#

Post-Pandemi Sürecinde Uluslararası Örgütler

2020 yılına girdiğimizde dünya genelindeki milyarlarca insan henüz adını dahi duymadıkları bir şehirden yayılacak virüsün hayatlarını öngörülemez şekilde etkileyeceğinden habersizdi. Birkaç hafta sonra Koronavirüs olarak isimlendirilen bu virüs Çin’in Vuhan şehrinden başlayarak bütün dünyayı tesiri altına aldı. Haziran ayına kadar bütün dünya devletlerinin içine kapandığı, ülkeler arası seyahatlerin yasaklandığı ve insanların sokağa dahi çıkamadığı bir döneme hep birlikte tanıklık ettik. Virüsün teyit edildiği ilk günden bu yana altı ay geçmiş olmasına rağmen ulusal ve uluslararası kısıtlamaların kademeli olarak kaldırılmasını henüz konuşabiliyoruz.

Dünyanın genelini etkileyen krizlerdeki artış ve küresel ekonominin daralmaya başlamasıyla 2016 yılında ulus devletlerin kendi içlerine kapanma süreci zaten başlamıştı. İnsandan insana kolaylıkla bulaşan ve uçak yolculukları ile dünyanın dört bir yanına hızla yayılan Koronavirüs nedeniyle kendini korumak isteyen ülkeler uluslararası seyahatler konusunda radikal önlemler aldı. Virüsün cansız yüzeylerden de bulaşabildiği ortaya çıkınca uluslararası ticaret de kısıtlamalar ve yasaklardan nasibini aldı. Birbirleriyle hiçbir husumeti bulunmayan ülkeler bile aralarındaki ticareti durdurmak zorunda kaldı.

Virüsün bütün dünyayı etkisi altına almasıyla birlikte insanların çoğunun varlığından habersiz olduğu uluslararası örgütler kısa sürede herkesin gündemine girdi. Bu süreçte uluslararası yapılar arasında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) milyarlarca insanın ilgisini üzerinde toplayan kuruluş oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Konferansı’nda bütün dünya halklarının sağlığığın, dünya barışı ve güvenliği için temel önem arz ettiği kabul edilmişti. Bu amaçla da Dünya Sağlık Örgütü kuruldu.

Salgın sürecinin başında yapmış olduğu ‘ilk bulgulara göre virüsün insandan insana bulaşmadığı’ ve ‘henüz dünya genelinde acil durum ilan etmeye gerek olmadığı’ yönündeki açıklamalarının bugün tamamen yanlış olduğunun ortaya çıkmasıyla Dünya Sağlık Örgütü eleştirilerin hedefi haline geldi. İngiltere, İspanya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İtalya gibi ülkelerde dahi salgının zorlukla kontrol altına alınmasıyla birlikte eleştiriler suçlamaya ve devletler arası siyasi bir kavgaya dönüştü. Hayatını kaybeden insan sayısının yüz bini geçtiği ABD, Çin’i salgının ciddiyeti konusunda dünyayı yanıltmakla suçladı. Ardından da Dünya Sağlık Örgütü’nün Çin’in örtbas girişimlerine destek olduğunu iddia ederek desteğini keseceğini açıkladı ve DSÖ Başkanı’nı istifaya davet etti. ABD’den sonra Brezilya da DSÖ’den ayrılabileceğinin sinyallerini verdi. Bir devletin bütün dünya tarafından kabul görmüş uluslararası bir örgütten ayrılma ihtitimali düşük olsa da bunun gerçekleşmesi durumunda bunun etkisi sadece o örgütle sınırlı kalmayıp yansımaları bütün uluslararası yapılara olacaktır.

Koronavirüs salgını öncesinde de düzensiz göçlerdeki ve mülteci hareketliliğindeki artışlar, küresel ısınmanın etkilerinin çeşitli ülkelerde hissedilmeye başlanması, insan hakları ihlallerinin önlenememesi, dünya genelinde yaşanan suya ve gıdaya erişim problemleri, uzun süredir devam eden çatışmalara çözüm bulunamaması nedeniyle devletler arası ilişkiler halihazırda sorunlu bir durumda idi. Bu sorunlara ek olarak salgının başlamasıyla bölgesel işbirliği amacıyla kurulmuş Avrupa Birliği’nde (AB) dahi üye ülkeler arasında anlaşmazlıklar başgösterdi. Krizden en çok etkilenen ülkelerden biri olan İtalya’nın AB’den yeterli desteği görmediğini ifade ederek başlattığı tartışma AB’nin statüsünü dahi sorgulanır hale getirmiştir.

Küresel ve bölgesel yansımaların yanısıra uluslararası işbirliğinin zayıflamasıyla birlilkte krizin devletler arası ikili ilişkilere etkisi de büyük olmuştur. Türkiye’nin İtalya ve İngiltere başta olmak üzere elliden fazla ülkeye destek vermesi, Rusya’nın AB’den destek görmediği için yakınan İtalya’ya yardım ulaştırması ikili ilişkilerdeki olumlu örneklerdendir. Almanya’nın sipariş ettiği milyonlarca maskenin kaybolması, bazı devletlerin başka ülkelere ait medikal malzemelere havalimanlarında el koyması gibi dayanışma örneğinin tam tersi durumlar da yaşanmıştır. İkili ilişkilerde devletlerin siyasi motivasyonlarla hareket ettiği de gözlemlenmiştir.

Birleşmiş Milletler bünyesinde faaliyet gösteren uluslararası yardım ve kalkınma ajanslarının tamamı ekonomik olarak gelişmemiş ülkeler ve kriz bölgelerindendeki çalışmalarını refah seviyesi yüksek ülkelerden aldıkları fonlar ile yürütmekte idi. Refah seviyesi yüksek ülkelerde dahi sağlık sistemlerinin alarm vermeye başlamasıyla birlikte pek çok ülke kendi sorunlarını çözmek için uluslararası yapılara verdiği desteği askıya aldı veya azalttı. Ulus devletler kendi sorunlarına imkanları dahilinde çözüm bulmaya çalışırken uluslararası örgütler özellikle çatışmaların devam ettiği Suriye, Yemen, Libya gibi ülkelerdeki krizlerle başbaşa kaldılar.

Geleneksel olarak kriz bölgelerinde uluslararası yardım kuruluşlarının çalışmaları ön planda iken salgın sonrasında seyahat ve lojistik kısıtlamaları nedeniyle ulusal aktörlerin ve yerel dayanışma ağlarının önemi ortaya çıktı. Başka ülkelerde yardım faaliyeti yürüten aktörlerin de kendi ülkelerine yoğunlaşmak zorunda kaldığı bir döneme girildi. Uluslararası aktörler açısından yaşanan bu olumsuz gelişmelere rağmen uluslararası aktörler tarafından yerel ve ulusal aktörlerin istifadesine sunulan yeni Koronavirüs ile mücadele fonları uluslararası mekanizmalara duyulan güvenin bir nebze tazelenmesine imkan sağladı.

Sağlık endişeleri ve sokağa çıkma yasakları nedeniyle iş ve eğitim alanlarında yaşanan hızlı dijital dönüşüm uluslararası örgütler ve sivil toplum kuruluşları arasındaki ilişkiye de yansıdı. Krizin dünyanın tamamını tehdit etmesine rağmen seyahat kısıtlamaları nedeniyle hareket edemeyen uluslararası aktörlerin yerel kuruluşlar ile ilişkisi dijital olanaklar sayesinde arttı. Salgın öncesinde Cenevre, Brüksel, New York gibi uluslararası çalışmaların yürütüldüğü şehirlere vize, pasaport ve maliyet nedenleriyle erişim sağlayamayan yerel ve ulusal aktörler de bu toplantılara katılabildi.

Sadece altı ay içerisinde yaşanan bu baş döndürücü gelişmelere baktığımızda kriz döneminde bütün aktörler tarafından olağandışı refleksler gösterilmiştir. Post-pandemi sürecinde sadece bireyleri değil uluslararası arenadaki yerel, ulusal ve uluslararası aktörleri de ‘yeni normal’ beklemektedir. Pandemi sürecinde yıpranmış olan uluslararası örgütlere duyulan güvenin tazelenmesi zaman alabilir. Yerel ve ulusal aktörlerle kurulmuş olan ilişkiler iyi niyetli bir şekilde sürdürülürse içinden geçtiğimiz ‘dijitalleşme’ süreci uluslararası aktörlere sağlıklı bir ‘yerelleşme’ zemini hazırlayabilir.

M. Talha Keskin

İHH Uluslararası İlişkiler Koordinatörü

@mtalhakeskin