#

Meryem İlayda Atlas, Aynı Sırayı Paylaşanlar’da!

Söyleşi: Hilâl Mısırlı

Bu sayımızın Aynı Sırayı Paylaşanlar konuğu Lacivert Dergi Genel Yayın Yönetmeni Meryem İlayda Atlas. Biz sorduk, o imam hatipli olmanın kendisine neler hissettirdiğini anlattı. Hadi buyrun…

İmam hatipli olmak hayatınızda nasıl bir yer edinmiş durumda?

Hayatımın ilk evrelerinde ve üniversiteye gitmek istediğimde 28 Şubat’ın getirdiği katsayı sorunu, başörtüsü yasağı gibi konular yüzünden birçok yerde olumsuz bir şey olarak karşıma çıktı. Ama hamdolsun Türkiye’de bunlar aşıldı. İmam hatipte kazandığım namaz alışkanlığı, edindiğim arkadaşlıklar hem ünsiyet üzerinden hem de kişisel özellikler açısından hayatıma çok pozitif bir katkı sağladı.

28 Şubat’ın oluşturduğu ağır atmosferle bizler Türkiye’de istenmeyen insanlar ilan edilmiştik.

28 Şubat sürecini yaşadınız ve sürecin getirdiği katsayı engeli, başörtüsü yasağı gibi bir sürü problemle karşı karşıya kaldınız. Siz bu günler için bedel ödemiş biri olarak bize yaşadığınız o süreçten bahseder misiniz?

Benim üniversite sınavına girdiğim dönemde katsayı sorunu ve başörtüsü yasağı tamamen kurumsallaşmıştı. Türkiye’de artık bu konuda bir direnç de yoktu. Ben imam hatipten mezun olurken üniversiteye giremeyeceğimi, üniversiteye girsem bile başörtüsüyle okuyamayacağımı biliyordum. Ama yine de okulumdan ayrılmadım ve imam hatip lisesinden mezun oldum. Lise diplomamı Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi’nden aldım. Bunun sonucunda biraz zaman kaybettim. “Bu yasak kalkar mı kalkmaz mı, kalmazsa yurtdışına mı gidelim, Türkiye’de okuyabilir miyiz?” şeklinde kendi içimizde bocaladık. Sonra baktık ki üniversite sınavına girip hazırlanmakla olmuyor. Bunlar bize boş yere yıllar kaybettirdi. Ben üniversite sınavında derece yaptığım için bir üniversiteye girebildim. Eğer derece yapmasaydım herhangi bir şekilde okuyamazdım. Dolayısıyla Bilgi Üniversitesi’nde burs kazanarak okudum.

Üniversitede okurken, yüksek lisans yaparken veya asistan olduğumda başörtü sorunu beni çok zorladı. Her gün okula giderken kılık değiştirmek zorunda kalıyordum. Her gün aynı yasakla okulun kapısında karşılaşıyordum. Türkiye’de hâlâ bazı yerlerde başörtülü kadınlarla ilgili devam eden önyargılar var. Üstelik kendi camiamız içinde bizim gibi düşünen insanların başörtülü kadınlarla ilgili fikirleri de bir o kadar üzdü. Beni elbette katsayı sorunu zorladı, çok zaman kaybettirdi. Çevremdeki insanlar “Sana yazık oldu.” diyorlardı.  O yıllarda daha da kötü olan bir şey vardı; çok küçük yaşlarımızdan başlayarak 28 Şubat’ın oluşturduğu ağır atmosferle bizler Türkiye’de istenmeyen insanlar ilan edilmiştik. Herkes bizim hakkımızda yorum yapıyordu: “Buraya gitsinler, şunları giysinler…” vs. Herkesin başörtüsüyle ilgili bir düşüncesi vardı ama kimse bizim fikrimizi sormuyordu. Her gün gazeteleri açtığımızda hakkımızda yazılan bir köşe yazısı görüyorduk.

“Event” Yapmak…

Biz imkânlar ummanında yüzen bir nesiliz fakat bize sunulan imkânlarımızın kıymetini bilmiyor. Başarı kavramını yanlış mı algılıyoruz acaba?

İmkânlar ummanında yüzdüğünüz doğru ama başarısızsınız diyemem çünkü başarı göreceli bir kavramdır. Akademik başarıdan söz ediyorsak sizlerin üniversitede iyi bir bölüme girme potansiyeliniz çok fazla. Ama bu bir başarı mıdır, önce bunu düşünmemiz lazım. Toplum olarak kaybettiğimiz şeyler var ama bunda sizin suçunuz yok. Bizler kalkar hafta sonu belli hocaları dinlemeye giderdik. Bir araya gelip tartışmalar yapardık, bir kelimesini dahi anlamadığımız sohbetlere katılırdık. Oradan bir şey kapmaya çalışırdık. Hocalara, okuryazarlara, insanlara çok büyük saygı gösterirdik. Şimdi gençlerin motivasyonları uzun vadede, emek isteyen şeyler yapmak yerine kısa vadede, çabuk sonuç alacakları “event” yapmak. Yani genelde bir yerde stantlar kurmak, fuarlara katılmak, konuşmacı çağırma gibi aktivitelerden bahsediyorum. Bunların hiçbiri size bir şey katmaz. Bunlar çoğunlukla insanın kendi kendine oluşturdukları bir günlük ve anlık tatminin ürünüdür. Dolayısıyla size gerçekten bir şeyler katacak olanlar, uzun süren ve dikkatle konsantre olduğunuz olaylardır. Benim vaktimin çoğu kütüphanede geçerdi okuldayken. Dolayısıyla bizim neslimiz çok iyi yerlere geldi demiyorum ama yaptıklarımızı imkânsızlıklar içinde yapabildik diyebilirim.

İmam hatipli olmak bir kardeşlik duygusu doğurur.

Şu an Lacivert Dergi’nin genel yayın yönetmenisiniz. Kariyerinizin ve hayatınızın bir yerinde imam hatibin bir etkisi var mı? Bu bağlamda nasıl bir öğrenciydiniz? Çalışma ve sosyalleşme dengesini nasıl kurabiliyordunuz?

İmam hatipli olmak insana hayatta bir disiplin kazandırır. Çünkü imam hatibin yükü ağırdır. Ders sayısı fazladır, dersleri daha zordur. Birçok öğrencinin aileleri çocuklarını imam hatibe göndermek istedikleri halde “Zaten bu kadar ders yükünün, sınavların içinde bir de Kur’an, Arapça öğrenecek.” diye düşünüp imam hatibi reddeder. En başta okul süresi uzun olduğu için insanı disipline eder. İkincisi imam hatipli olmak bir kardeşlik duygusu doğurur. İnsana hizmet etme, dava bilinci kazandırır. Bir dergi de çıkarsanız, bir fabrika da kursanız, bir kitap da yazsanız onun birilerine faydası olması gerektiğini düşünürsünüz. Ünsiyet ve kardeşlik doğurduğu için bir arada hareket edeceğiniz bir çevre doğurur. Bir idealler dünyası verir size. Elbette ben bu konuda imam hatipli olmanın çok yararını gördüm. Sonuçta ben lise arkadaşlarımla hâlâ görüşüyorum. Ama bütün lise arkadaşlarının adını unutmuş insanlar dahi var hayatta.

Kendimden örnek verecek olursam, imam hatipte ben öğrenciyken “inek” bir öğrenci değildim. İnek öğrencileri biraz rahatsız eden bir öğrenciydim. Derslerim fena değildi. Matematik ve Türkçem hep çok iyiydi. Genelde takdir alırdım ama hiçbir zaman tamamen derslere eğilimli bir insan olamadım. Biraz yaramazdım. Sürekli birileriyle açıkça yaramazlıktan hep bir şeyleri sürekli tartışıp itiraz etmekten başım belaya girerdi. Sürekli kendimizi müdür beyin odasında bulurduk. Okul zamanlarıma geri dönüp baktığım zaman değişik, farklı bir statüm varmış. Orta üçüncü sınıfta tiyatro yazıyorum diye derse girmediğimi hatırlıyorum. 22 sayfalık bir tiyatro metni yazmıştım. Tiyatro yazmak bir öğrenci için hakikaten önemlidir. Ben bunları örnek alın diye demiyorum ama ben okulda gerçekten çok eğlendim, çok yaramazlık yaptım, çok azar işittim ama geri dönüp baktığımda da oyunuyla, eğlencesiyle, arkadaşıyla, muhabbetiyle lise yıllarımı çok güzel hatırlıyorum.

İlim farklı, üniversite okumak farklı.

Öğrenmenin yaşı yoktur; beşikten mezara ilim, Efendimiz ’in emri. Üniversite, akademi bu ilim ihtiyacını karşılamada ne kadar yeterli oluyor? Sizin yaşantınızda yeri, katkısı ne boyutta oldu?

İlim evrensel bir kavram, ilmin bir diploması veya bir açıklaması yoktur. Şu okuldan mezun olursanız kesin ilim sahibisiniz diyemeyiz. Sürekli tazelenmek isteyen, kendini yenilemek isteyen, zaman isteyen, emek bekleyen bir şeydir ilimle uğraşmak. Türkiye’nin önemli düşünürlerinden okula gitmemiş ama kendini yetiştirmiş isimler mevcut. Üniversiteyi küçümsediğim için söylemiyorum, üniversiteyi kötülemek ya da kimse üniversiteye gitmesin demek de değil. Türkiye’de üniversiteler belli teorik alt yapılar veriyorlar. Onlar da insanları disipline ediyor. Özellikle bu final haftaları, ödev yetiştirmek vs. bunlar insanı çok disipline ediyor. Yani bir işi alıp baştan sona yapabildiğinizi gösterir üniversite mezunu olmak. Fakat ilim çok başka bir şey. İlim hakikate ulaşmak isteğidir ve o hakikate sizi üniversite ulaştırır mı emin değilim. Sonuçta üniversite öğrencilerin çok vakti var. Öğrencilik de öğrencilik gibi yapılmalı.

İki şey lazım: İlki beslenecek insanları bulmak. Onların sohbetinden istifade etmek, onların hâlini, tavrını görmek gerekir. Ben üniversite öğrencesiyken Süreyya Faruki’yi yakından gördüm, tanıdım. Onun bu disiplinli olması, hızlı hareket etmesi, bir şeyi planlayarak yapması, o öğrenme aşkı beni çok etkiledi. Sonra bir de dünyayı görüp gezmeniz gerekir. Ben geçen hafta Kudüs’teydim. Maalesef çok geç kalmış bir ziyaretti. Yıllardır Kudüs üzerine okuyorum, Lacivert’te de özel bir sayı yaptık. Kalbî olarak bilirim Kudüs’ü. Oraya gittiğim zaman Yahudi yerleşim yerlerini, Batı yakasının sıkışmışlığını, Ramallah’taki durumu, İsrail şehirlerindeki refahı kendi gözlerimde görmek bütün okuduklarımı kafamda oturttu. Bir tek İslam coğrafyasını değil, öğrencilerin muhakkak Mısır’ı, İran’ı, kadim medeniyetler olarak ortak bir şeyler paylaştığımız Saraybosna’yı, Kudüs’ü, Roma’yı görmüş olması gerekir. ABD’ye gittiğinizde sizi hiçbir şey şaşırtmaz ama buralarda şaşırtır. Gezip görmek lazım. Okumak lazım, değişik bir şeyler yapmış insanların sohbetinde bulunmak lazım, gezmek görmek lazım.

Okul arkadaşlarımla sanki dün ayrılmışız gibi hâlâ beraberiz.

İmam hatipteki arkadaşlarınızla hâlâ görüşüyor musunuz? İletişiminiz ne derece?

Biz okuldaki arkadaşlarımızla hâlâ görüşüyoruz. WhatsApp grubumuz var ve çok ilginçtir; sanki dün okuldan ayrılmışız gibi. Hiçbir zaman kardeşlik bağımız kopmadı. Bazı sebeplerle aramızdan uzaklaşan oldu ama bizi gene doğumlar, ölümler bir araya getiriyor. Ben annemi, babamı kaybettiğimde yanımda bulduğum, bana hatim okuyup gönderen insanlar yine lise arkadaşlarımdı. Aynı şekilde de biz yıllarca görüşmemiş olsak bile birbirimiz tekrar dünyanın neresinde görürsek görelim aynı muhabbetle tekrar konuşabiliyoruz.

Okuduğunuz dönemde bizi bu temsil ediyor diye gördüğünüz ne vardı? O dönemi ifade edecek bir kavram, bir slogan, bir motto var mı?

İmam hatipli olmak ayrıcalıktır.

Sade soda okuru gençlere tavsiye niteliğinde söylemek istediklerinizi alabilir miyiz?

Öncelikle mutlaka dil öğrenin. Yabancı dili çok önemsiyorum. Benim yabancı dilim çok yeterli demeyin. Seri bir şekilde okuyup yazacak, kendinizi anlatacak bir şekilde yabancı dil biliyor olmanız gerekir. Şu anki çağ başka türlüsünü kaldırmaz. Bir de bir tek İngilizce yeter diye düşünmeyin. Bir Batı’dan bir Doğu’dan olsun, farklı kültürler olsun. Bu yüzden İngilizcenin üzerine Fransızca öğrenmeyin de Arapça öğrenin. Yaşınız müsait, vaktiniz var bunları öğrenmek için. Üniversite sınavına hazırlanıyorsanız da iyi bir okula girmeye çalışın. İyi bir okulda olmanız önemli. Ders çalışmaya ayırdığınız zaman kadar faydalı işler yapmaya ayırdığınız zamanlar benim yaşıma geldiğinizde size çok büyük bir kazanım olarak dönecektir. Ayrıca, kendinizi bu yaşlarda ne kadar disipline edip çalışmaya alıştırırsanız ileriki yaşlarda hayat koşullarına dayanıklılığınız o kadar artacaktır. Ben birçok işi aynı anda yapıyorum. İşimin dışında sivil toplum kurumlarında görev alıyorum, aileme de mutlaka vakit ayırıyorum. Çünkü şu anda hiçbir zaman hayatımda “Bunlar bana yeter.” demedim.  Sınav dönemleriniz yoğun geçiyor olabilir ama bu sizi güzel romanlar okumaktan, güzel filmler izlemekten alıkoymamalı. İstanbul’da yaşıyorsanız İstanbul’u gezmiş olmanız gerekir. Tarihî karakterlerle, tarihî olaylarla ilgili genel tarih bilginizin olması gerekir. Bunları yaparsanız hangi mesleği yaparsanız yapın daha kaliteli insan olursunuz.