#

Gençlik İksiri

PEKİ BUNUN GENÇLİKLE NASIL BİR İLİŞKİSİ OLABİLİR? GENÇLİK DÖNEMİNDE İNSAN HER ŞEYİ TEK BAŞINA YAPMAK İSTER VE BUNU YAPACAĞINA İNANIR. BİR ŞEYİ ELDE ETMEK İSTER FAKAT ONU ELDE ETTİKTEN SONRA İSTEDİĞİ ŞEYİN O OLMADIĞINI FARK ETTİĞİ İÇİN TATMİNSİZLİK YAŞAR VE BAŞKA BİR SONUÇ BELİRLEYİP EN KISA YOLDAN ONA DOĞRU İLERLER.

Genç nedir sizce? Soru ile başlayan yazıları pek de sevmem aslında, çok da bekletmeden cevabı vereyim o yüzden. Sözlüklere göre “gelişimini tamamlamamış ve yaşı ilerlememiş olan…” Gelişimini tamamlamak ne demektir?  Yaşın ilerlemesi genç olmamak mı demektir? Her genç aynı oranda heyecan, risk ve macera arayışı içerisinde midir? Peki her yaşı ilerlemiş olana tecrübeli, kendini kontrol edebilen, durup düşünen ve öngörülü diyebilir miyiz? Gençliği bunlarla açıklamak ne kadar doğrudur? Sizce hangi seviyede değerlendirmeliyiz bu kavramı? Genç kişi olabileceği gibi, genç grup, toplum ya da devlet olabilir mi?

Doğduğunda başkasının bakımına muhtaç bir çocuk ve ölmeden önce etrafındakilerin bakımına ihtiyaç duyan bir yaşlı canlandırın gözünüzde. Böyle bir tabloda nasıl bir gelişimden söz edebiliriz? Fiziksel olarak muhtaç bir halden, gücümüzün doruk noktasına ulaşıp ardından aciz olduğumuzu bedenin her zerresinde idrak ettiğimiz bir hale geri dönmeyi yani kısaca başlangıca tekrar ulaşmayı içeriyor adeta. Peki, gelişimi sadece birtakım biyolojik süreçler mi oluşturur? Biyolojik süreçlere ek olarak gelişim, zamandan, bulunduğumuz tarihsel dönemin koşullarından ve dolayısıyla kuşak özelliklerinden bağımsız düşünülemez. Zamana ve tarihe bakışta modern dönemin vurguladığı “çizgisel/ilerlemeci” ve yaratıcının merkezde olduğu geleneksel dönemin öne çıkardığı “döngüsel” olmak üzere iki temel anlayış öne çıkmaktadır. Bu yaklaşımlardan haberdar olmadan dünya tasavvurumuzun farkında olamayız. Çünkü, zaman (geçmiş, şimdi, gelecek) olgusal değil algısaldır. Dolayısıyla zihnimizde sahip olduğumuz bilgiler de algısal olduğuna göre başkaları tarafından manipüle edilmeye açıktır. Şimdi, birlikte zihin dünyamızı biz farkında olmasak dahi şekillendiren iki temel zaman yaklaşımına biraz daha yakından bakalım.

Elinizle bir daire ve sonra da uzunca bir çizgi çizdiğinizi hayal edin. Çizimle az çok ilgilenenler bilirler ki daire çizerken tek ve yumuşak geçişli bir bilek hareketi yeterlidir. Çizgide ise keskin uçlar bulunur ve bileğinizi her seferinde hareket ettirmeniz gerekir. Daire çizerken bileğinizin merkezi sabittir; dolayısıyla onun etrafında dönersiniz fakat çizgi çizerken her seferinde bileğinizin merkezini kaydırarak devam etmeniz mecburidir. Döngüsel bir yola çıkan kişi nereye giderse gitsin, her şartta merkeze aynı uzaklıktadır. Döngüsel anlayışta sonunda ulaşılacak nokta bellidir. Bitişte başlangıçta birdir ve bitiş yalnızca bir dönüşüm ve değişim içerir. Dolayısıyla sürece dair yükümlülükleri öne çıkaran bir anlayış barındırır. Çizgisel olanda sonuç odaklı bir yaklaşım söz konusudur ve sonucun tamamen bireysel olarak oluşturulduğu algısını besler.

Peki bunun gençlikle nasıl bir ilişkisi olabilir? Gençlik döneminde insan her şeyi tek başına yapmak ister ve bunu yapacağına inanır. Bir şeyi elde etmek ister fakat onu elde ettikten sonra istediği şeyin o olmadığını fark ettiği için tatminsizlik yaşar ve başka bir sonuç belirleyip en kısa yoldan ona doğru ilerler. Benzer şekilde, ilerlemeci anlayış da yolun sonunda en kısa yoldan ideale ulaşmaya odaklıdır. Fakat, döngüsel anlayış da belirli olan sona yolun uzunluğunu dert etmeden nasıl daha iyi ulaşacağına odaklanır, zaten son değil dönüşüm vardır. İlerlemeci bir tasavvuru olmadığı için bir an bile olsa tutku ve hazları paranteze alıp yaşam akışını seyretmeyi ve kişinin, iyi yaşanılmış bir hayat tecrübe etmesini mümkün kılar. Çizgisel anlayış fiziksel yahut materyal olanı, döngüsel anlayış ise içsel olanı ön plana çıkarır. Ve neyi ön plana çıkarırsanız içinizde onun tohumlarını yeşertirsiniz. Attığınız tohum sizden su ve güneş ihtiyacını karşılamanızı isteyecektir. Fakat her tohumun ihtiyacı ve sizden beklentisi bambaşkadır. Sizin kaynaklarınızı kullanacak içinizdeki tohumun ne olacağına iyi karar veremezseniz köklendikten sonra içinizden söküp atmaya kıymak çok daha zor olacaktır.

Başlangıçta zaten bize verilmiş olanı fark etmek için uzun ve meşakkatli bir yol kat edip başlangıç noktasına ulaşınca yaşanan idrak, salt yol yürümenin öğreteceğinden çok daha anlamlıdır. Fizikten hatırlayacağınız alınan yol/yer değiştirme bahsine göre döngüsel bir yolun sonunda fiziksel yer değiştirme sıfır gibi görünse de bireyin içinde yaşanan dönüşüm ve değişim, yıllarını bir noktadan diğer noktaya yer değiştirme eylemiyle harcamış birine nazaran çok daha kıymetlidir.

Hepimiz bir yoldayız, adım attık ve yürüyoruz. Her yaşta yaşadıklarımızın biricik olduğunu ve yaşantılarımızın birbirine üstünlüğünün olmadığını yahut hiç  kimsenin yaşamının bir diğerinden daha iyi olmadığını fark ettiğimizde çizgisel ilerlediğimiz yolumuzun iki ucunu birleştirmeye başlayacağız. Ve yol yavaş yavaş eğilecek zaten kendisinden daire oluşturmak istercesine. Kimisi için bu 30 yaşında olur, kimisi için 40 ya da kimisi için hiçbir zaman… Hayatının iki ucunu boşlukta bırakarak bireysel sona ulaşmak da mümkün başlangıç bitiş arasındaki her şeyin bağını kurmak da. Direnip isyankar bir tutumla ipini dimdik bir şekilde korumayı  istemek mi, akıl edip durumları okuyarak, olayları yaşantı haline çevirip kendi acizliğini kabul etmek mi yoksa bu ikisinin arasında gidip gelmek mi tercih edilesi? Ya da bunu biz mi tercih ediyoruz?  Doğru cevap, dış dünyada değil sizin iç dünyanızda saklı.

Döngüsel anlayış, size geçmişte yürüdüğünüz yolu her yeni bilinç durumuyla yeniden anlamlandırma ve parçaları birleştirme imkanı vermesi yani kavrayış derinliği sağlaması açısından her an tabiri caizse yeniden doğmanıza vesile olur. İlerleme ya da çizgisellik kavramları, her tarihsel olayın bir kerelik olduğu ve çizgisel bir yapıda geleceğe doğru aktığı düşüncesini içerir. Bir kereye mahsus yaşanan şeyin gelişmesi mümkün müdür? Her şeyin ilk olarak görüldüğü bir algı, sonsuz gençliği ihtiva eden bir gençlik iksiri mi sunar bize? Modern anlayış ilerlemeci yaklaşımla bizleri hep “genç” bırakmayı mı hedeflemektedir? Bu yaklaşıma sahip olanlar için ‘geçmiş’ toplumlar, çocuklara benzer; onlar hep “büyüyeceklerdir”. Zamansal algımıza göre geçmişte yaşayan toplumları hep çocuk olarak tutmak istemelerinin sebebi yeniyi kendi istekleri doğrusunda “yetiştirmek” olabilir mi acaba? Biyolojik olarak gençlik döneminde olan bireylerin beyin ödül mekanizmalarındaki değişimler onları kısa yoldan haz alabilecekleri eylemlere yönelmeye daha yatkın kılar. Benzer şekilde hep daha iyisi, daha yenisi ve daha fazlası diyerek bitmeyen bir iştahla daha çok keyif verecek şeylere yönelten çizgisel zaman anlayışı da bizi sonu gelmeyen bir gençlik döneminde mi tutmak ister?

O halde bizler gençlik iksiri şişesine düşmüş bir kuşak mıyız acaba?

Sorgulamaya değer…