GÖMLEK DÜĞMESİ
Bu hikâyenin bölümlerini uzun yıllar içerisinde topladım aile meclislerimizden. Tıpkı eski bir resmin parçalarını toplar gibi. Sonunda ortaya öyle bir tablo çıktı ki inanın hâlâ etkilenirim bu ince ince dokunmuş güzellikten.
Olayın kahramanları rahmetli ve biricik anneannemin kardeşi Mehmet dayım (Rabbim ikisinin de mekânlarını cennet eylesin) ve onun iki oğlu Ali ve Mithat dayılarım (Rabbim ikisine de hayırlı uzun ömürler versin). Çocukluk anılarım arasında hâlâ hatırlarım Mehmet Dayımın ayakkabı kalıplarını. Konya’nın bilinen kundura ustalarındanmış dayım. Büyük oğlu Ali, dönemin başarılı liselerinden Gazi Lisesi’nde okumuş. Bu okulu, Hababam Sınıfı’nın Mahmut hocasının geldiği lise olan Konya Lisesi’nin isim değiştirilmiş hâli olduğunu söylesem kolayca hatırlarsınız. Dayımın küçük oğlu Mithat’ın da ortaokul yaşı gelince abisiyle aynı eğitimi alsın istemiş dayım. Gazi Lisesi’nin öncesinde Karma Ortaokulu diye bilinen meşhur okula gitmek gerekmiş. Mehmet Dayım, yanına Mithat Dayımı ve kayıt için gerekli evrakları alarak Karma Ortaokulu’nun yolunu tutmuş. Müdür Yardımcısı, evrakları almış ama Mithat dayımın vesikalık fotoğrafını görünce yüzünü ekşitmiş. Fotoğrafta dayımın giydiği gömleğin son düğmesinin iliklenmemiş olduğunu ima ederek “Bu ne böyle yakası bağrı açık öğrenci mi olur, yenisini çektirin öyle gelin.” demiş.
Siyah beyaz olan fotoğrafların çekilmesi ve basılmasının uzun zaman aldığı, ciddi bir de maddi karşılığının olduğu yıllar. Canı sıkılan Mehmet dayım evrakları ve oğlunu alıp bir hışımla çıkmış okuldan. Konyalılar bilirler; halen Beşyol’daki Karma Ortaokulu’nun karşısında bir okul daha vardır: Konya İmam Hatip Lisesi. Mehmet Dayım eve dönmek üzereyken bu liseyi görünce “Orası da okul burası da okul, gel oğlum.” demiş ve Mithat dayımı doğruca İmam Hatip Lisesi’ne götürmüş. Bu okulun müdür yardımcısı, başarılı bir esnaf olan Mehmet Dayımı tanımış ve kapıda karşılamış. Önce ona hâl hatır sormuş, çay ikram etmiş. Bir önceki okulda yaşananlar nedeniyle dayım “Kusura bakmayın fotoğraf biraz uygunsuz ama…” gibi bir cümle ile mahcubiyetini dahi dile getirmiş. Ancak İHL müdür yardımcısı, “Estağfirullah Mehmet Bey siz kaydı yapıldı bilin.” diyerek dayımı hoş karşılamış. Böylece Mithat dayım liseyi bitirene kadar bu İmam Hatip Lisesi’nde okumuş. Hitabet dersi hocasının, “Ömrünüzde hiç imamlık yapmayacak olduğunuzu düşünseniz bile evinizde mutlaka bir sarık ve cübbe bulundurun.” dediğini dahi uzun yıllar sonra hatırlamış dayım. Çünkü bitirdikleri lise farklı olsa da Ali ve Mithat dayımlar üniversitede işletme eğitimi alıp sonrasında da ticaret hayatına atılmışlar. Bu anı da çoktan unutulup eski günler arasındaki yerini almış.
Aradan uzun yıllar geçti. Ali ve Mithat dayılarım kendi yuvalarını kurup baba olmanın tadını birkaç kez yaşadılar elhamdülillah. Onların çocukları benim kuşağıma tekabül ettiği için şu olayları daha net hatırlıyorum. Uzun bir ticari serüvenin ardından Ali ve Mithat dayımlar plastik pencere işine girmişlerdi. Çeşitli nedenlerden dolayı kardeşlerden birinin yurt dışındaki işlerin başına geçmesi gerekiyordu. Ağabey olan Ali dayımın çocukları okula başlamış, Mithat dayımın ilk kızı ise henüz başlamamıştı. Aralarında anlaşarak karar vermişler ki Mithat dayım eşi ve kızı Romanya’ya taşındılar. O günden sonra Mithat dayımlar ancak bayram günlerinde gelir oldular. Mithat dayımların gelişi –hemen her gurbetten gelen üyemiz gibi- tüm sülale bireylerinin bir araya gelmesine vesile olurdu. Bu toplantılarda dayıma ve yengeme Romanya’yı sorardık. Onlar da değişik kültürü ve orada yaşayan Türk kardeşlerimizi bize anlatırlardı. Meyvenin tane ile satılmasından, evlerin küçücük mimarisinden, en yakın caminin araçla bir saatlik mesafede olmasına kadar pek çok konuyu ilgi ve hayretle dinlerdik.
Yıllar süren gurbet hayatında dayımlar her gelişlerinde yeni anılarla gelirlerdi. Mithat dayımın kendi anıları ise bana daha ilginç gelirdi. Bir gün evlerine 60 km mesafedeki camide imam olmayınca kendisine imamlık teklif etmişler ve kıraatına cemaat hayran kalmış. Sonraki zamanlarda ona sık sık namaz kıldırmışlar. Dayım bakmış ki Türk aileler var ama ortak bir toplanma, dinî konuları konuşma organizasyonu yok, girişimde bulunmuş. Bakmış ki gençler için özel çalışmalar yapılsa din ve değer eğitimi verilse iyi olur, onu başlatmış. Derken Mithat dayımın bir Kurban Bayramı’na ilk gün değil birkaç gün sonrasında geldiğini hatırlıyorum. O, insan ilişkilerine de aile bağlarına çok özenlidir, asla ihmal etmez. Ancak anlatıyor ki haklı gerekçeleri var. Oradaki Müslümanlarla birleşip ortak kurban bayramı programı yapmışlar ve yine dayım iş başında. Cuma, bayram, teravih namazları, aşure organizasyonları derken bir hayırsever tarafından yaptırılmış ama sonra atıl kalmış olan camiye can gelmiş. Bir gün orada yaptığı dinî ve sosyal faaliyetleri anlatırken “İyi ki babam beni İmam Hatip Lisesi’ne göndermiş. Yoksa tüm bunları yapamazdım.” dediğini hatırlıyorum. İşte o an beynimde şimşeklin çaktığını hatırlıyorum. Kırık dökük anılarım birleşmiş, bu hikâye ile ilgili olmayanlar silikleşmiş ve büyük resim ortaya çıkmıştı. Sahi Mithat Dayım neden İHL’ye gitmişti? Bir küçük gömlek düğmesi yüzünden…
Zihnimizde hayat makarasını geri saralım ve Mehmet dayımın oğlunu istediği okula kaydettiremediği o güne gidelim. Belki o günü tatsız geçmiştir. Belki eve dönünce yengeme bu durumu can sıkıcı bir olay olarak anlatmıştır. İHL müdür yardımcısının kendisine değer veren yaklaşımını takdir etmekle birlikte diğer okulun görevlisine sinirlenmiştir. Ancak bir bizim gördüklerimiz vardır, bir de Allah’ın gördükleri. Yüce Rabbim ta Romanya’daki kullarına dinini anlattıracaksa oraya gidecek vesileyi yıllar öncesinden hazırlar. Hem de küçük bir hareketle, bir gömlek düğmesi ile…
Bu yaşanmış öykü pek çok ayrı noktadan okunabilir ancak bence şu üç nokta bizim hayatımıza ışık tutabilir:
- Mehmet dayımın o günü gibi şimdi bizim de zor günlerimiz oluyordur, canımızı sıkan olaylar, taşıyamayacağımızı düşündüğümüz yükler, kaygı, stres. Ancak bir an durup düşünsek, belki de bizim göremediğimiz bir şeyler vardır, belki de Allah bizi bambaşka bir şeyler için hazırlıyordur kim bilir. Geleneğimiz bize “Her işte bir hayır vardır.” demeyi öğretir ancak şunu unutmamak lazım ki bir işin ardındaki hayrını görmemiz uzun, çok uzun süre alabilir. Kısa vadede cevap bulamadığımız sorular üzerine düşünüp ümitsizliğe düşmemek için şu duayı yapabiliriz mesela:
“Rabbim muhakkak ki sen bu işte bir hayır murad etmişsindir. Ancak ben bunu henüz göremiyorum. Bana bu işi kolaylaştır ve büyük resmi görmeme yardım et.”
- Hepimiz hayatımızın akışı içerisinde pek çok insanla muhatap oluyoruz. Kimi zaman yorgun kimi zaman sinirli de olabiliyoruz. Böyle zamanlarda içimizdeki olumsuzluğu karşımızdakine yansıtmamak için bir gayretimiz olmalı en azından. İki ayrı okulun öğrenci kaydı ile sorumlu müdür yardımcılarını düşünelim. İnsanlara insan olarak değer veren, onları efendimizin sünnetine uygun olarak mütebessim bir çehre ile karşılayan, bizce basit ve küçük tutumların dahi yıllar ve nesillere uzanan etkisinin olduğunu görmek çok etkileyici değil mi? Tabi aynı etki tersi içinde geçerli. Peki, biz nasıl hatırlanmak isteriz yıllar sonrasına, belki de hatırlamadığımız insanlar tarafından? Dua edelim:
“Allah’ım senin kullarına her baktığımda karşımdaki çocuğu, genci, yaşlıyı, kızı, erkeği, zengini, fakiri, okumuşu, okumamışı değil Sen’i görmeyi, ona Sen’in emanetin olarak yaklaşabilmeyi bana nasip et.”
- Allah’ın dinini öğrenip öğretmek kutlu bir yoldur. İmam Hatip Lisesi öğrencileri de hep “İnsanlara din anlatacağım.” diye düşünür çünkü bu öğrencilerin aileleri, öğretmenleri ve çevreleri onlara bu misyonu yükler. Onlar da kendi hayatların bu görevi yerine getirebilirler. Ancak burada dikkat etmek ve “Ben anlattım.” dememek lazım. Allah yarattığı tüm kullarıyla özel olarak ilgilenir. Bizi de bu okullara gönderip kendini daha iyi tanımamızı nasip ettiyse bu ancak onun lütfu iledir. Rabbim, yarattığı diğer kullarına kendini hatırlatmak için bizi vesile kılarsa bu, övünülecek bir durum değil ancak şükredilecek bir durumdur. Romanya’daki kullarına din anlatacak kişiyi oraya gönderecek sebepler silsilesi bize göre çok uzun yıllarda gerçekleşir. Ancak unutmamak lazım ki kullar Allah’ın, bilgi Allah’ın, vesile Allah’ın. Biz ancak Allah’ın bize nasip ettiği bilgiyi iletmek sevincine mazhar olabiliriz. Her ihtiyaç sahibine yemek dağıtan aşçının elindeki kepçe gibi…