Demirbaş-İçini Döken Kitaplar
Yüzbir Gece Masalları – Hayatü’s Sahabe M. Yusuf Kandehlevi – Doğu Batı Divanı – İyiler Ölmez Mustafa Kutlu – Atlas Jorge Luis Borges – Vitrinde Yaşamak Nurdan Gürbilek
Yüzbir Gece Masalları
Binbir Gece Masalları’nın bir de kız kardeşi vardı.
Küçük kız kardeş olan Yüzbir Gece Masalları’nın Binbir Gece’den de eski bir elyazması 2010 yılında keşfedildi.
1234 yılına ait elyazmasındaki Yüzbir Gece Masalları, Binbir Gece’nin kısaltılmış bir versiyonu değil. Bütünüyle kendine özgü masallar içeren, kısa anlatımlarla zirveye ulaşan ve sonlardaki aşırı iyimserliğiyle dikkat çeken bir eser bu. Arap kültür dünyasının doğu merkezinde değil bu kez batısında yer alan masallar, fantastik yolculuklarla Hindistan’a kadar gider ama karakterler ve motifler Endülüs renkleriyle biçimlenir.
Şehrazat, dil ve zekâdan örülü bir dünya yaratır masallarda.
Bütün kötü niyetleri altüst ederek padişahı durdurur, ehlileştirir. Sabırla ulaşır bu zafere. Gecenin kraliçesi gibidir Şehrazat, gün doğmaya başladığında susar, masalın devamı için bir sonraki geceyi bekler. Masalın çocuklardan önce yetişkinlerin anlatısı olduğu çağlardan ses verir.
Hayatü’s Sahabe-M. Yusuf Kandehlevi
Bu tarih, kendilerine gelen İslâm davetine iman ve onu kalpleriyle tasdik eden kahramanların tarihidir. Bu kahramanlar, Allah ve Resûlü’ne davet edildiklerinde “Ey Rabbimiz! Biz ‘Rabbinize iman edin!’ diye imana çağıran bir davetçiyi (Hz. Muhammed’i veya Kur’an’ı) işittik ve hemen iman ettik.” (Âl-i İmran: 193) sözlerinden başka şey söylememişler ve her konuda Hz. Peygamber’e destek olmuşlardır. Canları, malları ve aşiretleri onlar için pek fazla bir değer taşımıyordu. Allah’a davet yolunda her türlü meşakkati göğüslemeye hazırdılar. Bu uğurda acıları güzel telakki ediyorlardı. Bu davetin yakîni kalplerine nüfuz etmiş, nefislerine ve akıllarına hâkim olmuştur. Gaybe iman edip Allah ve Resûlü’nü sevmelerinden dolayı kendilerinden harikalar sadır olmuştur. Onlar mü’minlere karşı (kendi aralarında) merhametli, kâfirlere karşı şiddetli idiler. Ahireti dünyaya, gaybı şuhûda (görünür âleme), hidayeti de mal yığmaya tercih ederler; Allah’a davet hususunda çok titizlik gösterirlerdi. Gayeleri, insanları kula kulluktan Allah’a ibadete sevk edip batıl dinlerin zulmünden İslâm’ın adaletine, dünyanın darlığından ahiretin genişliğine çıkarmaktı.
Doğu Batı Divanı
Divanı, Faust ile birlikte, birbirini tamamlayan iki kemâl zirvesinden biri olarak kabul ediliyor. Faust’un cihanşümûl şöhretine, hakkında yapılmış çok sayıda araştırmaya ve yayına mukabil Doğu Batı Divanı, maalesef Türk aydınlarının dikkatinden uzak kalmış, üzerinde lâyıkıyla düşünülmemiştir. Hâlbuki Doğu Batı Divanı’nı çok ilginç bir Şark geleneğine dayanıyor:
Goethe bu büyük eserini, Hafız, Şeyh Sadi, Nizâmî ve Mevlâna gibi klasik İslam şairleri başta olmak üzere, birçok Müslüman şair, devlet adamı ve nüktedanlarına nazire olarak kaleme almıştı. O, birçok klasik İslam şairi, devlet adamı, sanatkârı ve mütefekkirini klasik şark şiirinin diliyle değerlendirmiş, onları eserleri ve tefekkür tarzlarıyla Batı’ya tanıtmaya çalışmıştır; bu açıdan Doğu Batı Divanı, sadece Doğu’yu ve Batı’yı değil, Klasik İslam tefekkür ve kültürünü anlayabilmemiz için rehber bir eserdir.
İyiler Ölmez-Mustafa Kutlu
– Gerçekten bu ülkenin en önemli zenginliği insan unsurudur. Bunu iyi değerlendirmek lazım. Ne yazık ki tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de en iyi okullarda zengin çocukları okuyor. Sonra Avrupa’ya gidiyor, tahsiline devam ediyor. Fakir çocuklarının ilk hedefi kısa yoldan bir mektep bitirip işe girmek, ailesinin geçimine yardımcı olmak. Bunlar arasında ne cevherler var. Ama gelir farkı, bunun doğurduğu adaletsizlik çocukların harcanıp gitmesine sebep oluyor.
– Dramatik bir durum.
– Bunun önüne nasıl geçilir?
– Gelir farkını azaltmak. Ülkenin her yanına iyi okullar açmak.
– Hadi canım sen de. Bu çareleri kahvede okey oynayanlar da söyler. Başka lafın var mı?
– Yok, benden bu kadar. Gerisini bizi idare edenler düşünsün. Düşünsün tamam, ama şunu unutma; memlekette ne fikir var ne de fikir adamı.
Atlas- Jorge Luis Borges
Bilinmeyeni keşfetmek, yalnızca Sinbad’a, Kızıl Erik’e ya da Kopernik’e vergi değil. Her insan bir kâşiftir. Her insan, acıyı, tuzluyu, eğikliği, düzlüğü, sertliği, gökkuşağının yedi rengini, alfabenin yirmiden fazla harfini keşfetmekle başlar işe; ardından yüzleri, haritaları, hayvanları, yıldızları keşfeder. Sonunda, ya kuşkuya erişir ya da inanca ama her seferinde hemen hiç şaşmayan tek bir sonuca, gerçekte ne kadar cahil olduğu sonucuna varır.
Vitrinde Yaşamak- Nurdan Gürbilek
Bu ülkede orta sınıf evlerinde oturma odasıyla misafir odasını birbirinden ayıran duvar çok önce yıkıldı. Salon denilen yeni mekân artık iki işlevi de birleştirecek, ev sakinlerinin oturduğu yerle misafirlerin kabul edildiği yer aynı yer olacaktı. Yabancılar karşısındaki resmiyetin yıkılması, mahremiyetin kapılarını dışarıdan gelenlere açması olarak da yorumlanabilir bu, misafirin hepten tasfiyesi olarak da. Bu değişimin ne anlama geldiğini, yani mahremiyetimizi nasıl dönüştürdüğünü düşünürken, aklıma ilk gelen o sıralarda annemin daha sinirli olduğuydu. Bunun basit bir nedeni vardı: Salon her an bastırabilecek bir misafire karşı daima derli toplu olmalıydı. Bu yüzden ilk salon hayatımızı diken üstünde geçirilmiş bir hayat olarak hatırlıyorum. Kapı zili çalındığında içeriye, evin mahrem bölgelerine doğru kaçışanlar, ortalığın alelacele toplanması, kapının epey gecikilerek açılması, nihayet gelenin kapıcı olduğu anlaşılınca, salonu evin öbür bölümlerinden ayıran uzun koridorda bekleşenlere tehlikenin savuşturulduğunun haber verilmesi vs.