Dünyadan Rafiki’ye Uzanan Yolda Tanzanya Gelinimiz: Sevde Sevan Usak
Yeryüzünü imar etmekte bir Afrika gelini olarak ilginç hikâyesini Sade Soda okuruyla buluşturmak istediğimiz Sevde Sevan Usak Hanımefendi’ye yakından bakınca dopdolu bir hayat hikâyesi çıktı karşımıza. Karış karış dünyayı nasıl gezdiğinden, gördüklerinden, bulduklarından; Tanzanya’daki hayatından, evinden, evliliğinden; Tanzanya’nın bir köyünde yetiştirmeyi başardığı bitkiler ile önayak olduğu tarımcılıktan, bu iyilik hareketinin Rafiki Organisation adıyla bir dernek oluş aşamasından, hayatlarına ortak olduğu Masai’lerden, Afrika’daki misyonerlik faaliyetlerinden ve Müslümanların bu anlamda nerede olduğundan konuştuk. Kemerlerinizi bağlayın, Afrika’ya doğru sıra dışı bir yolculuğa ve Elarai’de bir haneye misafir olmaya hazır olun!
Sevde Sevan Usak kimdir dediğimizde, sıralamamız gerekenler o denli çok ki, sizi sizden duymak isteriz.
Gezginlik, fotoğrafçılık dışında 20 yıllık radyoculuk ve yayıncılık hayatımız var. Üniversiteden hemen sonra radyoculukla başladım, yıllarca ulusal yayında kuşak program yaptım. Radyo 7’de çalıştığımız dönemde yıllarca çocuk kitapları tanıttım, benim en sevdiğim şeydi çocuk edebiyatı. O süreçte de yayınlarla birlikte radyo alanında da ödüller aldım: Türkiye’nin En Sevilen 100 Kadını, Türkiye’nin En İyi Kültür Sanat Programı gibi. O dönemde bir yayınevinin teklifi vesilesi ile çocuk kitapları ile yayıncılığa geçmiş oldum. O dönem yerli yazında çocuk yayıncılığı çok çeşitli değildi. 20 yıl kadar önce Türkiye’de olmayan ilk kesimli kitaplar, ilk sesli kitaplar, hikâyeli elifba gibi o süreçte yayıncılıkta birçok şeyin ilkini yapmak bize nasip oldu elhamdülillah.
Aynı zaman da sürekli gezmeye devam ettim çünkü gezmek her şeye farklı bakmamı sağlıyor. O dönemde Avrupa’ya fotoğraf çekmeye gitmedim, fotoğraf çekmeye otuzumdan sonra başladım. Aynı süreçlerde, öncesi de vardır da, yirmi beşimden itibaren 70-80 ülke gezdim. Mutlaka ilk uğradığım yer oranın kitapçılarıydı. İnceliyordum: Dünyada neler yapılıyor, o işin limitleri ne, baskıda şöyle bir kâğıt kullanılır mı, kesimler şöyle olur mu? Otuzların ortasından sonra kendi ajansımı kurdum. Para kazandım, gezmeye ve kitaba harcadım. Gezmenin işe bakışa çok etkisi oldu. Onunla birlikte kendini tanıma, kendi zaaflarını, eksiklerini anlama, kendi kapasiteni geliştirme anlamında farklı kültürleri görmek insana çok şey katıyor. Dışarıdan bakmayı öğreniyorsun, sadece durduğun yerden değil ki bu çok önemli bir şey. Türk insanının buna çok ihtiyacı var.
Her şey nasıl başladı?
5-6 yıl önce İHH’den bir telefon geldi. Bana “Facebook hesabınızı gördük, oradaki fotoğrafları gerçekten siz mi çektiniz?” diye sordular, ilkin inanmadılar. Bizim camiada başörtülü olunca sanki bir şeyi çok iyi yapamazsın gibi bir algı var. “Açe’ye yetimhanemize gidiyoruz, bizimle gelip yetimhaneyi fotoğraflasanız?”dediler. Öyle İHH ile hem yolculuğum hem gönül bağım başladı. İHH ile birkaç yere gittik, derken o fotoğrafları ve afişleri gören başka kurumlar aradılar. O şekilde 5-6 farklı dernekle farklı yerlerdeki yardım faaliyetlerini fotoğraflamak için çıktık. Öyle olunca normal gezilerde ulaşma imkânım olmayan şeylere ulaşma imkânım olmuş oldu, insanların hayatlarına girebildik. Özellikle Afrika insanını tanıma, Afrika’daki ihtiyaçları görme açısından çok ciddi bir katkısı oldu bana. Beraberinde dernek faaliyetleri nasıl yapılıyor, insanların ihtiyaçları ne, o çalışmalar sırasında gördüm.
İşin ilginç tarafı da ben İHH ile Tanzanya’ya ilk gittiğimde 2 ay öncesinde eşimle tanışmıştım. Tevafuk yani öyle oluyor demek ki böyle şeyler, sen planlamıyorsun Allah planlıyor. Tanzanya’ya safariye gittim, kaldığım yerde eşimle karşılaştık. Böyle bir tanışıklık oldu. Zaten 2. gün evlenme teklifi etti, çok hızlı oldu.“Ben emindim, gördüm, anladım.” diyor, ben de aynı şeyi hissettim anladım: “O” yani. Aynı süreçte Afrika’yı farklı koşullarda tanırken bir tarafta Tanzanya’da biz nerede nasıl evleneceğimizi ayarlamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla sevk-i ilahî gibi, zamanlama açısından Afrika’yı daha iyi tanımamı sağlayan bir şeyler gelişirken bir taraftan evliliğim oldu. Süreç öyle gelişti.
Evlenip Tanzanya’ya yerleşme kararı çok radikal bir karar değil mi? Size bu cesareti veren ne oldu? Orada ne buldunuz?
Dışarıdan bakan birine göre öyle olabilir ama bana göre hiç öyle değil. O kadar çok ülke görmüş, o kadar çok insanla tanışmışsanız orası şurası gibi bir ayrımınız olmuyor. Biz kendimizi zihnimizde hapsediyoruz. Sadece bir yere aitmişiz gibi tanımlıyoruz, sonra da bunun dışındaki her şeyi yabancı görüyoruz. Evet, Türk insanını çok seviyorum ama bu başka bir yeri sevmeme engel değil. Sıkı sıkı kendini bir şeyin içine kapatınca sadece bulunduğun alan kadar, diğerinde gördüğün gezdiğin yer kadar mutlusun ve özgürsün.
Ben İsviçre’de doğdum; Türkiye’de doğmadım, dolayısıyla yabancı kültür alışkanlığım var. En fazla ne olabilir ki? Kalırım, yapamam ve geri dönerim. Ben buna yıllarım gitti, ömrümü verdim, her şeyimi kaybettim gözüyle bakamam. Yapamazsam da derim ki “Yapamadım!” Yapamamak kötü bir şey değil ki. Yaşamam gerekeni yaşadım ve öğrendim. Dışarıdan bakan biri için radikal olabilir çünkü o kendi koşulları içinde bakıyor, benim için öyle değil. Kademe kademe oluyor bu işler, hazırlanıyorsun kendi başına karar alıp aldığın kararın sorumluluğunu taşımaya.
Ben ilk ayda tamam dedim eşime. Gidebilirim diyebilecek insan arka planda hazır; yapabilecek gücü, enerjiyi, cesareti zaten o yaşa gelene kadar bir yerlerden toplamış. Gezdim, gördüm, okudum, öğrendim, insanlarla tanıştım. Sevmeyebilirsin de, gidersin o ülkeyi sevmezsin, hayatı sevmezsin. Bence sorun olan denememek. Çünkü denemediğinde ne kaçırdığını asla bilemezsin. Ama denersen bilirsin. Ben pratik davranıldığında sıkıntı yaşanacağını düşünmüyorum.
Aranızda ciddi bir yaşam tarzı, kültür farklılığı olmalı. Bunu nasıl aştınız?
Eşim Tanzanyalı, bir de Masai. Masai’lerin bambaşka bir kültürü var. Bizim Türkiye’de Karadenizli ile Güneydoğulu evleniyor 50 tane sorunları var. Ben bambaşka kıtadan evlendim, hiç öyle bir sorunum yok çünkü mevzu onun bakışı ile benim bakışım. Bu anlayışa kavuşmak zamanla oluyor; biraz gezmekle, görmekle, fıtratın, aile yapısının da etkisi var.
Verdiğin küçük küçük kararların hepsi seni oluşturuyor. Mesela o üç yemeği karıştırdığında “Ay niye böyle yapıyorsun?”, pilavın içine muz attığında “Ay bu böyle yenir mi?” demiyorum. “Ver, bir de ben deneyeyim.” diyorum. Merkeze kendi alışkanlıklarını alırsan, dünyanın bir yerinden değil aynı mahalleden de arkadaşlığın olmaz çünkü ben doğruyum, benim yaptığım, düşünme, giyinme tarzım doğru şeklinde merkezde ben varsam eğer çatışma oluyor. Bu Türkiye’de çok yaygın ama ben orada hiç sıkıntı çekmedim. Hele yemek konusunda hiç. Ben yapıyorum, o yiyor. Ben de orada her şeyi deniyorum, niye yemeyeyim? Allah sana başka bir güzellik, zenginlik sunuyor; sen onu hiç denemeden reddediyorsun. Ne büyük kibir, Allah ikram ediyor, sen “Ay bu ne!” diyor itiyorsun.
Her şey ben’e göre olunca her zaman ben doğru oluyorum ama her zaman doğru değil, ayet değil ki; kültür bu, alışkanlık. O toprakta doğmuşsun, o toprakta o yetişmiş, kaç asırdır onu ekiyorlar, onu yiyorlar, sen de onu yemeye alışmışsın diye böyle. Dene bir, sevmezsen yeme. Onlar da yoğurt denediler. Zeytinyağlı, patatesliler… Beş gün üst üste bulgur yaptım. Bulgur yok orada, buradan götürdüm. Hepsini yedi çocuklar. Balkabağından tatlı yaptım, hayatlarında hiç yememişler, bütün çocuklar oturdu 5 dakikada bitti.
Elarai’de su kuyuları, ardından tohum ekme, tarımcılığa yön verme konusunda önderlik etmişsiniz. Bir tek kişinin bir köyde neler değiştirebileceğini bize gösterdiniz. Bize bu süreçlerden ve Rafiki Organisation’dan bahseder misiniz?
Ben eşimle evlenirken bunların hiçbiri hesapta yoktu. Ben eşimden, insanlığından acayip etkilendim. Gelmişim kaç yaşına, dünyada bu kadar yer görmüşüm; bunu yaşadıysam, buna evet diyorsam bunun arkasında başka bir şey olmalı, dedim. Allah bir şeyi sebepsiz ayarlamaz.
İlk gittiğimde motosikletle 35-40 dakikalık bir yerde klasik tulumbalı bir kuyu vardı, onu da zamanında bir Alman gelip açmış. O zaman eşim gidiyordu, motosikletle gece sıraya giriyordu, oradan su alıyorduk. Fakat 1 yıl sonra kuraklık başladı. İnsanlar 1 gün önceden kuyruğa girmeye başladılar. O da bozulunca, hayvanlar ölmeye, göçler olmaya başlayınca İHH ile görüştüm herkes ölüyor, sıra insanlara gelecek diye.
O bölgelerde kuyu açmak çok zor. Su kuyusunda derinlik arttıkça maliyet artıyor. Fon için arayışa çıktılar. Oradan bir partner buldular, ben sadece aracı oldum. 3 ayda kuyular açıldı. Sonra REHAM “Siz orada faaliyet yaparsınız.” dedi, evime yakın bir kuyu açıldı. Devlet ofisiyle konuştuk, araziyi versinler, kuyunun yakınında deneyelim, oluyorsa yavaş yavaş insanlara öğretiriz. Tohumlar, fideler götürdük. Süreç öyle başladı.
Acur, salatalık, domates, patlıcan, dolmalık biber, bezelye, Ayşekadın fasulye, kabak, balkabağı, patates bunların hepsini ektik. Sonra hasat Ramazan’a denk geldiğinde her şey olmuştu elhamdülillah. Eşim Müslüman köylerden gelenlere dağıttı iftarda. Hem de bizim oradaki Masai’lere dağıttı öğrensinler diye. İlk defa salatalık yiyorlardı. Mesela domatesi asla ısırarak yememişler, ağzına değiyor “ıy” diyor çocuk, biberi tükürüyordu. Şimdi çocuklar “Çok güzel Sevde.” diyorlar, alıştılar yani. Sonra bu duyuldu. TİKA’dan aradılar “Muhteşem bir iş yapmışsınız, biz bunu fonladık yaptıramadık, mutlaka bir dernek açın ki faaliyetleri artıralım ve size destek olalım. Tohum, traktör, eğitim, meslek eğitimi verelim.” dediler. Dolayısıyla Rafiki Organisation ismiyle derneği kurmuş olduk. Benim aklımda dernek kurmak yoktu. Sadece bireyseldi. Bunların hiçbiri planlı programlı olmadı yani. Tanzanya’da ihtiyaç var zaten diye yapılan bir şey değildi, var olan ihtiyacı gördükçe oldu. Rafiki de Swahilicede de dost manasına geliyor, Arapçadan gelmiş. Swahili kültürü zaten Araplarla Afrikalıların karışarak oluşturdukları çok güzel bir kültür.
Bir Türk’ün ağzından Tanzanya’nın bir köyü hakkında “bizim ora” sözünü duymak kulağa ilginç geliyor. Oranın insanı sizi nasıl karşıladı, orada bir ailenin üyesi olmak nasıl?
Hiç beyaz görmemiş değiller ama Müslüman beyaz görmemişler. İnanamıyorlar, Kelime-i Şehadet getiriyorum, bir şeyler söylüyorum, şok oluyorlar, hiç görmemişler. Oraları seviyorum ve şuna inanıyorum: Biriyle bir ilişki kurduğunda sen onun bir güzelliğini alıyorsun, o da sendeki bir güzelliği öğreniyor. Masailer çok ünlü bir kabile. Mesela Masai dedin mi o çok güvenilirdir, her yerde güvenlik görevlisi olarak alırlar.
Çocuklar çok fedakâr, kapıya geliyor okula gitmeden. Aç yani, bir şeyler veriyorsun, o çocuk yanında kardeşi varsa önce kardeşine veriyor, gerisi gelecek mi onu bilmiyor. Yok ama verileni de paylaşıyorlar, benim en çok etkilendiğim şeylerden biri.
Ve en önemlisi bir çocuğu bütün köy büyütüyor. Yani anne-babası olmayabilir, bakacak durumda değildir hiç önemli değil. Kendi çocuklarından hiç ayırmazlar. Tanımıyorsam kapıdaki çocuğu, ilk zamanlarda “Fabio bu kim?” derdim. O da derdi ki: “çocuk”. Bizdeki gibi önce bizimkilere verelim, kalırsa diğerlerine diye bir şey yok, tanımaya bakmıyorsun. Evimin etrafımda 30 çocuk var, bir şey alacağım zaman eşim diyor ki “30 tane alabileceksen al, alamayacaksan bırak. Birine verdiğinde ötekine veremezsen olmaz.”
Misyonerlik faaliyetleri hakkında da konuşmak isteriz. Diğer ülkelerin bu tür faaliyetleriyle karşılaştınız mı? O insanlara yardım konusunda ülkemizin durumu nedir?
Afrika’da çok planlı misyonerlik faaliyeti var. Özellikle çok fakir Müslüman köylerine okul açıyorlar. Başka okul olmadığından köydeki herkes o okula gitmek durumunda kalıyor. Sonra yaklaşık 10-15 yıl boyunca her hafta ailelere erzak dağıtıyorlar ve Müslümanlara Hristiyan olun diye hiçbir şey teklif etmiyorlar. Erzak dağıtırken, okuldaki derslerde düzenli olarak İncil’den ayet okuyorlar, sürekli İsa’dan bahsediyorlar. Sonra çocuk üniversite çağına gelince “Artık bizimle devam etmek istiyorsan Hristiyan olman gerekiyor, eğer kendi dininde kalacaksan bundan sonra biz sana yardım edemeyiz.” diyorlar.
Adamlar 10 yıl boyunca erzak dağıtıyor. Çocuklarla oturuyor kalkıyor. Onların koşullarına uyuyorlar, ondan sonra çocuk o kadar çok seviyor ki arkasından “Hristiyan ol.” deyince bir fark göremiyor çünkü zaten İslami eğitim almıyor. O süreçte de Hristiyanlığa kulağı alışıyor, oradaki insanı seviyor. Bunu bana bizzat yaşayanlar anlattı. Açlar, köyde okul/medrese hiçbir şey yok. Müslüman olan gelenekten, aileden dolayı Müslüman.
Afrika’da son 50 yılda yüzde 20’den fazla Hristiyanlaşma oldu, 30-40 yıl sonra çok daha azalacak. Bunu programlı yapıyorlar. Hristiyanların politikasını gördükçe beni en çok üzen şey maalesef Türklerde çok kısa sürede çok hızlı sonuç alma arzusunun olması. Bizde Türkler “Parayı yolladım abla, topla milleti, vaaz için hocalardan birini yollayayım, otursun vaaz etsin.” Öyle olmuyor, sen onun hayatını bilmediğin için farkında değilsin, anlattığın şey onun hayatına değmiyor. Sen kendi koşullarına göre ne anlatırsan anlat tutmaz ki onun yerini.
Bizim Müslümanlar Hristiyanların nasıl çalıştıklarının, neler yaptıklarının farkında değiller. Orada Müslümanlar patır patır Hristiyan oluyor. Biz dinimiz Hak olduğundan her durumda onu kabul etmek zorundalar diye bakıyoruz koşullarını düşünmeden. “Bir kitap verdim okudu, fikri değişti.” değil, bu iş örnek olmak. Oysa orada adam aç. Yardıma, onu dinleyecek birine ihtiyacı var. Kim yol gösterirse, kim şefkat gösterirse o doğru geliyor. Bizim yaptığımız gibi Hristiyanlıkta üçleme var vs. şeklinde bir muhakeme yok. O; eğitimli, üniversiteye gitmiş insanla masa başında tartışılacak şey. Bu insanlar avam, yani örnek olacaksın sadece.
Gidip ilgileniyor, dertlerine bakıyorsan örneksin. Benim orada özellikle kalmak isteme sebebim de buydu. Öyle olunca beni seviyorlar, sarılıyorlar; benim adımı, annemin adını çocuklarına verdi Hristiyan aileler.
Türkler de maalesef “Müslüman’a gidecekken niye Hristiyan’a vereyim?” diyor. Orada Müslüman-Hristiyan karışık zaten, aynı yerde oturmuş muhabbet ediyorlar. Sen “Siz gelin, Müslümansınız size sadaka veriyorum; siz Hıristiyansızın, siz kalın.” diyorsun ki böyle bir şey seni de senin dinini de çok kötü gösterecek bir şey. Bize orada düşen çok şey var. Biraz daha geniş bakmayı öğrenmemiz lazım, çok dar bakıyoruz.
- 70 üzerinde ülke görmüşsünüz. Nasıl yaptınız bunu? Dünyayı gezmek mutlaka herkesin hayali. Harekete geçmek için ne yapmamız lazım?
Ben yakından uzağa, kolaydan zora doğru başladım. Üniversitede nerdeyse Türkiye’nin tamamını gördüm. Dediğim gibi üniversitede başladım, harçlıklarımı biriktirdim, üniversitedeyken ders notlarım çok iyiydi, yaşıtlarıma ders veriyordum. Kendi kazandığım parayı biriktirip onunla Türkiye’yi gezdim. İsviçre doğumlu olduğum için Avrupa’ya da gittiğim oldu akrabalarımızdan dolayı genellikle. Sonra çalışmaya başladığımda ilk gittiğim yerler yakın yerler, Avrupa ağırlıklı oldu genelde. İlk başlangıç İtalya’dır, İspanya’dır. Kuzey Afrika’da ilk Tunus’a, Fas’a gittim. İlkin daha yakın, daha az bütçe ile gidebileceğim yerler, kısa süreli gezilerdi. Şimdi çok kolay, o zaman illa turla gidiyordun ya da tek başına zor oluyordu. Şimdi ucuz kalınacak yerlerle ilgili çok aplikasyon var. 1-2 dolara bilet alanlar nasıl aldıklarının sırlarını anlatıyorlar. Ama şunu çok net söyleyebilirim, Türkiye’de bir yerde yaz tatiline vereceğin parayla Avrupa’da bir yere çok rahat gider gelirsin.
Bu biraz niyet etmek ve istemekle alakalı. Bunun maddi imkânla alakası yok. Benim hâlâ 1 lira kutum var, bozuk paralarımı biriktiriyorum. Taksiyle gideceğime minibüsle gidiyorum, o parayı oraya koyuyorum. Öyle çok yaptım, fedakârlıkta bulunup 3 ay aynı gömlek aynı pantolonu giydim ama o yaz kaç ülkeye gittim. Neyi çok istediğinle, neye önem verdiğinle alakalı. Hele şimdi vizesiz yerler çok. Turları araştırıp ucuz tur bulmak lazım, ben onu çok yaptım. Zaten bir iki kere yaptınız mı rahatlıyorsunuz. Filipinler’e, Avustralya’ya gitmek istiyorsun ama dur, önce bir sağını solunu gör, yavaş yavaş. Edindiğin her tecrübe onun üstüne ekleniyor.
Ben şuna inanıyorum, bir şeye niyet ediyorsa bir insan, duası hükmüne geçiyor; bir şeyi istiyorsa ona nasip olur. Benim kalbimden geçen her şey oldu, özellikle gezme konusuyla ilgili. Çok gezmek istediğim yerin hep internette videolarını karıştırıyorum, hep okuma yapar tüm belgesellerini seyrederim. Şu anda da Madagaskar’a, Kosta Rika’ya gitmek istiyorum. Bir şeye neden olmasın ki, diye bakmak lazım. Gidenin ne farkı var? O da insan, ben de. O yapıyorsa ben de öğrenir, ben de yaparım, niye olmasın?
Ama gezmek istiyorsanız alıştığınız konfor alanınızdan çıkmanız gerekiyor. Ben İstanbul’da yaşadığım koşulları Tanzanya’da sürdürmeye kalksam bunun olma ihtimali yok. Ama ben görmek istiyorum, eşimle beraber mutlu bir hayat istiyorum; o zaman bambaşka bir şey çıkarıyor Allah karşına. İlla böyle olacak şartlanmasından kurtulmak lazım, Allah çok daha iyisini verir bilemezsin. Ben buna çok inanıyorum, biz kendi öngörülerimizle Allah’ın vereceği nimeti sınırlıyoruz. İnsanın kendini zihinsel olarak serbest bırakması çok önemli.
Kısa Keselim Aydın Havası Olsun
Dünyanın neresine ait hissediyorsunuz?
Her yeri
Bunca seyahat size ne öğretti?
Yargılamadan bakmaya çalışmak
Elarai’de en sevilen Türk yemeği?
Yoğurt çorbası ve tarhana
Seyahat için olmazsa olmazınız?
Fotoğraf makinesi
Giderken ne götürelim, gelirken ne getirelim?
Muhabbet
Onsuz da yaşanıyormuş dediğiniz bir şey?
Buzdolabı
Afrika’ya giderken yanımıza almamız gereken 3 şey nedir?
Balon, boya kalemi, şeker
Sizin mottonuz?
Mutlu et, mutlu ol.
YEK
instagram.com/rafikiorganisation
Bir insanın hayatına dokunabilmektir iyilik
– Sevde Sevan Usak