#

“Yok canım, hiç olur mu öyle şey!”

Toplum olarak siyaset konuşmayı çok severiz. Genç yaşlı demeden, tanıdığımız tanımadığımız insanlarla çeşitli zaman ve mekânlarda siyaseti gündem yapmaktan çekinmeyiz. Fakat eşyanın tabiatı gereği, çok konuştuğunuz bir meselede ya bir yerden sonra tekrara düşersiniz ya da bilmediğiniz noktaları kendi tahminlerinizle doldurmaya çalışırsınız.

Sanırım biz de bu duruma düşüyoruz. Bazen o kadar çok siyaset konuşuyoruz ki bazı boşlukları boş bırakmak yerine kendi temenni ve tahminlerimizle dolduruveriyoruz. Bu boşluk doldurmanın en büyük veçhesini ise komplo teorisi diye nitelendirilen söylemler oluşturuyor. Kısaca tanımlamak gerekirse esasen kendi hatanızdan kaynaklanan bir problemi başkalarının size karşı art niyetle giriştiği işlere bağlamaya komplo teorisi deniyor. Bu durumun yaygınlığının sebeplerini incelersek karşımıza ilk olarak zihin konforu geliyor. Ortaya çıkan problemler üzerine kafa yorup hatalarınızı tespit etmektense meseleyi bir çırpıda başkalarına mesela dış güçlere havale ediveriyorsunuz. Tabii böylelikle, sorunu tespit ettikten sonra çözmek için zahmet harcamanıza da gerek kalmıyor. Oldukça konforlu bir durum. Kesinlikle bırakmamız gereken bir alışkanlık olduğu aşikâr.

Öte yandan, bu durumun devletlerarası ilişkilere yansımaları konusunda bu kadar kolay hükümler verebilmek doğru değil. Zira bu ilişkiler mebzul miktarda komplo ve art niyetin had safhasında faaliyetler içeriyor. Fakat son zamanlarda bu konularda alakalı konuşulurken komplo teorisyenliği eleştiriyle çokça karşılaşır olduk. O kadar ki bu eleştiriler, bir devletin başına bir musibet geldiğinde bunun mutlaka o devletin kendi hatalarından kaynaklandığı, başka bir devletin bu işin plan, organizasyon veya yönlendirme kısmında yer alamayacağını iddia edercesine söylemler içeriyor.              

Bu yazıda, uluslararası ilişkiler konularında cari söylemlerdeki komplo teorisyenliği eleştirilerinin o kadar haklı olmadığına, alelade insanlar olarak bu komplolardan belki hiçbir zaman haberdar olamayacak olduğumuz için komplo teorisi üretmenin yanlış olması yanında, yine o alelade hâlimizle herhangi bir komplo olmadığını iddia etmenin daha büyük bir yanlış olduğuna dair kanaatlerimizden bahsedeceğiz. Bunun için, bu konuda örnekler vererek meseleyi açıklamak faydalı bir yöntem olacaktır.

1953 Musaddık’ın devrilmesi – İran

Milliyetçi söylem ve eylemleriyle tanınan bir siyasetçi olan Muhammed Musaddık, 1951 petrollerin millileştirilmesi yolunda önemli bir kanunun meclisten geçmesini sağladı ve bu olaydan sonra şah tarafından başbakanlık görevine getirildi. Fakat bu kanundan rahatsız İngiltere ve ABD, İran ekonomisini zora sokacak girişimlerde bulundular ve İran ekonomisi için zor bir dönem başladı. Şah, Ağustos 1953’te başbakanı görevden alma girişiminde bulundu. Ama Musaddık yanlılarının başlattığı kitlesel sokak gösterileri karşısında İran’dan kaçmak zorunda kaldı. Musaddık’ın muhalifleri olaydan birkaç gün sonra ABD’nin de desteğinin alındığı iddia edilen bir darbe düzenleyerek Musaddık’ı yönetimden uzaklaştırdılar ve şahın ülkeye dönmesini sağladılar.

Bu darbenin ABD destekli olduğu iddia edildi. Bazı ABD yetkililerinin çeşitli açıklamaları olsa da nihayetinde 2013 yılında Ağustos’unda yani darbeden tam 60 yıl sonra, CIA darbeyi ABD dış politikasının bir parçası olarak kendilerinin de desteklediğini açıkladı. Sanıyorum darbeden sonra uzun yıllar boyunca, Musaddık’ın devrilmesinde dış güçleri arayanlar da komplocu olmakla suçlanmışlardır.

İsrail

İsrail’in kuruluş sürecine baktığımızda, ilk büyük aşamanın Balfour Deklarasyonu olduğunu görüyoruz. Bu deklarasyonda, dönemin en güçlü olan ülkesi olan İngiltere’nin Dışişleri Bakanı, bir iş adamına (Lord Rothschild) -oldukça saygılı bir üslupla- Filistin’e yerleşebileceklerini, orayı yurt edinebileceklerini ve maruz kalacakları sıkıntılarda yardımcı olacaklarını söylüyor. Bu durumun, bahsi geçen iş adamının o dönem ciddi bir savaş içerisinde olan İngiltere’ye yüklü miktarda para vermesi sebebiyle verilen bir taviz olduğunu varsayalım, kazan-kazan anlaşması. Peki, acaba aynı iş adamı ve çevresi, o yıllardan sonra bu işlerden el etek mi çekti? Hâlâ İsrail ile ilgili birtakım meselelerde, biz medya kuruluşlarından öğrenmesek de politikacıların böylesi insanlarla pazarlıkları yürütüyor olabileceğini iddia etmek çok mu akıl dışı bir çıkarım?

ABD Başkanı Obama’nın, ABD ile İsrail arasında kopartılamayacak bağlar olduğunu ifade etmesi, diğer güçlü ülkelerin neredeyse hiçbir zaman İsrail aleyhinde eylem ve söylemler içinde bulunmaması acaba sadece bir menfaat ortaklığından mı kaynaklanıyor yoksa çekindikleri bir şeyler mi var?

15 Temmuz

O kadar komplolardan bahsedip de 15 Temmuz’dan bahsetmesek olmazdı elbette. Tabii hepimiz neler yaşandığına dair birçok bilgiye sahibiz fakat bazı bilgileri burada tekraren ifade edip durum üzerine birkaç söz söylemek gerekiyor.                       

Jandarma Genel Komutanı, Kara, Hava ve Deniz Kuvvet Komutanları ve Genelkurmay Başkanı’nın en yakınındaki insanlardan bazılarının, kelimenin tam anlamıyla yeraltı örgütü diyebileceğimiz bir yapının mensubu oldukları ortaya çıktı. Öyle ki bu kişiler bazı komutanların “elim, kolum” diye nitelediği, en güvenilen ve 20-25 senelik görev süreleri içerisinde anormal herhangi bir faaliyeti tespit edilmemiş kişilerdi. Darbe günü Akıncı Hava Üssü’ndeki toplantılardan birinde, işin organizasyonuyla görevli olanlardan birinin kendisini dileyenlere hitaben “Yıllardır bugün için yetiştirildiniz, o gün bugün!” dediği ifadelerde yer aldı. Aynı örgütün, uygulama marketinde bulunmayan, kurulum dosyasının kişiler tarafından elden dağıtıldığı ve yüz binin üzerinde kullanıcısı olan gizli bir mesajlaşma programı kullandığı ortaya çıktı. Ve bugünlerde, bu örgütün yurtdışına kaçmışlarının bulundukları ülkelerde isimlerini değiştirdikleri, o ülkenin insanlarına benzer isimler aldıklarını duyuyoruz.                       

Buraya kadar, ulusal ve uluslararası bazı konularda örnekler vermeye çalıştık. Bu örneklere elbette yenileri eklenebilir. Fakat bu, başta da ifade ettiğimiz gibi her hadisenin bu tip plan ve organizasyonlar çerçevesinde gerçekleştiği anlamına da gelmiyor. Önemli olan, olayları samimi bir şekilde anlamaya çalışmak ve yeterince bilgi sahibi olmadığımız konularda ahkâm kesmemektir. Bu yanlış ahkâm, durduk yere olayları komplolara bağlamak şeklinde olabildiği gibi, oldukça girift olayları basit toplumsal realitelere isnat etmek şeklinde de tezahür edebiliyor. Yeterince bilmenin ölçüsü olarak ise en uygun ölçü vicdanımızdır zira kişinin vicdanı, kendisi için en iyi terazidir.