etmişler ve kıyılarında şehirler kurmuş, üzerinde ticaret ve taşımacılık yapmışlardır.

Avrupa’da Kara Ormanlar’ın doğu yamaçlarından Breg ve Brigach adlarında iki küçük pınar olarak doğup Almanya’nın güneyindeki Donaueschingen kasabasında birleşen ve batıdan doğuya doğru 2840 kilometrelik uzun bir yolu kat ederek Karadeniz’e dökülen Tuna, yüzyıllar boyunca, Osmanlı tarih ve kültürünün de ayrılmaz bir parçası oldu. İstanbul’dan vapurla yola çıkılır, Köstence’de Tuna üzerinde hareket kabiliyetine sahip gemilere aktarma yapılır ve Avrupa’nın içlerine bu şekilde kolaylıkla ulaşırlardı. Öyle ki Osmanlılar Tuna Nehri’ne özel ‘ince donanma’ isimli bir donanma dahi kurdular.

Bugün Tuna Nehri, tam 11 ülkenin sınırlarından geçmektedir. Bu ülkeler; Almanya, Avusturya, Slovakya, Macaristan, Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Romanya, Bulgaristan, Moldova ve Ukrayna. Kıvrım kıvrım ‘Tuna’dan su değil tarih akar.’ Ve Karadeniz’e dökülen Tuna kendini bir müddet sonra ikiz kardeşi olan Boğaziçi’nde bulacaktır.  Samiha Ayverdi “Ah Tuna Vah Tuna” isimli eserinde “Boğaziçi’nin girinti ve çıkıntıları arasında âvâre âvâre akıp giden sularından eğilip bir avuç su alsak, bunun ne kadarının Tuna’dan kaçıp Karadeniz’i aşarak Boğaziçi’nin vuslatına erişmiş olduğu acaba kaç kişinin malumudur?” diye sormuştu.

Binlerce kilometre uzunluktaki Tuna, yüzlerce şehre hayat veriyor hiç şüphesiz. Ancak bunlardan kaç tanesi Osmanlı Devleti’nin kontrolüne geçmişti veya en azından muhasara altına almıştık sorusu yankılandı bir an. Tuna Nehri’nin kaç tane Osmanlı şehrinden geçtiğini bulabilmek için haritadan bir iz sürücü gibi nehri takip ettiğimizde işte karşıma şimdilerde her biri Balkanların seçkin şehirleri konumundaki şehirler çıktı ;

Viyana – Uyvar (Slovakya) – Estargon – Vişegrad – Buda ve Peşte – Töke – Hamzabey – Peç – Mohaç – Novisad – Petrovaradin – Karlofça – Belgrad – Semendire – Aktabya – Güvercinlik – Vidin – Niğbolu – Ziştovi – Adakale – Rusçuk – Yergöğü – Turtukaya – Silistre – Boğazköy – Mecidiye – Köstence – İsmail – Kili.

Her biriyle nice yüzyıllar hatıralarımızın biriktirilmiş olduğu bu şehirlerde kanımız var. Ve şehitlerin kurumayan kanlarının bulunduğu coğrafyalarla bugün irtibatımızın ne boyutta olduğunu her daim sorgulamalıyız.

Tuna ile alakalı edebiyatımızda en güzel yazıları İsmail Habib Sevük Tuna’dan Batı’ya isimli eserinde kaleme almış. “Tuna Türk’ün öz zemzemi. O koca nehir yalnız toprağın koynunda değil, içimizin derinliğinde akıyor; din gibi. Ecdadın Tuna için, yakuttan selsebil gibi

akan kanını seyrediyorum. Kandan daha yüksek hangi tapu senedi var? Tuna bizimdir. ”

Tuna’dan akan su, tarih olmuş, gün gelmiş Tuna nehri akmam dediğinde Türkler kendini İstanbul’a kadar çekilmiş halde bulmuş. Tuna, üzerindeki her bir şehri ile bizatihi kendisi ile bizlerin unutmaması gereken bir nehirdir.

Tuna ile alakalı okuma yapmak isteyenler için birkaç kitap tavsiyesi :

Tuna’dan Batı’ya – İsmail Habib Sevük, Tuna Güzellemesi-Haluk Dursun, Tuna Boyunca – Claudio Magris, Tuna Kıyıları – Falih Rıfkı Atay.