#

Aynı Sırayı Paylaşanlar/Ayşe Yazıcılar

Röportaj: İclal Yılmaz & Zeynep Öztel

Aynı Sırayı Paylaşanlar’da bu sayımızda Genç Gönüllüler Başkanı, Genç Dergi Yayın Kurulu Üyesi Ayşe Yazıcılar’ı ağırlıyoruz. Osmaniye İmam Hatip’te geçen günlerin hatırlattıklarını, İzm’lerin hayat tarzımız üzerindeki etkilerini, kökleri şahsiliğin ötesine uzanmış sorumluluk bilincini konuştuk ve ‘İnce Düşünce’ sokağına girip ‘Nezaket’ caddesine varılan bir hayata daha yakından baktık.

“Hayat Tarzımızı Cazip Hale Getirme Sorumluluğunu Üstlenmeliyiz”

  • Öncelikle “Ayşe Yazıcılar kimdir?” diye sorsak kendinizi nasıl tanıtırsınız?
  • 1985 yılında dünyaya gelmiş, eğitim hayatında yatay ve dikey geçişler yaparak çeşitli üniversiteler dolaşmış, en son Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun olmuş, 24 yaşında dünya evine girmiş, birer yaş ara ile iki erkek evlat annesi olmuş, çocukları ilkokula başladığında resmi görevi olan öğretmenliğe başlamış, babası “sizi vakfa vakfettim” dediği içindir mi bilinmez kendini bildi bileli sivil toplum kuruluşlarında gençlerle çalışmayı hayat tarzı haline getirmiş, şartlar ne olursa olsun yazmaktan vazgeçememiş, şu an Genç Dergi Yayın Kurulu üyesi ve Genç Gönüllüler Başkanı olarak faaliyetlerini sürdüren, Üsküdar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nde yazar ve proje koordinatörü pozisyonunda vazifesine devam eden, kendini keşfetme süreci bitmeyen, bazen kek çırparak bazen metin oluşturarak ama her zaman üreterek yaşamayı, loş ışıkta okumayı, muhatabını bulduğunda konuşmayı, güne erken başlamayı, çiçek bakımını ve iyi demlenmiş orta-sert filtre kahveyi seven kendi halinde bir insan. Kısaca böyle.

  • İmam Hatip sıralarındaki Ayşe’yi de tanımak isteriz. Nasıldı İmam Hatip yıllarınız?
  • 28 Şubat darbesinden dolayı İmam-Hatiplerin tercih edilmediği yıllardı. Gelenlerin çoğu da aile yönlendirmesi ile geldiği için ya sitemli ya öfkeliydi. Benim böyle tepkilerim hiç olmadı. Hatta gayet mutluydum, kendimi evimde gibi hissediyordum. Ortaokul yıllarında ne kadar içe dönüksem lisede o kadar dışa açılmıştım. Okul içi ya da harici programları organize ediyor, sunuculuk ya da hatiplik yapmaktan, bunların metinlerini hazırlamaktan müthiş keyif alıyordum. Yalnız okulun yaramaz öğrencilerindendim, bu da bir gerçek. Okumanın lezzetini lise son sınıfta almaya başladığım için o yıllar çok fazla kitap okuduğum söylenemez ama hocalarla aram iyiydi, özellikle bizleri “yetiştirmeyi” gaye edinmiş, dertli hocalarımın sohbetlerinden, kitaplardan alacağımdan -belki- daha fazlasını aldığıma inanıyorum. Onların sözleri ve halleri bugün bile hatırımdadır, yolumu aydınlatır.

  • Önce mekân vardı. İnsan, yaşanabilir tüm özellikleri üzerinde bulunduran bir mekânda var oldu. Bu ilk oluştaki gibi mekân ve insanı birlikte ele almak önemli ve medeniyetimizde örneğini neredeyse her alanda gördüğümüz bir bakış açısı. Bu bağlamda şu anda projelerinizi yürüttüğünüz “Genç Mekan”ı çalışmalarınız ve oluşturduğu kültür açısından nasıl konumlandırıyorsunuz?
  • Ben “insan ve heyecan” varsa “zaman ve mekân”ın bir şekilde oluşturulabileceğine inanıyorum. Genç’teki çalışmalarımızda 16 yılı geride bıraktık. Bu süre zarfında -kendi evim de dahil olmak üzere- çeşitli mekanlarda tamamen gönüllülük esasıyla faaliyetlerimize devam ettik. Son iki yıldır daha profesyonel ve kurumsal kimliğimizle Genç Mekan’dayız. Her ay 50’yi aşan programa 5000’den fazla başvuru alıyoruz. Eğitimcisinden temasına, tasarımından sosyal medyasına, idari işlerden ekip motivasyonuna kadar her aşamada titizlikle çalışıyoruz. Bu anlamda Genç Mekân, gençlerin kendilerini keşfetmeleri ve yetiştirmeleri için çeşitli alanlarda eğitimler organize eden bir okul, geçerken selam verecekleri bir dost evi, kapısı hiç kapanmayan baba ocağı gibidir. Samimiyetle laubaliliği, disiplinle asık suratı karıştırmamayı prensip edinmiş bir merkez, bir duruştur. Modernizmin dayattıklarını baltalayarak eski fakat eskimeyen kadim insanlık değerlerini cazibe noktası haline getirme gibi bir derdi vardır.

  • Uzun yıllardır gençlik çalışmalarında yer alıyorsunuz. Gençlerle çalışmak nasıl bir duygu?
  • Muhteşem! “Hocam yaşınızı göstermiyorsunuz, sırrınızı paylaşır mısınız?” diye soranlara iki şey söylüyorum. (Gençlik sırrımı burada da paylaşayım 😉 İlki sevdiğim işi yapıyorum. İkincisi sürekli gençlerle birlikteyim. Hal in’ikası diye bir gerçeklik var. Gençler neşe dolu, umutlu, azimli, olumlu, heyecanlı, gözü kara, yenilikçi, yorulmuyor, pes etmiyor, araştırıyor, öğreniyor, çözüm üretiyor. İnsanda bunların aksi olsa bile gençlerle bir arada bulunduğunda hemen onların o pozitif halleriyle halleniyor. Bulunduğumuz ortamda ne kokusu varsa onu hissederiz. O halde ortamı da kokuyu da bilinçli bir farkındalıkla oluşturmak lazım. Ki güzeli koklayalım, güzel kokalım.

Hayat yolculuğunda hepimizin üstlendiği bazı roller oluyor. Sizin bu açıdan zengin bir yaşamınız var. Annelik, gönüllülük, yazarlık, öğretmenlik vb. Bu alanlardaki rolleriniz içinde İmam Hatipli olmanın tesirini hissettiğiniz noktalar oldu mu? Olduysa bu tesirlerden bahsedebilir misiniz?
Elbette. Öğrencilik hayatımın yedi yılı İmam Hatipte, beş yılı -devamı niteliğinde olan- ilahiyatta geçti. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarım bu kültür içinde şekillendi. Üstelik öğretmenlik görevim de İmam Hatip Lisesinde. Bu bağlamda aklıma ilk olarak samimiyet, dini merkeze alan bir hayat tarzı lakin sadece şahsî olarak yaşamak değil aynı zamanda bunu yakından uzağa tüm çevremize anlatmak ve özendirmek, yani dava bilinci taşımak, insanların dertleriyle dertlenmek, toplumsal meselelere karşı sorumluluk sahibi olmak gibi bir dizi temel öge geliyor. Dolayısıyla roller değişse de üzerine oturduğu zemin değişmiyor. Bu tesir ile en başta kendi sorumluluğunu üstleniyor insan. Sonra çocuğunu ahlaki hassasiyetlere göre yetiştirme gayretine giriyor. Topluma karşı sorumlu hissettiği için gönüllü faaliyetlerden vazgeçemiyor. Öğretmenliği müfredatla ya da okul duvarlarıyla sınırlayamıyor. Yazarlığında anlamlı bir mesaj verme kaygısı oluyor. Bunların hepsi öyle kâmil seviyede olmuyor tabii. Yol ve yük durumuna göre aracı sarsmadan hedefe ulaştıran kişiye usta şoför denir. Bazen yoldan bazen yükten bazen araçtan kaynaklı sarsıntılar, inişler, çıkışlar olur. Yolculuğun tabiatında var bunlar. Esas mesele yolda olmak. Beklenmeyen durumlar için manevra kabiliyeti geliştirmek, kriz yönetimini refleks haline getirmek, yol selametken de güzellikleri “temaşa” etmektir esas olan. Hepsini tecrübe ediyoruz zira seyir halindeyiz…


“İzm’ler Ne Kadar Bizim” kitabınızla özellikle gençleri doğrudan ve/ya dolaylı olarak etkisi altına alan düşünce akımlarını yeni bir sesle dile getiriyorsunuz. Hayatlarımızın pek çok alanında, çoğu zaman biz fark etmeden, tercihlerimize etki eden düşünce akımları olduğunu biliyoruz. Bir tercihte bulunurken bu İzm’leri fark edip üzerimizdeki etkilerinden kurtulmak mümkün olabilir mi? Mümkünse bu bağlamda bize birkaç öneri verebilir misiniz?
İzm’lerin ortak noktasına baktığımızda hepsinin bir hayat tarzı sunduğunu görüyoruz. Her birisi kendi doğrularına göre neyin, neye göre, ne amaçla, nerede ve nasıl yapılacağını belirliyor. Belirlediği bu tarzı sunmakla kalmıyor parlatıyor, hatta bazen alenen bazen sinsice dayatıyor. Bu kitabı hazırlarken benim çıkış noktam “hayat tarzı” meselesiydi. İlk insandan bugüne mücadele, hayat tarzı mücadelesi değil mi zaten. Müslümanlar olarak kastettiğimiz hayat tarzının “İslam” olduğunu özellikle vurgulamaya gerek yok sanırım. Bir yanda kendi hayat tarzımız diğer tarafta teklif edilen/parlatılan yaşam biçimleri var. Kendi hayat tarzımızı kılcal damarlarına kadar tanıyorsak; sınırlarını öğrenmiş, kaidelerini benimsemiş, prensiplerini içselleştirmişsek tahakküm altına girme ihtimalimiz azalıyor. En başta burada muvaffak olmak gerekiyor. Sonrasında kendi hayat tarzımızı cazip hale getirme sorumluluğunu üstlenmek geliyor. Nasıl cazip ve tercih edilir hale getireceğiz peki? Aşk ile yaşayarak. İşte o zaman nerede ne yiyeceğimizi, kahve tercihimizi, neye güleceğimizi neye ağlayacağımızı, nelere öfkelenip nelere isyan edeceğimizi, hangi davranışların “ezik”lik hangilerinin “üstün”lük olacağını gerçekten kendimiz belirlemiş oluyoruz. Bilinçli farkındalık ve çelik gibi irade. Bu ikisi olmadan İzm’lerin tercihlerimiz üzerindeki etkisinden kurtulmak çok zor. Okuduklarımızı, izlediklerimizi, takip ettiklerimizi, hayranlık duyduklarımızı, kınadıklarımızı, alışverişlerimizi, iç geçirdiklerimizi, özendiklerimizi bu filtre ile yeniden yapılandırmakla işe başlayabiliriz.

Kısa Keselim Aydın Havası Olsun

Tekrar yaşasam dediğiniz hatıra?
Zor soru. 🙂
Kederlendiğinizde yaptığınız şey?
Tek başıma koru/ormanda yürümek/kaybolmak.
İnsan kendini özler mi?
Allah kimseyi kendini özleyecek kadar kendinden ayırmasın.
Kahveden başka 40 yıl hatırı olan şey?
Nezaket.
Sizce dünyanın kültür merkezi neresidir?
Mekke.
Gençler hakkında pek çok yorum var. Peki, orta yaş ve yaşlıların sosyal medya merakının sebebi ne olabilir?
Hayret.
Kendinizi neyin “Tiryakisi” olarak tanımlarsınız?
İnce düşüncenin.
Bir defaya mahsus yetkiniz olsa tüm dünyadan neyi kaldırmak isterdiniz?
İnterneti. Dünyayı etkisi altına alan malum virüs keşke bir çeşit internet virüsü olsaydı cümlesini çevremde duymayan kalmadı sanırım.
Çiçeklerin sizdeki değeri desek…
Hayatımın her yerindeler desem.
Bu sayfayı bitirince neyi okumaya gidelim?
Kendinizi.