#

Değmeyin Keyfimize: “Gençler gürül gürül geliyor”

Söyleşi: Enes Yılmaz

Dergimizin pek nadide yazarı, dergimizin isim babası Mahmut Bıyıklı abimize derdimize derman olacak sorular sorduk, hepimizi yüreklendirecek cevaplar aldık. Okumaz mısınız? Sodalar bizden…

Hâlihazırda Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul şube başkanısınız. Görev aldığınız süreden beri tanık olduğumuz üzere etkinliklerin biri başladı, biri bitti; çok faal bir kurum TYB. Peki, TYB kültür hayatımıza neler kattı. Gelecekte neler yapmayı planlıyorsunuz?

TYB Türkiye’de zihin oluşturma anlamında da büyük bir etki uyandırdı. Faaliyetleri süreklileşen, gelenekselleşen faaliyetler oldu. Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni, Kültür Sanat Ödülleri gibi, onlarca yıldan beri devam eden Şehir Tarihi Yazarları Kongresi ve Edebiyat Festivali gibi yıllara meydan okuyan, geniş çaplı çalışmalara mührünü vurdu.

Yazarlar Birliği geçmişten bugüne getirebildiğimiz güçlü edebiyat mirasımızı geleceğe taşımanın idealini taşımıştır. Türkiye’nin en büyük yazar örgütü olan TYB, herhangi bir iktidar döneminde iktidar imkânlarıyla kurulup iktidar gittikten sonra kaybolan derneklerden değildir. Darbelere meydan okuyarak her türlü imkânsızlıklara direnerek bugünlere gelmiş, her zaman sözünü en gür şekilde söylemiştir. Bugün fark edilen bazı meseleleri TYB kırk yıldan beri söylemektedir. Siyasette, ekonomide vs. iktidar olunabilir ama kültürde yoksanız bütün kazanımlarınız bir anda kaybolur, hakikatini daima dillendirmiştir.

TYB’nin irfan ordusu, yaşamaktan çok yaşatmaya gönül vermiş, sabırla ve azimle fakat gösterişten kaçınarak ruh cephesinin maden işçiliğine talip olmuştur. Milletimiz, ülkemiz ve insanlık için fedakârlığı mesleki sorumluluk olarak görüp yılmadan, yorulmadan çalışmaya, üretmeye devam etmektedir.

Bu topraklarda yaşamak bize önce milletimiz, ümmetimiz ve bütün insanlık için kurtarıcı bir hamle yapmak sorumluluğunu yüklüyor.

Bu hizmet anlayışı bir meşale gibi nesilden nesile taşınmaktadır. Kuruluşunda yeni doğmuş olduğum bu güzide kurumda bugün emek ve yürek verenlerden birisi olmak benim için büyük bahtiyarlıktır. Bu vesile ile bu örnek kurumu zor zamanlarda kurup bütün zorluklara rağmen bugünlere getiren TYB Şeref Başkanı Mehmet Doğan’a ve aziz yol arkadaşlarına ne kadar teşekkür etsek azdır. TYB bayrağını tertemiz bir şekilde yurdumuzun burçlarında kırk yıldır dalgalanmasında en büyük pay şüphesiz onundur.

Gelecekte de kırk yılın tecrübesiyle görkemli çalışmalara imza atacağız. 2018 yılı boyunca 40. yıl faaliyetlerimiz olacak. Bu ülkenin değerlerini dert edinen kültür cephesinin kahramanlarıyla omuz omuza verip uluslararası arenada ülkemizi temsil edecek nitelikli çalışmalara imza atacağız. Bu topraklarda yaşamak bize önce milletimiz, ümmetimiz ve bütün insanlık için kurtarıcı bir hamle yapmak sorumluluğunu yüklüyor.

14 yaşındaki Filistinli Fevzi el Junidi…

Ümmet ve coğrafya olarak son yıllarda önemli sınavlar veriyoruz. Sizin gözünüzden bakalım biraz dünyaya. Her şeye rağmen Mahmut Bıyıklı’yı heyecanlandıran, umuduna umut katan bir şey var mı?

Coğrafyamızdaki sosyal-siyasi meselelerin yoğunluğu, Ortadoğu’daki farklı gelişmeler, sürekli teyakkuzda olmamızı gerektiriyor. Çağa tanık olmanın mesuliyetleri bizi buna bir nevi mecbur kılıyor. Öte yandan son yıllarda acılar, en ağır şekilde ülkemizin gündemine rengini vermeye devam ediyor. Şehitlerin verdiği yürek yangınlarının yanında ihanet cephelerinin bıraktığı hasar zihnimizden çıkmıyor. Yine de ümidimizi korumakla memuruz. Yılmadan, yorulmadan milletimiz ve ümmetimiz için gece gündüz çalışacağız. Her birimiz “Ne yaparsam Kudüs kurtulur, hangi adımı atarsam mazlumların dertlerine deva oluruz?” bilincini kuşanmamız gerekiyor. Bu manada bütün acılara rağmen beni heyecanlandıran, ümidime ümit katan şey İsrail askerlerinin gözaltına aldığı 14 yaşındaki Filistinli Fevzi el Junidi’nin cesur bakışı, dik duruşu, kahraman yüreğidir. Ümmette bu çocuklar oldukça sonunda galip gelen mutlaka biz olacağız.

Düştüğümüz yerden ümidimizle ayağa kalkacağımıza inanıyorum.

Yeniden diriliş mümkün mü peki?

“Her medeniyetin, geleceğini bir seziş tarzı ve koruma üslubu vardır.” diyor Sezai Karakoç. İslam; ruh, zekâ ahlak ve cihad şuuruyla dünyaya nizam getirecek tek hakikat olduğu hâlde son yüzyıllar İslam dünyasının Batı’ya adapte kadro zihniyetler eliyle dört taraftan atıl bırakıldığına şahitlik ettik.

İnsanı hiçe sayan akım ve ideolojilerin sanatla hayata girdiği, İslam öncesi pagan kültüre yöneliş çabalarıyla körüklenen büyük gerilim ve çatışmalarla büyük bir medeniyetin tahrip edildiği dönemlerden geçildi. Düşüncede diriliş olmadan inançta, inançta diriliş olmaksızın duyuşta, duyarlıkta, sanatta, edebiyatta bir diriliş beklemek hayal olsa gerek. Tanzimat’tan beri müptela olduğumuz düşünce durgunluğu, azim bir medeniyeti üzerine uymayan taklit düşüncelerin eşiğine bıraktı. Düşünce kökleri kireçlenen bir ulu medeniyetin çocukları ruh ve kafa köleliğini meslek edinerek denenmemiş, peşin hükümler deryasında savrulmakta.

Saadet asrına dayanan sahih bir geleneğin renk ve edasını yeniden bugüne çağırabilmenin yollarını bulmak gereği üzerindeki iç yolculuğumuza, kaybettiklerimizin büyüklüğüne rağmen hep gönlümüzde taşıdığımız ümidimizle düştüğümüz yerden ayağa kalkacağımıza inanıyorum.

Modern çağda yaşayan bireyler olarak en çok neye ihtiyacımız var sizce?

Hakkı, hakikati bilmek ve ona tâbî olmak ihtiyacındadır çocuk kalbimiz. Zannın, yalanın, gıybetin, iftiranın taşları onun iman alevini söndürür. Onlara maruz kaldığımız her ortam gönül kandilimiz için tehlike arz eder. Bunun neticesi, tükenmez şikâyetler, hiçbir şeyle mutlu olmama, çevreye uyum sağlayamama; dolayısıyla Yaratıcı’yla aramızın bozulmasıdır. Kalp, tam çalışır hâle getirilemediği sürece ruhumuzu dolayısıyla yaratıcılığımızı ve eşreflik sıfatımızı tüketiyoruz. Güzel insanların bulunduğu, anıldığı ve güzelliklerin yaşatıldığı ortamlara ihtiyacımız var her yaşta.

Okumaktan mana nedir?

Kendimizi, kâinatı, hayatı ve yaratıcı aklı okumak, anlamak ve uygulamak… Okuma fiilinin ruh sağlığımız üzerinde bariz olumlayıcı ve olgunlaştırıcı bir etkisi var. “Sakın okumayayım deme!” azim tembihine mazharız. Okumuyorsak, düşünmüyorsak, başkalarını düşünmeyi ve anlamayı denemiyorsak benlik putlarımızı kırabilmemiz zorlaşıyor. Bu da hayat denilen ilahî senaryonun anlaşılmasına ve rolümüzü hakkıyla oynamamıza engel oluyor. Anne babasının ışıl ışıl sevgi ve güven saçan gözlerine bakarak bir masal eşliğinde uykuya dalan bir çocuktan okumayan bir genç çıkma ihtimali düşüktür her zaman için.

Gençlere güvenmeyen kaybeder.

Gençlerden ümitli misiniz?

Hem de çok. Farkındalık oranı yüksek, alışkanlıklarının esaretini kırmayı başarmış ve devamlı kuvvetlendirdiği coşkusu heyecanı ile kemalini ve çevresini harekete, yaratıcılığa ve verimliğe sevk edebilen her haliyle iftihar edebileceğimiz bir gençliğin filizlendiğine inanıyorum. Açık söyleyelim. Gençlere güvenmeyen kaybeder. Türkiye büyük bir genç nüfusuna sahip. Devletlilerimiz her alanda gençlere güvendiklerini onlara hissettirip sorumluluk yüklerlerse millet olarak kazançlı çıkarız. Yirmi bir yaşında İstanbul’u açıp gülzar yapan komutan nasıl büyük fetihler başardıysa bugünün gençleri de yeni başarılara imza atacak potansiyeldedir. Hz. Peygamber’in müjdesi her zaman gençleredir.

 “İnsanlığın efendisi, insanlara hizmet edendir.” sırrında fani olmanın idrakinde bir gençliğin ayak seslerine kendimizi hazırlamalıyız. Çünkü onlar “yol”a çıktı…

Edebiyatımızda gençlerin önü açık mı? Gençlerin edebiyat yürüyüşünü nasıl buluyorsunuz?

Yürüyene yol her zaman açık. Biz yürümesini bilelim yeter ki. Şeyh Galip muhteşem eseri Hüsn-ü Aşk’ı 25 yaşında, altı ayda yazar. Ateş denizinde mumdan gemiler yüzdürür.

Ünlü hikâyecimiz Ömer Seyfeddin gençlik yıllarında nesilleri besleyecek eserler üretmiş, 36 yıllık ömrüne yüzyıllarca okunacak kitaplar sığdırmıştır.

Necip Fâzıl… O ki 20-21 yaşında Anadolu Mecmuası’nda yayınlanmış şiirlerinde istikbale müjde yaymıştır. Edebiyat otoritelerinin dikkatini çekerek “Genç adam, sen bu sesi nereden buldun?” sorusuna muhatap olmuştur.

Yine Nureddin Topçu düşünce hayatımızın klasiklerinden olan müthiş eseri İsyan Ahlâkı’nı 25 yaşında yazdı! Örnekler çoğaltılabilir. Sezai Karakoç’un da gençlik yıllarında yazdığı şiirler ortada.

Günümüz edebiyat ortamlarında da gelecekte adını sık duyacağımız başarılı gençler var. Gürül gürül geliyorlar.

Dergi okuyanın derdi kalmaz.

Dergiler çıkıyor, dergiler kapanıyor; bu hususta ne dersiniz?

Var edilmiş her şeyin bir kaderi vardır. Evrenlerin, coğrafyaların, milletlerin, insanların ve insanlığa bir şeyler vermeye çalışan her şeyin… Dergilerin de kaderi vardır. Derdi olan dergilerin kaderi, özel hatlarla yazılmıştır. Böyle inandırılagelmişiz, ezelden. “Ezel kâtiplerin uşşâk bahtın kara yazmışlar.” dendiği kabilden, dergicilik bizde böyledir. Türkiye dergi mezarlığıdır.  Zor iş bir dergi çıkarmak. Herkesi birden mutlu edecek olanı bulmayı gerektiren bütün işler gibi zor ve yıpratıcı.

Fakat dergiciler inatçı ve inançlı adamlardır. “Dergi çıkarmak bir duadır; bir medrese, bir üniversite kurmaktır.” diyen ruh öncülerinin sözlerini hatırlar, heyecanlarını taze tutarlar. Çünkü her şeye rağmen yeryüzünün en mutluluk verici eylemlerinden birisi dergi çıkarmaktır. Müthiş keyiflidir. Bütün okurlarımıza tavsiye ederim. Ya dergi çıkarsınlar ya çıkmış dergiyi alsınlar ya da başkasının çıkarıp başkasının aldığı dergiyi ödünç isteyip okusunlar. Dergi okuyanın derdi kalmaz.

Sıcak gündemimiz Kudüs bizim için neden önemlidir? Kudüs konusunda neler söylersiniz? Kudüs’ü bir de sizden dinleyelim.

Bugün bir avuç işgalci, milyonlarca Müslüman’ı önüne katmış kovalamakta, en mukaddes mekânlarını ele geçirmekte ve onlara açlık, susuzluk ve ölümden başka bir şey bırakmamaktadır. Sayıları bir buçuk milyarı aşan -çığ gibi çoğalmasını dilediğimiz- Müslümanlar ise az bir istisna dışında tatlı gaflet uykularının sıcak kucağında istirahat etmektedir. Hâlbuki tarih şahittir ki Müslüman’ın rehavete hakkı yoktur çünkü nefis Yahudi’si, gönül Filistin’iyle asla ateşkes yapmamıştır, yapmaz da.

Bütün zulümlere ve saldırılara rağmen Aksa’nın yiğitleri yeni bir dirilişin umudu ve temennisiyle “çağın Selahaddin’i” olma sorumluluğunu hepimize göstermekteler.

Hayatlarının baharında olan üniversiteli gençler ve lise çağındaki çocuklar, uyanış ve dirilişin en canlı, en halis, en salih örnekliğini göstererek şehadeti kuşanıyor.

Bütün dünyayı arkasına almış kibirli, ırkçı devlet terörüne karşı kahramanca duruşlarıyla adlarını dün olduğu gibi bugün de diriliş öncülerinin silsilesine yazdırıyor.

Sahte kahramanların boy aynası olmuş dünya ekranında hakiki sevdaların ve asil direnişçilerinin ruhaniyetlerinden güç tazelemeye, taktik öğrenmeye, akıllarıyla akıllanmaya, duruşlarından duruş kazanmaya hepimizin ihtiyacı var. Onlar bize nasıl yaşanacağını ve nasıl ölüneceğini en güzel şekilde gösterdiler.

Zulmün karanlığının ardından özgür Kudüs güneş gibi doğar.

Hz. Ali ra “Gözü olana gün ışımıştır.” buyuruyor. Evet, zulmün karanlığının ardından özgür Kudüs güneş gibi doğar; İsrail’i yıkılmaz mutlak güç olarak gören mankurtlara karşı mutlak kudret Hakk’tadır, Hakk ise mazlumdan yanadır, demektedir. Arif olanın anlayacağı nice kareler yaşanmakta, Müslümanların gayretleriyle çözülecek sorunlar, aşılacak badireler gösterilmektedir.

İsrail’de en çok dikkat çeken şey “korku”dur. Askerinden polisine, memurundan amirine, sokaktaki sıradan vatandaşında bile tarifsiz bir korku var. Âdeta Ortadoğu’nun ortasına yerleştirilmiş korku devleti İsrail. Küçük bir çocuğun masumane getirdiği tekbirle yerlere yatacak, silahlarına sarılacak kadar korku iktidarı var.

Tarih en güzel öğretmendir. Size hakikati cesurca fısıldar. Anlayanlar için rehberlik yapar. Kulağını kapatanlara karşı da ısrar etmez ve susar. Siyonistler tarihe kulaklarını tıkamış, onun öğreticiliğinden de kaçıyorlar. Oysa kulaklarını açsalar, tarih onlara şu hakikati yüksek sesle haykıracaktır: “Korktuğunuza uğrayacaksınız.” ve “Zulm ile âbâd olanın, âhiri berbâd olur.”

Müslüman, güncelin rüzgârıyla savrulan değil, gündemini güncele taşıyan insandır.

Bizim Kudüs meselemiz, oradaki şartların iyileştirilmesi meselesi değil, işgalin sona erdirilme meselesidir. Müslüman’ın, güncelin rüzgârıyla savrulan değil, gündemini güncele taşıyan insan olduğuna inanıyoruz. Bu vesileyle bu davaya güncelin bir parçası olarak değil, hayatımızın bir parçası olarak yaklaşmalıyız. Kudüs duyarlılığımızı Kudüs bilincine dönüştürmek durumundayız. Bilinç olmazsa strateji olmaz. Strateji olmadan Kudüs kurtulmaz. Hamaset her zaman gereklidir ama tek başına hamaset eksiktir. Stratejimiz onlarca yıla yayılan, hatta yüzyılı kapsayan bir düzlemde olmalıdır.

Kubbetü’s-Sahra ile Kıble Mescidi’ni bile karıştıran bilgi kıtlığında değil, Kudüs’teki her taşın anlamını kavrayacak, hatta her taşın altındaki sırra vâkıf olacak bir nesil yetiştirmeliyiz. Kudüs fatihi Müslüman öncüleri çocuklarımızın rol modeli hâline gelecek şekilde kitaplarla, filmlerle canlı tutmalı; kahramanlıkları bu çağın diliyle anlatmalıyız. Gündemiz Kudüs, hep Kudüs olmalı.

“Gençler bizden daha iyiler ve bizden daha iyi olacaklar. Yeter ki gençlere bu fırsatı verelim.”

Bir yılını dolduran Sade Sodamızın isim babasısınız. Son olarak bu hikâyeyi sizden dinlemek isteriz?

Benim en büyük bahtiyarlığım güzel insanlarla tanış olmaktır.  İyi bir insanla karşılaştığım gün değmeyin keyfime. Gün akşama varmadan mutlaka bir dost yüzü görmeye çalışırım. En büyük birikimimiz salih dostlarımız. Emin olduğumuz, huzur duyduğumuz kişilerin enerjisi beni bizi zaman güçlü kılar. Hâl geçicidir, iyi hâl de negatif hâl de insandan insana geçer.

İnsan insana yara da olur şifa da olur. Dostlarımız yaralarımızı iyileştirir. Eksiklerimizi kapatır, iyiliklerimizi çoğaltır. Dost, dostun heyecanına ortak olandır. İşte Sade Soda ekibindeki arkadaşlarımız da benim yol arkadaşlığı yaptığım, sevdiğim genç dostlarımdır. Bir gün onları dergi telaşı içinde gördüm. Onların yeni dergi heyecanı beni de birden sardı. Eski dergicilik günlerimdeki gibi birden içime coşku yayıldı. Konuşmalarını dinlemeye başladım. Heyecanlarına ortak oldum. Derginin neredeyse tamamının taslağı ortaya çıkmış, aslında çocuk bir nevi doğmuştu. Baktım doğan çocuğa isim konması gerekiyor. Ben de içlerinde tek ihtiyar kişi olarak nurtopu gibi doğan bu çocuğun adını vermiş oldum.

Sade Soda her şeyden önce samimi bir dergi. Dergiciliğin dilini yakalamış olması büyük şans. Yine Halit Bekiroğlu ağabeyin “Gençler bizden daha iyiler ve bizden daha iyi olacaklar. Yeter ki gençlere bu fırsatı verelim.” diyerek gençleri yüreklendirmesi, ekibe güvenmesi takdir edilecek bir durum. Gittiğim şehirlerde üniversite amfilerinde, kültür merkezlerinde, kafelerde, derneklerde gençlerinin elinde Sade Soda’yı gördüğüm zaman büyük mutluluk duyuyorum. Türkiye’de çok dergi çıkıyor ama bir derginin okuru tarafından bu kadar çok tutulması fazla görülen bir hadise değil. Dergisini bağrına basan bütün okurlarımızı selamlıyorum.

Kısa Keselim Aydın Havası Olsun

“Teravihte Gülen Çocuklar” büyüklerden ne istiyor?

Sadece anlayış

En son hangi kitap gönlünüze dokundu?

Hüseyin Su beyefendinin daha çok Nuri Pakdil’i anlattığı Takvim Yırtıkları kitabı

Rüya görmek için uyumak şart mıdır?

Büyük rüyalar genellikle uyanıkken görülen rüyalardır.

Kol kola İstanbul’u dolaşabilseydik dediğiniz kim var?

Fethi Gemuhluoğlu ile dolaşmayı çok isterdim.

Kitap yazmak mı okumak mı güzel?

Yazmaktan yorulduğunda okumak, okumaktan yorulduğunda yazmak güzel.

Hangi şiirin yazılışına şahitlik etmek isterdiniz?

Hızır’la Kırk Saat

Bir baba olarak hangi süper güçleriniz var?

Küçük oğluma göre tek parmağımla bütün düşman askerlerini yenebilirmişim:)

Bize bir türkü armağan etseniz…

“Ziyaret olmuşsun kurban istersin / Dahi malım yoktur candan ileri”

Hayatınızdaki en sade şey nedir?

Kibirli kafelere inat çayı hala 1 TL’ye satan Fatih’in küçük çay ocaklarına attığım ilk adım.

Son olarak sevdiğiniz bir şairin sevdiğiniz bir mısrasıyla dağılalım isterseniz…

“Ve senin kalbinden her akşam utangaç çocuklar yeryüzüne dağılır.” (Kemal Sayar)