#

Japon Dediğin Nedir ki?

Günaydın. Neşe ve umut dolu bir sabah. Bugün dünyayı değiştirebilirim. Sokaklarda insanlarla kol kola barış şarkıları söyleyebilir, kenetlenebiliriz. Ve dünya artık huzur içinde yaşanılabilir olur.

Bu coşkuyla yola koyuluyorum. Karşıma medeniyetin bir tezahürü olan yaya geçidi çıkıyor. Önce kendime bakıyorum. Bildiğiniz yayayım. Sonra yola bakıyorum en az her zamanki kadar evrensel bir işaret, yayalara öncelik tanınmasını salık vermek için yola çekilmiş nizami beyaz şeritler: Yaya geçidi. Karşıdan gelene bakıyorum, çizgilerdeki kutsal mesajın muhatabı: Bir taşıt! Peki ne mi oluyor? Canını seven her yaya yolların ustası rampaların hastası olan haşmetli taşıtlara, yol veriyor. Yiğit seni öldürmesin, yol hakkını yese de olur.

Nihayet canımı hiçe sayarak varoluşsal krizlerin eşiğindeki çizgilere basıyor ve nasılsa karşıya geçiyorum.  Otobüs durağında beklemeye başlıyorum. Hâlâ dünyaya neşe saçmak arzusundayım. Bitişiğimizde masum görünsün diye beyaz rulolara sarılmış zehirleri dudaklarına değdirmekte problem görmeyen, akciğerlerinin kıymetini idrak edememiş tipler beliriyor ve yalnız ölmemek adına bu dumanı tüm hazirunun ciğerlerine üfleme konusunda hayli gayret sarf ediyorlar. Arkamızda asılı “bu yaptığınız insanlık namına umrunuzda değilse bile kanun namına memnu ilan edilmiştir” levhası uzaklara dalmış, işlevsizlik onu da yıpratıyor.

Otobüse binmek üzereyim, sabah sporu yapmayı unutmuş kişiler fazla enerjilerini atmak için büyük hareketlerle itişiyorlar. Bu spor onlar için o kadar lüzumlu ki bulundukları her çeşit sırada icra etmekten asla imtina etmiyorlar.

Şanslı günümde olduğum için yer buluyorum. Ancak bu koltuğun benden önceki misafiri otobüste piknik yapmış olmalı. Tabi şehir yaşamı, insanlar doğaya, pikniğe hasret… Nerede olursa olsun o ruhu yaşatmak istiyor. Yoksa bu kadar kırıntı bırakmanın başka bir açıklaması olamaz.

Aktarma yapmalıyım. Tek vesaitle işe/okula gidebilen gamsız insanlara selam olsun. Ama ben neşe doluyum. Yürüyen merdiven bizi matematiksel olarak birkaç saniye daha hızla indiriyor yeraltına. Ben de merdivenle birlikte yürürsem bağıl hızım artacağından bir metro önce hedefime varabilirim belki. Yürüyen merdivenin sol tarafında beni bu düşüncelerimden sıyırıyor, öylece bekleyen biri. Bizim acelemizin bir önemi olmadığını, bu hayatı daha sakin yaşamamız gerektiğini haykırıyor âdeta. “Yavaşla, bir defa geçeceksin bu dünyadan!” diyor. Düşüncesizliğimden dolayı utanıyorum. Bir bencil gibi ondan hızlı inip ondan önce metroya binmek istediğime inanamıyorum, oysa etrafına hikmet saçan bir bilge.

Metroya biniyorum. İçimizdeki çocuğu yaşatmak için köşe kapmaca oynuyoruz binerken.  Anlamsızca sırada bekleyen, içi geçmiş, hayattan zevk almayı bilmeyen kişilere sözüm yok.

 İçeride bir kucaklaşma havası hakim. Özel mülkiyet, özel yaşam alanı, kişisel dokunulmazlık sahası gibi teorilerin ne kadar bencilce ve insanı toplumdan koparmaya yönelik olduğunu anlıyorum hemen. Kucaklaşmalıyız. Herkes birbirinin hayatına ne kadar da müdahil oluyor burada. Gerçek bir aile samimiyeti yakalıyorum metroda, gurbette olduğumu hatırlayarak biraz daha sarılıyorum yanımdaki teyzeye. Hep birlikte dostluk şarkıları söylüyoruz. Dünyayı çiçeklendireceğiz.

Metrodan inmek zorundayım artık. Olsun. Gene binerim diye avuturken kendimi, kapı açılıyor. Karşımdaki kalabalık beni aralarından kaybetmek istemedikleri için, bana doğru hucüm ederek inebilmeme engel oluyorlar. Onlar da birlik ve beraberliğimizin parçası olmamdan gurur duyuyorlar. Beni kucaklamaya devam ediyorlar, umudum yeşermeye devam ediyor.

Hep imrendiğimiz (sosyal medyada beğendiğimiz) bir şey Japonların tertipli, nizami toplumsal hayatı. Soruyorum, ne zamana kadar o Japonların metroya tek sıra hâlinde binmesine özenmeye devam edeceğiz?

 Kendi postlarımıza dönüyoruz: Serseriliğe methiyelerin dillere pelesenk olduğu öz vatanımız. Serseri serbest stil’ler biz de böyle bir delikanlıyız’lar hayatı tesbih yapıp sallamalar falan biliyorsunuz işte…

Artık ben, bu topluma, kural tanımazlığın bir meziyet değil; kul hakkı olduğunu hazmettirmeye davet ediyorum sizleri sayın okur.

Yukarıda en sık yoksayılanlarından dem vurduğumuz neviden “düzen kuralları” başkalarının yaşam alanına saygı göstermeyi bilmek için vardır. Başkalarının yaşam alanına saygı göstermeyen, sıklıkla kendi bildiğini okumak arzusunda olan en hafif ifadesiyle selfish’tir. Balık satıcısıdır. (İleri gitmeyelim derken kötü şaka yaptık ama siz yine de sayfayı terk etmeyin olur mu?)

Yasaklar, cezalar, kanunlar insanları daha diğergâm, düşünceli veya nazik yapmaz. İnsanlar insanları böyle davranmaya yöneltebilir. Toplumda birbirine karşı nazik olmanın ne kadar huzur verici olduğunu yaşatarak buna özendirmek zorundayız.

Nizami olmayı toplumca içselleştirmedikçe bu kaba-sabalık  her alanda bize zarar vermeye devam edecek. Düşüncesizliğe ve hanzoluğa mahkum değiliz.

O Japonya’daki metroda “inenlere öncelik” verilen videolarını kalpleyen her bir kişi düzen kurallarını hatırlatmayı kendisine görev edinse kuralsızlığa övgüyü yerlere çalardık. Yaparız biz yaparız. Neler yapmadık ki? (Yaya geçidinde araçlara medeniyet dersi vereyim diye durdururken kaza geçiren olursa sorumluluk kabul etmiyorum. Önce bir kendinize bakın geçebilir miyim diye sonra araca bakın benden nasihat alma ihtimali var mı diye. Kazasız belasız alıştırırız inşallah milletimizi.)

Hilal Mısırlı

Bakın Japonlar metroyu nasıl kullanıyorlar?

https://bit.ly/2Ymvany