Çevre Nimettir!
Dünyaca ünlü İslam hukukçusu ve büyük takipçi kitlelerine hitap eden Şeyh Yusuf El-Karadavi, 2000’li yılların başında Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde büyük bir kongreye davet edilir. Çevresel sorunlar ve koruma problemlerinin tartışılacağı bu kongreye Karadavi, esaslı bir hazırlık yaparak katılmayı arzu etmektedir. Henüz yola çıkmadan, kendisine tam da bu konularda bazı sorular soran bir arkadaşı, bu büyük fıkıh aliminin anlattıkları karşısında şaşkına döner. Hayretle şeyhe şöyle sormuştur: “İslam’ın gerçekten çevrenin korunmasına ilişkin bir projesi var mı?” Şeyh, arkadaşının şaşkınlığına anlam verememiştir. Zira, Müslüman bilim adamlarının ortaya koyduğu, çevresel sorunları çözmeye çalışan çağdaş fikirlerin çıkış noktalarını sağlayan, doğaya saygı ve insanın doğa karşısındaki tutumunu ortaya koyan ahlaki öğretilerin geniş ve tutarlı biçimde ele alındığı; akaid, tasavvuf, fıkıh ve metodoloji bilim dallarına ait bir kütüphaneyi kaplayacak kadar eser bulunmaktadır. Sorusuna cevap bulmanın verdiği sevinç ile cehaletinden kaynaklanan şaşkınlığı birbirine karışan adam şu sözleri söylemiştir: “Biz bu konuları bilmediğimiz için çocuklarımıza da anlatamıyoruz, nasıl olur da, böylesine sorumlu olduğumuz bir sahada bu derece bilgisiz kalmış olabiliriz?” Halbuki klasik ilmihal kitaplarından geniş hadis külliyatlarına kadar pek çok esere göz atıldığında, çevreye karşı İslami duyarlılığın onu ‘koruma’nın ötesine geçen bir çerçeve ortaya koyduğu rahatlıkla izlenebilecektir. Ancak her dönemde olduğu gibi, pusulası şaşmış insanlığa karşı bir sorumluluk yüklenerek, inşa-tabiat ilişkisindeki şaşmaması gereken dengeyi gösterecek ve insani bilinci canlı tutacak sözler söylemek, devamında da bu sözleri eylemlerle desteklemek gerekmektedir. Prof. Karadavi, arkadaşına verdiği cevapla sınırlı kalmaz, katıldığı kongreye hazırlık olarak iki yüz elli sayfalık bir kitap kaleme alır[1].
Yusuf el-Karadavi bu kitapta, mensup olduğu hukuk ve bilim geleneğine uygun olarak çevreyi, canlı ve cansız tüm unsurlar ile birlikte düşünmektedir. Çevre içinde insanın tutumu, dünyanın sınırlarını aşan bir bilinç ile şekillenmiştir. İnsanın yeryüzündeki rolü, dünyaya gelmeden önce bulunduğu cennetteki konumundan oldukça farklıdır. Cennette sınırsız imkanlara sahipken, artık dünya mukimi olan insan, ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmak, karşılaştığı zorluklara da katlanmak zorundadır. Bununla birlikte, yeryüzü geniş ve zengindir. “Müjdeci rüzgârlar”, “ölü toprağı canlandıran tertemiz sular”, güneş ve ay yani bütün bir evren, varlığı çalışmak ve üretmekle kayıtlı tutulan insanlığa adeta birer yardımcıdır. Çevrenin her bir unsuru, insanoğlunu da içine alacak biçimde birbirlerine yardımcı olacak bir süreklilik arayışındadır. Ve bu süreklilik bizzat Kuran’daki ifade ile bir “denge/mizan” ile mümkündür. Çevreyi anlamaya yardımcı olabilecek bakış açısı ve bu açıyla uyumlu ahlaki tutumlar; çevre içinde düşünebilen ve tasarlayabilen yegâne varlık olan insanın sorumluluğundadır. İnsan adeta, bu dengenin muhafızı, daha doğru ifadeyle yeryüzünün halifesidir.
İslam kültürü; çevre-insan ilişkisini inancın merkezinde, çevrenin bizzat Allah’a karşı kulluk içinde, O’nu bilen ve anan tabiat ile açıklamıştır. Böylesi bir çevreye karşı insanın ahlaki tavrı onu ‘sevmek’ ile başlar. İnsan çevrede, kendisine yol gösteren işaretleri kavramaya çalışır. Tüm bu çabanın neticesinde, insanın kabulleneceği ve bugün üzerinde çok daha geniş düşünmemizi gerektirecek bir anlayış gelişir. Çevre ve onunla bahşedilen tüm imkanlar, rüzgarlar, sular, ışık, kaynağını gayet iyi bilebildiğimiz birer nimettirler. Nimet kelimesi ile ifade edilen lütuflar ve imkanlar karşısında insanın şükür sorumluluğu doğmaktadır. Çok basit bir denklemdir bu. Yeryüzü, her unsurun yardımlaştığı bir imkanlar sahası; bu saha içinde insan, yaşam için çabalayan ve kendisine tanınan nimetler karşısında sorumluluk duygusunu yüceltebilen varlık olmaktadır. Yüceltme kapasitesi, yanı başında alçaltmayı da saklı tutar, çok iyi bildiğimiz bir kavramdır bu: İsraf. Nimetleri israf etmek değil, onu sürekli kılmak böylelikle dengeyi şaşırmamak insanın hilafet sorumluluğunda karşılık bulmaktadır. Çevreye karşı onu bir işaret, bir nimet ve adeta bir ortak olarak düşünmenin zıddının ne olduğunu anlamak zor değil. Bu özü anlamayan ve kendi çıkarını merkezileştiren bir tutum örneğin Avrupa uygarlıklarının yarattığı gibi biçimlendiğinde, doğayı kendi nam ve hesabına köleleştiren ona hükmeden, onunla kavga eden ve nihayetinde kaynakları yok ettiği gibi, günün sonunda yalnız kendisi için sürekli ‘nimet’ kendinden başkaları için ise sürekli ‘külfet’ üreten bir eşitsiz israf düzeni kurulacaktır.
Şeyh Karadavi, günümüz çevre sorunlarına karşı İslam’ın kavramsal teklifinin altını çizmektedir. Çevre insanın korumasına muhtaç değildir. İnsanoğlu çevreyi sadece gözetebilir. Korumak (himaye) ona karşı bir üstünlük tavrını yansıtır, ondan kıyasıya faydalanırken daha az zarar verme fikrinin bir karşılığıdır. Oysa gözetmek, ona karşı derin bir saygı ile onun gelişmesi ve ıslah olması, tazelenmesi için her türlü fırsatı gözetmeyi, onunla ortaklık bilincini taşır.
Dünyanın çivisini yerinden oynatma iradesine cüretini kendinde bulan küresel birliklerin ya da şirketlerin sürdürülebilirlik sloganları altında, onurlu bir sorumluluk yükü, İslam’ın bu teklifine yabancılaşmamış gençlerin omuzlarındadır.
Çevresel problemler karşısında çoğu kez Şeyh Karadavi örnekliğindeki çaba ve özgüveni değil, şeyhin arkadaşının şaşkınlığı ile karışık cehaletini taşıyoruz. Alemlerin Rabbine hamd ile başlayan Kuran’ın iman etmiş muhatapları olarak düşünen ve eylemler ortaya koyan hazinemizi paylaşmak için, dünyanın bütün güzel nimetlerinin yok edilmesini mi bekliyoruz?
YEK
İNCELE
Yusuf El Karadavi’nin çevre konulu kitabı
https://www.al-qaradawi.net/sites/default/files/pdf/8f24b-reaait-elbeaa-fi-alislam.pdf
[1] Kitabı indirmek için : https://www.al-qaradawi.net/sites/default/files/pdf/8f24b-reaait-elbeaa-fi-alislam.pdf