#

PROF. DR. MUSTAFA ŞENTOP, AYNI SIRAYI PAYLAŞANLAR’DA

Aynı Sırayı Paylaşanlar da bu sayımızda, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Sayın Prof. Dr. Mustafa  Şentop’u ağırlıyoruz. Tekirdağ’daki çocukluk ve  İmam Hatip Lisesi günlerinden, Hukuk Fakültesine uzanan keyifli bir sohbet gerçekleştirdik kendisiyle.

  • Sn. Başkanım öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz ve Sade Soda sayfalarına

konuk olduğunuz için teşekkür ederiz. 6 Ağustos 1968 Tekirdağ doğumlusunuz. Uygun görürseniz buradan başlayabilir miyiz? Nasıl bir çocuktunuz? İlk çocukluk yıllarınızdan zihninizde kalanlar nelerdir?

 Evet, Tekirdağ’da doğdum bugünün Süleymanpaşa ilçesi o zamanın Merkez ilçesinde. Çocukluğuma dair hatıralarımı hep güzel mutlu hatıralar olarak görüyorum, hatırlıyorum. Bulunduğumuz mahallede, caddede komşularımızın çocuklarından oluşan geniş bir arkadaş çevrem vardı. Bir de evimizin hemen yakınındaki -aslında tarihi bir bina nispeten- olan ilkokulumuzdan arkadaşlarım var. Onların önemli bir kısmıyla hâlâ görüşüyorum. Biraz yaramaz bir çocuk olduğum söylenir. Bunların bazı izleri de var. Mesela kafamın birçok kere delindiğini bilirim, hatırlarım. Oyun oynarken, bazen güreş tutarken. Hatırlıyorum, babamla güreşirdim mesela dört beş yaşlarındayken. Yine arkadaşlarımızla voleybol oynarken başımı bir yere çarptığımı hatırlarım. Bir de benden bir yaş küçük bir kız kardeşim var. Onu çok kızdırırdım çocukluğumda. Maşayla kafamı deldiği hatırımdadır. Yine ilkokulda yüksek bazı yerlerden atladığım için ayak parmaklarımda bir çıkık oluştuğunu hatırlıyorum. O günün şartlarında oynardık. Burada bir şey belirtmem lazım küçük yaşlarımdan beri de kitaplara yakın ilgim vardı. Mesela çok iyi hatırlıyorum o zamanlar öyle çok yaygın adet değildi doğum günü kutlamak. Sanıyorum ilkokul birinci sınıftayken çok yakın bir arkadaşımın doğum günüyle ilgili bir davette işte herkes çocuklara dair bir takım oyuncaklar hediye götürürken ben kendisine bir kitap hediye etmiştim. Onun dışında ilkokul yıllarında sanıyorum üçüncü sınıftan itibaren okuldaki arkadaşlarımla Cuma namazı organizasyonu yapardım. Arkadaşlarımı toplayıp namazdan sonra o zaman inşaat halinde büyük genişçe bir binada oyun oynamak vaadi ile onları cumaya götürürdüm. Beraber namaz kılıp daha sonra da oyun oynardık. Yine okulda derslerimin iyi olduğunu söyleyebilirim. Tabi bunu söylemek çok hoş değil ama ilkokulu birincilikle bitirdim hatta. İlkokul beşinci sınıftayken okullar arası bir yarışma yapılmıştı. İlk önce okulda birinci olup sonra ilçede birinci olup arkasından da Tekirdağ’da birincilik kazanmıştım. Bu yıllara dair herkesin tabi birincilikleri vardır. İlkokul, birinci sınıftan falan. Ama benimki biraz daha sahici, daha ölçülebilir bir şey olduğunu düşünüyorum katıldığım yarışmalar dolayısıyla.

Sn. Başkanım, katıldığınız yarışmalara dair bizimle paylaşabileceğiniz bir hatıranız var mıdır? Dinlemek isteriz.

 İlginç bir hatıram vardır, bir küçük çocuk üzerinden paylaşayım bunu. Özellikle hayatımda nasıl izler bıraktığını da göstermesi bakımından da önemli olduğunu düşünüyorum. Bilhassa gençlerle, birlikte çalıştığım arkadaşlarla beraber iş yaparken, şuanda yaşadığımız zamanın ilerleyen yıllarda onun hatıraları olacağını mutlaka düşünürüm. Geçmişte yaşadıklarımı bir ders olarak alır ve benzer yanlışları yapmamaya, benzer izleri başkalarının üzerinde bırakmamaya dikkat ederim.

İlkokul dördüncü sınıftayken ara tatilde bizim ilkokul öğretmenimiz vefat etmişti. İkinci yarıyılda başka bir öğretmen geldi. Beşinci sınıfta ise başka bir öğretmenle, bir hanım öğretmenle, devam ettik. İşte bu beşinci sınıftayken ilkokullar arası bilgi yarışması yapılacağı söylenmişti. Her şubeden birer kişinin katılacağı bir yarışma. İlk önce okulda, sonra ilçede daha sonra  da Tekirdağ genelinde yapılacaktı bu yarışma. O yarışma için sınıfımızı temsilen, ki sınıfın en başarılı öğrencisi bendim. Bu durum herkesin teslim ettiği bir gerçekti o tarihte. Tabi öğretmenimiz yeni olduğu için belki bunu tam olarak tespit edebilme, bulma, bilme imkânına sahip değildi. Henüz iki aydır öğretmenimizdi. Bazı insanları şaşkınlıkla ve hatta bazen hayranlıkla izliyorum; böyle bildiğini, yaptığını başkalarına gösterme konusunda çok maharetli insanlar var. Ben onlardan birisi değildim. İşimi, vazifemi vakti gelince yapmayı uygun bulurum ve bunu göstermeyi değil bunun başkaları tarafında görülmesini beklerim, arzu ederim.

Dolayısıyla öğretmenimizle de o şekilde bir ilişkimiz olmamıştı. Sınıfta tabi benim de çok yakın arkadaşım, komşumuz olan, ilk çocukluk yıllarımdan itibaren sürekli beraber oyun oynadığımız  bir arkadaşımız vardı. Bunun babası avukattı hatta o dönem baro başkanlığı falan da yapmıştı. Tabi öğretmenimiz, başarı kriterleri yerine arkadaşımızın babasının da durumuna bakarak bir tercih yapmayı uygun buldu ve o arkadaşımızı sınıfı temsil etmek üzere görevlendirdi. Fakat okul müdürümüz kendisini rahmetle anıyorum çok düzgün ve disiplinli bir adamdı. O kendisi bu duruma müdahale etmişti. Dedi ki “Bu sınıfın en başarılı çocuğu o değildir. Mustafa’dır. Tabi sen arzu edersen bunu tespit için sınav yapabilirsin.”

Efendim bu olayın kişisel hayatınıza olan katkı ve yansımasını  paylaşmanızı rica etsek.

            Hayatım boyunca sınavlardan, tartışmalardan, tartılmaktan hiçbir zaman çekinmemişimdir. Bunu bu anlamda her zaman gerek bilgi, gerek fikir tartışmaları ve her türlü değerlendirmelere açık oldum bütün hayatım boyunca. Yarışmaya her zaman açık oldum. Bu şekilde sınıfta önce bir sınav yapıldı genel derslerle ilgili bir bilgi sınavı. Bu sınavda, sınıfın birincisi olarak ben ortaya çıktım. Bulunduğumuz şubeyi temsilen. O zaman okuldaki diğer şubelerle yapılan diğer bir sınav oldu. Bu sınav sonucunda da okulun birincisi oldum. Bizim ilçemizde okullar arası bir sınav oldu. Onda da bu sefer ben ilçe birincisi oldum. Ondan sonra Tekirdağ birincisi oldum.

Tabi bu birinciliklerden sonra bütün öğretmenlerin ilgisini ve merakını celp etmiştim. Başta sınıf öğretmenimiz, beni oturtacak yer bulmakta zorlanıyordu. Seni şurada mı oturtalım yoksa burada mı? Seni sınıf başkanı yapalım gibi tekliflerde bulunuyordu. Tabi artık o ilk olayı yaşamış birisi olarak bundan dolayı bir üzüntüsü kırgınlığı olan biri olarak bu tür şeylere çok itibar etmezdim. Ayrıca okul müdürümüz sağ olsun o zamanlar beni teneffüs aralarında odasına davet ederdi. Kendisiyle birlikte çay içerdik. Dolayısıyla okul müdürüyle bu kadar samimi hukuku olan birinin başkalarına iltifat etmesi mümkün değildi diye de düşünebiliriz.

Bu olaya çok üzüldüğümü belirtmek isterim. O zaman sınıfı temsilen seçilen benimde çok yakın arkadaşımın da kabul ettiği bu senin hakkındı dediği bir işti. Öğretmenimizin başka saiklerle hareket ederek öyle bir karar vermesi psikolojik olarak o yaştaki bir çocuğu etkileyecek bir durumdur. İşte bu yaşıma geldim hâlâ ilkokula dair ilk planda hatırladığım üç beş olaydan birisi de budur. Sonra ben de hocalık yaptım uzun yıllar, derslere girdim, kağıtlar okudum, sınavlar yaptım ama bu hatıra benim hep gözümün önünde oldu. Ben bütün öğrencilerime her zaman sadece bilgisiyle, liyakatiyle, kâğıdında yazdıklarıyla, sınavda yazdıklarıyla, söyledikleriyle tartmaya ölçmeye ona göre not vermeye azami bir dikkat gösterdim. İçlerinde şahsen yakın tanıdığım, yakın görüştüğüm bana gidip gelen öğrencilerim oldu. Benimle istişare eden, dertlerini paylaşan, yardım isteyen öğrencilerim oldu. Görüşlerini, fikirlerini, zekasını, bilgisini sınav dışında çok takdir ettiğim öğrencilerim oldu ama o bilgilerime dayanarak kendilerine farklı bir not verme, farklı bir şekilde davranma yoluna gitmedim. Bu benim için öğretmenlik, hocalık hayatımda belirleyici bir kılavuz olarak daima karşımda yer aldı.

  • Tekirdağ İmam Hatip Lisesi mezunusunuz. İmam Hatip Lisesi’ni tercih edişinizin sebebi neydi?

Tekirdağ İmam Hatip Lisesi’ne başladım orta kısmından itibaren. O zaman yedi yıldı; üç yıl ortaokul, dört yıl lise kısmı. Tabi imam-hatip lisesini neden tercih ettim? Onu o yaşlar itibariyle söyleyebilmek mümkün değil. Şüphesiz bugün onun gerekçesiyle ilgili pek çok şey söyleyebilirim ama o yaşlarda bir çocuk olarak onu böyle çok bilinçli, düşünülüp taşınılmış bir tercih olarak şahsım için söylemem mümkün değil. Şüphesiz  rahmetli babamın yönlendirmesi söz konusuydu. Babam da dedem de iyi bir dava ve mücadele adamıydılar, Allah rahmet eylesin her ikisine de. Daha önce Demokrat Parti’den itibaren, ardından Milli Nizam Partisi’nin kuruluşunda, arkasından da Milli Selamet Partisi’nde o tarihler itibariyle aktif olarak yer almış, görev yapmış, mücadele sürdürmüş insanlardı. O dönemdeki bütün yayınları yakından takip eden kişilerdi. 1950 ile 60 arasında çıkan bütün sağ muhafazakâr İslami perspektifleri esas alan, altmışlı yıllarda, yine yetmişli yıllarda bütün İslamcı dergileri, yayınları çok yakından takip eden insanlardı. Onların hepsine aboneydik, evimize gelirdi ve ben ilkokulda okumayı öğrenmemden itibaren bu dergileri, gazeteleri, kitapları karıştıran okuyan birisiydim. Ve yine aynı şekilde tabi bu kitaplarda, dergilerde mevzu bahis olan yine günlük siyaset içerisinde söz konusu olan birçok husus, gündem olan birçok konu evde konuşulur, tartışılırdı. Hatta akşamları yatsı namazından sonra müsait olan vakitlerde özellikle kış aylarında oturup bazı yazıların ,dergilerden okunup, üzerinde bunların konuşulduğunu, tartışıldığını hatırlıyorum.

O zamanlar tabi televizyon yoktu bizim evimizde 1980’e kadar. Televizyonun alınmaması konusunda bilinçli bir kasıt olduğunu da söyleyebilirim bu. Bu çerçevede ben de bu tür bir mücadele eğilimi, bilinci içerisinde yetiştim. Nitekim o zamanın siyasi hareketi Milli Selamet Partisi içerisinde aktif olarak yer alınırdı. 1978 yılında 10 yaşındayken Tekirdağ’a gelen Rahmetli Erbakan Hoca’nın elini öpmüştüm. Daha sanıyorum 77 seçimlerindeydi yollara parti propaganda metinleri, parti amblemi, parti ismi yazılması konusundaki çalışmaların küçükken içinde olduğumu hatırlıyorum. Ve böyle bir muhitte, böyle bir aile içerisinde yetiştiğim için bir temayülün, eğilimin İmam Hatip Lisesi noktasında olduğunu söyleyebilirim.

Ayrıca 1967 yılında Tekirdağ İmam-Hatip Lisesi açılıyor. O yıllarda lisenin yaptırma yaşatma derneğinin kurucularından biri halamın eşi rahmetli eniştemdi. Babam da aktif olarak yönetimlerinde bulunmuş derneğin o tarihlerde. Dolayısıyla ben doğmadan bir sene önce, lisenin kurulduğunu söyleyebilirim. Şüphesiz, başarılı bir öğrenci olmam hasebiyle okulda öğretmenlerimizin veya bizi tanıyan başka eğitimcilerin farklı okullara gitmem konusunda bazı telkinleri olduğunu da biliyorum ama bunlara tabii ki gereken şekilde cevaplar babam tarafından o zamanlar verilmişti.

  • İmam Hatip yıllarınız nasıl geçti? İmam Hatipli olmak yaşam yolculuğunuza nasıl tesir etti?

İmam Hatip Lisesi’nde geçen  yedi sene; tahsil hayatımın en faydalı, en verimli yıllarıdır. Tabi ilginç bir dönemde öğrencilik yaptık. Ortaokul birinci sınıfı bitirmiştik, yaz tatili bitmek üzereydi, 12 Eylül Askeri Darbesi oldu. Okulların açılışı sanıyorum bir hafta kadar ertelenmişti darbeden sonra. Tabi o yıllarda İmam Hatip Liseleri’nin üzerine ciddi bir baskı vardı. Doğrusu; İmam Hatip Liseleri’nin tarihi aslında Türkiye’de millet iktidarının, demokrasinin tarihi ile paralellik gösterir. Yani şunu söyleyebilirim siyasi tarih okumuş, çalışmış birisi olarak:  Türkiye’nin siyasi tarihini okumaya vaktiniz yoksa İmam Hatip Liselerinin tarihini okuyabilirsiniz. İmam-hatip liselerinin tarihi Türkiye’de demokrasinin iniş çıkışlarını, darbeleri, hak ve hürriyetlerle ilgili getirilen sınırlamaları, bunların nasıl ve ne zaman kalktığını çok güzel bir şekilde gösteren, demokrasi tarihimize ayna olabilecek bir kurum tarihidir. Ne zaman ki Türkiye’de serbest seçimler olmuş, demokrasinin önü açılmış, demokratik hayat normal işleyişine kavuşmuş, hak ve özgürlükler genişlemiş o zaman İmam Hatip Liseleri’nin de talihi açılmış, bahtı açılmış; öğrenci sayısı artmış, bu okullarımızın eğitim-öğretim kalitesi artmış. Ne zaman ki Türkiye’de darbeler olmuş, vesayet rejimi öne çıkmış, muhtıralar verilmiş, müdahaleler olmuş o zaman bakıyorsunuz ki bu müdahalelerin ilk görüldüğü, ilk hissedildiği yerlerin başında İmam Hatip Liseleri geliyor. İmam Hatiplilerin üniversiteye giriş hakları ellerinden alınmış, bazen orta kısmı kapatılmış, bazen lise kısmı kapatılmış, öğrenci sayısı azaltılmış, azaltılmaya çalışılmış… Ha o zaman da anlıyorsunuz ki Türkiye bir daralma sürecine girmiş siyasi anlamda.

Bizim dönemimiz de böyle bir daralma dönemiydi. İmam Hatip Liseleri sıkı kontrol altındaydı. okulumuzun tam karşısında, askerlik şubesi vardı. Oradan zaman zaman okulumuza ziyaretler olurdu. Okul müdürünü ziyaret ederlerdi bir nevi kontrol gibi. Zaten o tarihlerde liselerde mevcut bir ders vardı, sanıyorum lise ikiden itibaren başlayan bir ders, Milli Güvenlik dersi. Bu dersi üniformalı subaylar verirlerdi. Ders kitabı da Genelkurmay’da hazırlanan bir kitaptı. Bu derste bir şey anlatılmazdı. Aslında bu dersin amacı öğrencilere vesayetin somut bir unsurunu göstermek, simgesel olarak bunu sunmak, öğretmek, hissettirmekti. Bir taraftan da tabi bu ders vasıtasıyla okula gelip okulu görmek, okulda olanı biteni öğrenmek vesaire gibi bir amaç güdülürdü.

Liseye dair birçok hatıram var şüphesiz. Derslerle ilgili var, ders dışı faaliyetlerimizle ilgili var. Tabi ders dışında da özellikle bilhassa kültürel çalışmaları ciddi olarak yürüttük. Gerek okumalar, gerek arkadaşlarımızla birlikte yaptığımız başka çalışmalar, programlar olurdu. İmam Hatip Lisesi’nde de iyi bir öğrenciydim. Tabi bunun  İmam Hatip Liseleri’ndeki öğrencilerin iyi olması, başarılı olması o tarihlerde çok kabul gören bir şey değildi. Şöyle söyleyeyim. Yine imam-hatip lisesinin son sınıfında iken Tekirdağ’da o zaman yeni bir dershane açılmıştı. Sanıyorum halen farklı alanlarda faaliyet gösteriyor. Kendisi de bir matematik öğretmeni olan Tekirdağlı bir büyüğümüzün açmış olduğu bir dershaneydi, babamın da arkadaşıydı. O dershaneye uzun bir süre gitmedim. Dershaneye gitmeyi gerekli görmüyordum kendimce o zamanlar. Fakat biraz babamın ısrarıyla gitmek durumunda kaldım. Dershaneye gittikten kısa bir süre sonra, birkaç gün sonra dershanede bir deneme sınavı yapıldı. Açık bir farkla deneme sınavında ben birinci olmuştum. Tekirdağ’ın meşhur liselerinin idarecilerinin dershaneye bir nevi çıkartma yaptıklarını ve orada dershane sahibini sıkıştırdıklarını, İmam Hatip Lisesi’nden birisinin nasıl birinci olabileceğini, nasıl bu kadar çok doğru soru çözebileceğini sorguladıklarını dershane müdürü bizzat kendisi bana anlatmıştı. Bilahare beni de çağırıp odaya birkaç tane öğretmenin yanında “İşte o çocuk bu.” demişti. “İstiyorsanız siz de sınav yapabilirsiniz” demişti. Ben de kendimden “Evet isterseniz sınav yapabilirsiniz, ben buradayım.” dedim. İmam Hatip liselerine başarısız öğrencilerin gittiğine dair bir görüş, bir kanaat o yıllarda vardı. Bundan zaman zaman üzüntü duyardık ama zaman zaman da bu kanaati yerle bir eden bazı başarılar ortaya koyduğumuz için de ayrı bir keyif alırdık.

  • Geçtiğimiz aylarda Tekirdağ İmam Hatip Lisesi’nden bir arkadaşınızı kaybettiniz. Hatta cenaze törenine de iştirak ettiniz. Lise arkadaşlarınızla hala görüşür müsünüz? O günlere dair bizimle birkaç anınızı paylaşmanızı rica etsek.

Evet geçtiğimiz aylarda imam hatipten sınıf arkadaşımız Cafer Tayyar Demir’i kaybettik. Maalesef ki bu erken yaşta bir kayıp oldu, vefatından 3 ay evvel oğlunu evlendirmişti, böyle bir mutluluğu vardı. Rahmetli, bütün arkadaşlarımızla irtibatı sağlayan, bizi bir araya getiren birisiydi. Bizleri birbirimizin hayatlarında meydana gelen gelişmelerden haberdar ederdi. Mezun olduğumuz yıllardan bu yana tüm arkadaşlarımızla görüşmeye, iletişim halinde kalmayı sürdürüyoruz. 1970’Li yıllardan bu yana her yıl okulumuzun mezunlar buluşmasına katılım sağlarım. Bu buluşmalarda arkadaşlarımızla bir araya geliyor, pek çok değerlendirmede bulunma imkanını buluyoruz arkadaşlarımızla.

  • Üniversite eğitiminize kadar Tekirdağ’da yaşamınızı devam ettiriyorsunuz. Lisans eğitiminize ilk olarak Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde başlıyorsunuz. Ardından İstanbul Üniversite Hukuk Fakültesi’ni de kazanarak iki yerde öğrenim görmeye başlıyorsunuz. Neden böyle bir durum oldu Efendim? Böyle bir tercih yapmanızda ki ana motivasyonunuzu paylaşır mısınız?

İmam Hatip Lisesi’ni bitirdikten sonra ilk olarak Boğaziçi Üniversitesi’ne girdim. 1986-1987 öğretim yılında. Bunun çok basit bir sebebi vardı, üniversite birinci basamak sınavında iyi bir sonuç almıştım. O zaman tabi hukuk fakültesini yazma konusundaki niyetim, birçok kişi tarafından itiraza uğradı. Hocalarımız, babam başta olmak üzere; bu puanla başka yerlere, mühendislik veya tıp gibi alanlara yönelmemin doğru olacağını söylemişlerdi.

Boğaziçi Üniversitesi bugüne göre daha popüler bir üniversiteydi o tarihlerde. Tekrar sınava girip hukuk fakültesini tek tercih olarak yazıp girdim. İstanbul Hukuk Fakültesi’yle Boğaziçi’ni tabi bir süre beraber sürdürme niyetiyle hareket ettim. Birkaç ay bunu devam ettirdim ama sonra tabi gerekli bazı belgelerde sıkıntı yaşandığı için iki yeri aynı anda devam ettirme imkânı olmadı. Yani bazı şeylerin tahmin edilenden daha basit tuhaf sebepleri olabiliyor. Ben başından beri hukuk okuma konusunda kararlıydım, niyetliydim. Bunu belki askeri darbe dönemi; o dönemde yaşananlar, eziyetler, zulümler, sıkıntılar… Bizim bizzat yaşamış olduğumuz, İmam Hatip Lisesi’ndeki bize karşı tutumlar, tavırlar üzerinden çocukluğumuzdan beri de bir mücadeleyi yürütme konusundaki niyetimiz ve kararlılığımız, hukukçuluğun bu konuda daha faydalı olacağına dair bir karar hasıl etmiştim.

Hukuk Fakültesi’nin ve hukukçu kimliğinin sizin için ayrı bir önemi olduğunu anlıyoruz. Biraz daha açabilir misiniz Efendim?

Elbette. Çok küçük yaşlardan itibaren ama özellikle de ortaokul yıllarımdan itibaren hukuk öğrenimi almaya niyetlenmiştim. Klasik bir söz vardır ya bir daha hayata gelsem yine tereddütsüz hukuk eğitimi almak isterim. Hukuk okumaktan, hukuk mezunu olmaktan çok büyük bir memnuniyet duyuyorum, keyif alıyorum.

Hukuki perspektifler her zaman idealler üzerindedir. Hukuki bakış gerçekliğe ne kadar yaklaştırılırsa o derecede iyi bir mücadele verilmiş, iyi bir iş yapılmış olur. Dolayısıyla hukukçuluğun ve hukukçunun, hukuki bakış açılarının mücadelesi bence kıyamete kadar devam edecektir. Bu her kültürde her toplumda böyledir. Yani nasıl kainat zıtlar üzerine kaimdir, aynı şekilde burada da adalet ve zulüm iki kutupta yer almaktadır. İnsanlık zulümden kaçma ve adalete ulaşma, yaklaşma mücadelesini Hz. Adem’den itibaren sürdürüyor. Hukukçuluk burada önemli bir imkan, bir bakış imkânı, perspektifi kazandırıyor bizlere. Tabi hukukçu bakış açısının, hukukçu olmayanlar ve özellikle hukukla en azından bir yakınlığı olmayanlar tarafından zaman zaman tuhaf karşılandığını da görüyorum. Bu yeni değil, buna dair birçok ülkeden, toplumdan, farklı kültürlerden, medeniyetlerden örnekler verebilmek mümkün. İslam tarihinde de vardır, fakihlerin bakış açısı üzerinden de örnekler verilebilir.

Bir İngiliz hukuk profesörünün bir sözü paylaşmak isterim: “Bir hukukçu, hukuk okuyan birisi asla eskisi gibi olamaz” diyor profesör. O açıdan, hukuk okumanın hayata bakış ile ilgili insana kazandırmış olduğu farklı bir formasyon var. Aslında her mesleğin tabii ki hayata ya da olaylara bakışta insana kazandırmış olduğu farklı melekeler vardır. Hepsi belli parametrelerden hareketle hayata bakar. Şüphesiz mesleğin dışında da bireylerin dünya görüşleri ve hayata dair  birtakım kriterleri vardır.  Çoğu zaman kriterlerini başkalarına açıklamayı bırakın kendine bile  açıklayamaz insan. Hukukçunun olaylara bakışında da başka mesleklerde olmayan, hayatın başka alanlarında olmayan parametreler vardır. Çok kısa buna dair bir şey söylemek isterim; aslında hukuk, hayatın görülmeyen yüzüdür, teorik yüzüdür öyle diyelim. Bir nevi madeni para gibi düşünürsek, paranın tura tarafı görünen yüzü yani hayatın bizzat kendisi daha açık ifadeyle yaşadığımız kısmıdır. Yazı tarafı da hukuktur diyebiliriz. Bakın çoğu zaman biz hayatın o arka tarafını bilmiyoruz, görmüyoruz ama yaşadığımız her olayın yaptığımız her işin hukukta bir karşılığı vardır. Mesela bu konuşmamızın, dergi çıkartıyorsunuz, dergi çıkartma bir hukuki işlemdir. Sabahleyin gazete almak, ekmek almak, peynir almak aslında bir alım satım aktidir, hukuki bir iştir. İşte bir toplu taşıma aracına binip bilet kullanmak biletle binmek, şehirler arası seyahat yapmak, uçağa binmek bilet almak, bunların her biri birer hukuki işlemdir. Tabi bunların çoğu zaman farkında değiliz, günlük hayatımızı yaşadığımız hayatın akışı içerisinde basit olaylar olarak görüyoruz. Fakat bir sorunla karşılaştığımız zaman işin hukuki boyutu ortaya çıkıyor. Aslında evlilik de hukuki bir müessesedir. Ne zaman anlıyoruz, işte bir boşanma söz konusu olduğu zaman. Çocuklarla ilişkimiz de aslında bir hukuki meseledir sonuç itibarıyla ne zaman anlıyoruz? Bir gün boşanmada, çocuğun velayetinin kime verileceğini, kimin çocuklarını her an temas kurup görüşeceği hepsi hukuki meselelerdir. Dolayısıyla biz bir hayat yaşıyoruz tabiri caizse o hayatın arka planında, arka yüzünde hukuk işliyor bir taraftan. Biz bunu ancak, o madeni para ters döndüğünde anlıyoruz. Dolayısıyla işte hukukçu o görünmeyen yüzünü esas alarak bakar, bu bakımdan hukukçunun bakışı hukuk formasyonu almış ve bunu hazmetmiş bir kişinin hayata bakışıyla bu anlamda bir farklılıklar oluşur ve bu fark geri döndürülemez bir farklılıktır.

  • Lise yıllarınızda geleceği düşündüğünüzde hem akademik olarak hem de profesyonel hayat için neleri hedeflerdiniz?

Az evvel de konuştuğumuz gibi; çocukluğum ve  gençliğim siyasetin içinde yer alan bir muhitte geçti. Lise yıllarımda da aynı şekilde çok yakından siyasi faaliyeti, siyaseti, gazeteleri dergileri çok yakından takip ederdim. Öğrencilik yıllarında İmam Hatip Lisesi’ndeyken hedefim bir dergi çıkarmaktı. Buna muvaffak olabildik çok şükür. Hukuk Fakültesi’ne girdikten sonra, öğrenciliğimin birinci yılında, arkadaşlarımızla  aylık bir hukuk dergisi çıkarmayı planladık.  Dergimizi üç yıl boyunca yayınlamaya devam ettik. Bu idealimizi otuz altı sayı yayınlayarak gerçekleştirmiş olduk.  Lise yıllarından itibaren aynı şekilde, çok somut bir ideal olmamakla beraber bir şekilde siyasetin içerisinde yer almayı hedefliyordum.  Vurgulamak isterim ki  ne olursa olsun siyasetin içerisinde bir şekilde  yer almayı değil; bir birikim sahibi olarak, birikimle siyaset yapmayı hedeflemiştim.

  • Kendinize örnek aldığınız, etkilendiğiniz  bir isim var mıydı Efendim, o dönemlerde?

Roger Garaudy ismi benim için özel bir isimdir. Garaudy, önemli bir siyaset adamıdır. Sol parti içerisinde, sosyalist parti içerisinde, Fransız komünist partisi içerisinde çok etkili bir şekilde siyaset yapan birisiydi. Siyasetin pratiği ve teorisi içerisinde önemli birikime sahip bir isimdir. Hatta o tarihlerde Müslüman oluşundan sonra -bizim lise yıllarımıza denk geliyor- sol siyasetin bütün kitapları yok olsa onları yeni baştan yazabilecek bir adam olarak gösteriliyordu. Mesela onun gibi bir isim olma noktasında birtakım hedeflerim vardı. Bu sebeple gerek üniversite yıllarımda gerek akademiye yönelmemde bu hedefim etkili olmuştur.

  • Üniversite eğitiminin sizin için taşıdığı motivasyon neydi?

Üniversite dönemini; hakkını vermem gereken ve  bir birikim oluşturmam gereken bir süreç olarak düşündüm her zaman. Pratik siyasetten de kopmadım üniversite yıllarımda ama daha çok mesaimi, hukukla ilgili arzu ettiğim alanlarda yetişmek ve gelişmek için harcadığımı söyleyebilirim.  Allah’a şükür düşündüklerimizden, hedeflediklerimizden, planladıklarımızdan Mevlamız bizleri mesul kıldı. Tabi insanın  hayatta elde ettiklerine; kendi yapıp ettikleri, hedefledikleri ve tırnak içerisinde ‘hak ettikleri’ bağlamından bakmayı doğru bulmuyorum Bu belki tasavvuf meşrep kültürümüzün de bir yansıması olabilir. Özellikle modern zaman kültürü bireylerin hayatlarını; kişisel başarı ve kültür, insanın vasıfları ve yapıp ettikleri üzerinden anlamlandırıyor. Tabi bizim inancımızda temel olarak müsebbibü’l-esbab vardır. Bütün sebepleri var eden bir varlık vardır. Daha geniş çerçeveden baktığımızda bizim sahip olduğumuz özelliklerin toplam hasılatı, sonuçlarla doğrudan bağlantılı veya bir başka sebeple o sonuçları doğrudan ortaya çıkartan bir şey değildir. Neticede gerek o işleri var eden gerekse o işlerin sonucunda başka işleri de halk eden Cenab-ı Hak’tır. Ataullah İskender’inin Hikem-i Atâiyye kitabında derin manalı sözler vardır. Çok hoşuma giden bir sözü burada ifade etmek isterim. Derki; gafil sabah kalktığında bugün ne iş yapacağım diye düşünür. Arif sabah kalktığında Cenab-ı Hak, bugün beni hangi işlerde istihdam edecek diye düşünür. Dolayısıyla hadiselere Mevlamızın imtihanı ve ikramı olarak bakmak lazım. Bizim bazen faydalı olarak gördüğümüz hayırlı gördüğümüz,  bir nimet olarak değerlendirdiklerimiz birer imtihana dönüşebilir bizler için. Mevlamız vermiş olduğu imkanlarla ve lütuflarıyla bizi imtihan ediyor. Ona mahcup olmamak her daim en büyük arzumuzdur.

  • 18 yıl gibi uzun sayılabilecek bir süre akademide çeşitli görevleriniz oluyor. Üniversite görev yapmak, gençlerle birlikte olma konusunda neler söylersiniz?

Akademi hayatı benim için bilinçli bir tercihti. Hangi iş olursa olsun yaptığım işin teorisini iyi bir şekilde bilmek benim için önemlidir. Mesela yeni bir elektronik ev eşyası aldığımızda,  kullanım kılavuzunu cihazı kullanmadan önce dikkatli şekilde okurum. Hatta bunu o cihazın yanında yaparım. Oradaki teorik bilgiler cihaz üzerinde neye tekabül ediyor önce iyice anlamaya çalışırım. İlaç kullanacağım zaman da mutlaka önce prospektüsü okurum. Yetersiz görürsem bununla ilgili araştırma da yaparım. Daha sonra bir karar verip eyleme geçerim..

Siyasetle ilgili de düşüncelerimi anlatmadan bir şeyle ilgili  adım atmadan önce onunla ilgili bütün teorik bilgileri altyapıyı kurmayı arzu ederim ben. Akademisyenliği de böyle gördüm hem hukuk üzerinden hem hukuk siyaset bağlamından bir alt yapı hazırlığı olarak düşündüm. Ben herkesin yaptığı veya başka arkadaşlarımızın yaptığı bir işi benim de yapmam yerine başkalarının görmediği fark etmediği, başkalarının yapmadığı ya da yapamadığı bir işi hedeflemişimdir çoğu zaman. Tabi bun anlamda fark bir şey olsun diye olmayacak işler icat edenler de var. Çünkü herkes hep beraber aynı işleri yapıyorsa mutlaka o zaman yapılmayan, eksik bulunan, fark edilmeyen ve yapılması gereken işler bir tarafta duruyor demektir. Onları görmek ve kendini biraz onlara adamak önemli bir husustur. Bu tabi genel olarak yapılacak işlerin  seçiminde olduğu gibi yapılan işin yapılış şekli ile ilgili de bir husustur. Yani bir işi herkesin yaptığı gibi değil de daha farklı şekilde daha farklı yönleriyle yapmak, farklı bir kaliteyle yapabilmek önemlidir. Bir iş yapmanın türlü türlü yolları vardır. Bir konuyu anlatmanın türlü türlü yolları vardır. Bir söylemenin türlü türlü yolları vardır. Üniversite hayatıyla benim arzu ettiğim şey tabi önce yatkın olduğum araştırma ve farklı alanları irdelemeye dair biraz daha kendimi geliştirmek ve diğer yöntemleri de kazanabilecek bir içeriği elde etmek için arka plan oluşturmaktı. Akademisyenliği bilinçli olarak tercih ettim ve bu tercihten her daim memnun oldum.

Gençlerle bir arada olmak insanlara bir şeyler öğretmek tabi bilhassa gençlere bir şeyler öğretmek çok ayrı bir husus. İnsanların bir şeyi anlayabilmelerinin en iyi yolu onu anlatabilmeleridir. Yani anlamanın ölçüsü anlatabilmektir. Bu bakımdan  hocalık bunu sağlayan imkan veren bir meslek. Gençlerle bir arada olmak, gençlerin yetişmesine bir katkı yapabilmek, en azından onlara rehberlik edebilmek, yol gösterebilmek keyifli bir durumdur. Bunun birçok noktada öğrencilerin dersleri anlaması, ders dışında da bazı fikri, ideolojik tartışmalarda onlarla beraber olmak, tartışmak, anlatmak hem onların gelişmesine katkıda bulunmak hem de kendi fikirlerimi test etmek gerek içerikleri itibarıyla gerek anlatım şekli itibarıyla oldukça önemlidir. Tabi gençlerin daha rahat ve daha geniş düşündüklerini katılaşmış donmuş tezler üzerinden değil de fikirlerini değiştirebilecek, geliştirebilecek bir esneklik içerisinde yani yeni yeni oluşturmaları sebebiyle; onlarla hem ilmi hem fikri konularda tartışmanın, bir arada olmanın çok büyük bir imkân olduğunu söyleyebilirim. Uzun yıllar hem akademisyen olarak, hoca olarak görev yaptım. İdari görevlerde bulundum. Akademi hayatım da yoğun bir şekilde geçmiştir. Onun dışında da tabi yine öğrencilerle akademi dışında da bazı çalışmalar yaptığımızı, haftalık düzenli toplantılarla bazı konular üzerinden çalışmalarımızı yürüttüğümüz dönemlerimiz de olmuştur.

  • Çok teşekkür ederiz. Bizim için oldukça bereketli bir sohbet oldu.

Ben de bu sohbet imkanı için teşekkürler ederim. Sevgili okuyucularınıza da selamlarımı iletir, çalışmalarınızda başarılar dilerim.