#

Bir Öğrenci 22 Günde Avrupa’yı Nasıl Gezer? Vallahi Gezdik

Bu yazıda, 22 günde Avrupa’yı trenle ve düşük bir bütçeyle nasıl gezdiğimi ve nelerle karşılaştığımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Kuzenim Salih Küçük ile 5 ay öncesinden Avrupa’ya gitmeye karar verdik. Paramız yoktu, tam olarak nereden başlayacağımızı bilmiyorduk ve hiçbir ekipmanımız da yoktu. Bu geziyi yapabilmek için iki önemli şeye sahiptik: İnancımız ve gücümüz.

Bazı arkadaşlara danıştıktan sonra güzergâhı belirledik. İlk olarak gideceğimiz yerlerde bulunan tarihî eserleri, müzeleri ve önemli yerleri birkaç aylık bir çalışmayla hazır hâle getirdik. İkinci aşama olarak uçak biletini ucuza aldık. 22 gün boyunca kullanacağımız tren biletini interrail bayiliğinden aldığımda cebimde hiç param kalmamıştı ama yine de yılmadık ve inancımızı kaybetmedik çünkü gezmemiz için önemli olan kısmı halletmiştik. Nasıl diye düşünüyor olabilirsiniz, konaklama konusunda sokakların ve parkların bizim olduğunu ve bize ev sahipliği yapacağına inanıyorduk veya bizi evine davet edecek bir insan bulabileceğimize inanmıştık. Biliyorum, bu söylediklerim size benim düşler ülkesinde olduğumu hissettirebilir ama inanınki bu inanç bizim Avrupa’yı gezmemizi sağladı.

Sponsor Bile Bulduk

Seyahat edeceğimi çevremdekiler, akrabalarım duymuştu ve seyahat için son günlere yakın bana maddi yönden hiç beklenmedik yardımlarda bulundular. Sanki herkese teker teker paramın olmayışından bahsetmişim gibi… Son olarak dağcı çantası dediğimiz geniş çanta, uyku tulumu ve uyku matını bir yerlerden topladıktan ve az da olsa yiyecek erzak aldıktan sonra 13 kiloluk çantalarımız ile yola çıkmaya hazırdık.

Uçuştan önceki gece heyecandan ve ne ile karşılaşacağımı bilmediğimden rahat uyuyamadım. Sabah erkenden kalkıp son hazırlıkları ve yoklamaları yaptıktan sonra Sabiha Gökçen Havalimanı’na doğru yol aldık ve ilk durağımız Roma için uçağa bindik. Roma genel olarak bütün Avrupa şehirlerinde gördüğümüz gibi eski tarihî yapısını korumuş ve bu yapıların kalıcı olmalarını sağlamak için özen gösterilmiş bir şehirdi. Roma’da inanılmaz derecede tarih kokusu alıyorsunuz çünkü her adımbaşı bir tarihî yapıt ile karşılaşıyorsunuz. Roma’ya vardıktan sonra ilk işimiz -bundan sonra gittiğimiz şehirlerde de yaptığımız gibi- turist bilgilendirme ofislerinden veya otellerden şehir haritası almak oldu. Böylece şehri tanımış ve seyahat edeceğimiz güzergâhları işaretlemiş olduk.

13 Kiloluk İmtihan

Gel gelelim 13 kilo çanta taşımak beklediğim kadar kolay olmadı. Roma şehir merkezine vardıktan ve şehri 2 saat turladıktan sonra ağır çantalarımızı yüklenen ayaklarımız ve omuzlarımızı sızlamalardan kurtarmak için bir internet kafede otel aramaya başladık. Fakat aramalarımız sonuçsuz kaldı ve zamanı daralan namaz için cami aramaya başladık. En yakın caminin 6 km uzaktaydı. Roma Merkez Camii’ne (haritada Roma Merkez Camii yazıyordu, espri değil) doğru yol aldık ve cami ile karşılaştığımızda büyüklüğü ve güzelliği ile mest olduk. Namazı eda ettikten sonra Roma merkeze geri gitmek için otostop çektik. Bu sefer arama sonuçlarımız kârlı olmasa da sonuçlu çıktı ve kahvaltı dâhil €33’luk otele eşyalarımızı bıraktık ve vakit kaybetmeden şehri keşfetmeye gittik.

Roma’dan sonra Floransa ile ilk seferimizi gerçekleştirdik. Kesin olarak gitmenizi önereceğim yer Michelangelo Meydanı; oradan bütün şehri ayaklarınızın altında görebilirsiniz. Floransa’yı birkaç saat gezdikten sonra Pisa’ya gittik. Pisa’da mescitte tanıştığımız bir Pakistanlı ağabeyin döner restoranında aç karımızı doyurduktan sonra akşam onun evinde yatıya kaldık. Sabah erkenden Bolonya’ya gittik ve orada birkaç saat Orta Çağ şehir yapısını gezdikten sonra Venedik’e seyahat ettik.

Bazı Kurallar da Var

118 adadan oluşan Venedik’i çok sevdim ve tavsiyem odur ki 118 adada kaybolun çünkü daracık ve su akıntıların geçtiği sokaklardan mest olacağınıza inanıyorum. Venedik’te yaşlı bir İtalyan ailenin yanında kaldıktan sonra ikinci adresimiz olan Fransa’ya doğru yol aldık fakat bir gün içinde gidemedik çünkü interraili aldıktan sonra parasız kullanmak istiyorsanız hızlı trenlere değil bölgesel trenler binmeniz lazım. Bu trenlerde rezervasyon yapmanıza gerek yok ama hızlı trenlerde yapmanız şart yoksa bedel ödersiniz; hızlı trenlere en az €3 en fazla €20 verirsiniz. O gün Milano’da sokakta yatmak için bir saat keşif yaptıktan (ki tavsiyem odur ki boş ve karanlık bulduğunuz yere hemen konun ve uyuyun) sonra yattık.

McDonalds’larda mı Uyumadık

Sabah erkenden ilk trene binip Nice’e doğru yol aldık. Bu trende az kalsın bütün moralimiz yerle bir oluyordu, yanlış trene binmişiz ve bizden toplam €125 aldılar. Bundan sonra daha da tasarruflu olmaya karar verdik. Velhasıl kelam, Nice’e ikinci günde ulaştık ikindi vakti gibi ama şiddetli yağmurdan dolayı Marsilya’ya doğru yol aldık akşam vakti gibi. Hava soktu ve yatmak için camiden yardım gelir diye gittik fakat sonuçsuz çıktık. Avrupa camilerinde yatılması kanunen yasak olduğu için camide yatamadık. Hava çok soğuk olduğu için yatacak ucuz bir pansiyon aramaya başladık. Sahile doğru yürürken İstanbul Kebap’ı gördük ve bir umutla dükkândaki ağabey ile konuştuk. Erzurumlu Diyar ağabey bize döner ikram edip Türkiye’ye nasıl hasret kaldığını anlatı ve bize öğrenci eve ayarlamaya çalıştı fakat dolu oldukları için vedalaşıp yer aramaya devam ettik. En sonunda McDonalds’a girdik. Sabah dörde kadar ben yattım, kuzenim nöbet tuttu. J

Sabah erkenden üçüncü rotamız İspanya, Barcelona’ya gittik ve trende İstanbul’da okuyan Ömer ve Mehmet ile karşılaştık. Onlarla bir akşam BurgerKing’de ve bir akşam €18’a bir hostelde kaldıktan sonra Paris’e gittik. Paris’e gideceğimiz gün işçi eylemi vardı, bundan dolayı bölgesel tren seferleri iptal olmuştu ve İspanya-Fransa sınırını taksi ile yolda kalmış iki Litvanyalı gezgin ile geçtik. Günümüz ziyan olmasın diye €20 verip Perpigan’den Paris’e 6 saate gittik. Bir akşam Paris’te sokakta yağmurun altında kaldıktan sonra Cezayirli bir ağabeyin otelinde yattık. Paris’in keyfini çıkartmak istiyorsanız hava durumunu kesinlikle takip edin çünkü Paris çoğu zaman yağmurlu.

Almanya’nın Yolları Taştan…

Paris’ten dördüncü rotamız olan Hollanda’ya geçtik ve akrabamız Furkan kardeşimin Maastricht, Hollanda’daki evinde üç gün kaldık. Orada kaldığımız sürece iki gün boyunca iki şehri keşfettik: Bruges, Belçika’da ve Amsterdam, Hollanda’da. Maastricht’ten sonra Duesseldorf’a, Almanya’da bulunan Emine teyzemizin yanına kalmaya gittik. Anne sıcaklığını ve Türk ev yemeklerini gördüğümüzde ne kadar şahane olduğumuzu böyle bir gezi yaptığınızda ancak anlayabilirsiniz. Emine teyzemin evinde bir akşam kaldıktan sonra Cochem diye bir köye gidelim dedik Almanya’da fakat orada kalacak yer ayarlarken yanlışlıkla 10 km ötede ve ulaşımı zor olan başka bir köydeki bir otelde yer ayırtmışız. Kuzenimin 10 km yürüme kararlılığı ve benim otostop çekme kararlığımdan dolayı dağı tırmanmaya başladık ki çok geçmeden bir araba durdu ve yoldan sapmak üzere bizim isteğimiz yere kadar götürdü. Köy çok hoş ve çok moderndi. Gece burada kalıp sabah erkenden kalktık ve dağdan aşağı 10 km yürümeye başladık, 5 kilometre yürüdükten sonra bir çift bizi arabalarını aldılar ve tren istasyonuna bıraktılar.

Yaşasın Yemek Yemek

10 saat yolculuktan sonra Prag, Çek Cumhuriyeti’ne vardık ve yorgunluktan dolayı hostel armaya başladık geç saatlerde. Bir saat arama yaptıktan sonra €9’a lüks bir hostel bulduk (Prag’da hosteller çok ucuz bu arada). Sabah kahvaltısı €5 olan hostelde Ankara’dan tanıdığım Ali Can Yeniçeri’yle karşılaştık. Ali ağabey ile Osmanlı’dan çok fazla miras barındıran Prag’ı gezdik ve sondan bir önceki durağımız olan Viyana’ya Müşteba amcamın yanına dört gece üç gün kalmaya gittik. Müşteba amcam ile Viyana’da çok güzel vakit geçirdik, bize ailemizin geçmişini anlattı ve kendimizi evde Türkiye’de gibi hissettik. Bu arada kuzenim ile bir gün Budapeşte, Macaristan’a gidip geldik. Çok vaktiniz yok ise tavsiyem odur ki Big Bus ile seyahat edin çünkü Budapeşte çok büyük bir yer ve tarihî eserleri birbirinden çok uzak.

Viyana’daki son akşamımız iki sebepten dolayı hüzünlü geçti: Birincisi maceramızın sonuna gelmiş bulunuyorduk, ikincisi amcamın muhteşem yemeklerinden ve sağlık hakkındaki bilgisinden mahrum kalacaktık. Son trenimiz Zürich’e idi, gece yataklı trende 8 saat yolculuktan sonra İstanbul’a gitmek üzere Zürich’te sahile inip bekledik ve 22 günün nasıl göz açıp kapatıncaya kadar geçtiğini düşünüp durduk. İstanbul’a geri döneceğim diye bu kadar mutlu olacağımı hiç düşünmemiştim.

Bir Başkadır İstanbul…

Allah hamdüsenalar olsun ki uçağımıza bindik, o kadar keyifli bir uçuş yaptığımı hatırlamıyorum. Asılına bakılırsa seyahat etmek artık çok kolay. Her şeyde olduğu gibi istemek ve severek yapmak önemli olan etmen. Uçak İstanbul’a uçak indiği zaman İstanbul’u baştan aşağı gezmek geldi içimden. İstanbul’un havası bir başka güzel, şairin dediği gibi:

“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar,

Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.

İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;

O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.