BİR TEBESSÜM EK YÜREĞİME
Gündüz mü gece mi ayırt edemiyorum artık. Her yan kapkaranlık sanki. Belki rüya görüyorum ya da kâbus mu demeliyim? Bağırmak istiyorum sesim çıkmıyor. Tutmak istiyorum, ellerim uzanmıyor. Yüreğimi uzatıyorum kopup giden her bir parçaya, onları yeniden toplamak istercesine, olmuyor. Yüreğime bakıyorum, parça parça. Kurduğum hayallerimin enkazında uyanıyor, korktuğum gerçeklerle yüzleşiyorum. Her şey dağılmış sanki. Yıkılmaz dediğim çatının üzerime çöktüğünü, heybetiyle büyülendiğim duvarların geleceğimi örttüğünü görüyorum. Her bir direğinin yerine yüreklerimizi koyduğumuz yapının kırık yüreklerle ayakta duramayacağını göremeyenlerin kırdığı kalplerle yıktıkları binanın enkazındayım hâlâ. Kimler kurtuldu, kimler kaldı geriye bilemiyorum. Yüzümü okşayan yağmur taneleriyle uyanıyorum.
Yağmurlu bir ikindi vakti, ilkbahar rüzgarlarının getirdiği gri bulutların hüzün doldurduğu gökyüzü, gözyaşı döküyor adeta. Baharın bütün canlılığıyla yeşerttiği yapraklar renklerini kaybediyor, mevsimler ılık bir yaz gecesi geçiremeden sanki yeniden kışa dönüyordu. Odamın açık penceresinden yağmurla birlikte gelen serinlik, yüreğimdeki yangını söndürmeye yetmiyor, ellerimin uzanamadığı yerlerdekileri düşünüyor ve az önce gördüğüm rüyanın etkisiyle hâlâ sarsılıyorum. Gözüme kütüphanemde okul yıllarımdan beri elime almadığım ince bir kitap ilişiyor. Uzanıyorum rafa ve âdeta beklemekten sıkılmışçasına düşüveriyor gözyaşlarıyla ıslanmış avuçlarıma. Kocaman harflerle “ütopya” yazıyor kapağında. Şöyle bir göz gezdiriyorum sayfalarına, altını çizdiğim satırlardan biri dikkatimi çekiyor: “Hayal gücünü kaybeden toplum yarınsızdır.”
Düşünüyorum, hayal edip edemediğimi merak ediyorum. Sonra ailemin, dostlarımın, ülkemin insanlarının hayal edip edemediğini düşünüyorum. Hayallerimizi gerçekleştirip gerçekleştiremediğimizi, birbirimizin hayallerine tahammül edip edemediğimizi merak ediyorum. Kurduğu hayallerle yaşayan, hedefleri için mücadele eden insanlar geliyor aklıma. Onların katlandıklarını göze alıp alamayacağımı, bedel ödemeye hazır olup olmadığımı sorguluyorum. İçime bir kasvet çöküyor. Odamın duvarında kol kola girmiş üç minik çocuğun asılı duran fotoğrafının yanına iliştirdiğim söze takılıp kalıyorum: “Önemli olan nereye gittiğin değil, kiminle gittiğindir.” Kimlerle yola çıktığımı düşünüyorum bu kez. Yaslandığımda yıkılacak bir duvara mı sırtımızı dönmüşüz, yoksa yıkılsa da bizi ayakta tutacak bir dosta mı yüklemişiz yüreğimizi? Yüzüme istemsiz bir tebessüm hâkim oluyor. Gülüyorum.
Hayal edebildiğim ve birlikte yürüyebildiğim insanların varlığı dağıtıyor gördüğüm rüyanın etkisini. İçimden bir ritim tutturmak geliyor. Sokağa çıkmak ve başı önünde yürüyen, mutsuzluğu yüreğinde hisseden, gözyaşı döken, moralini yitirmiş herkese bir ritim tutturmak geliyor içimden. Yüreğimdeki coşkunluğu onlara da aktarmak, onların da hayal etmelerini ve hayalleriyle yaşamalarını sağlamak istiyorum. El ele tutuşmak ve kırılan bütün kalpleri onarmak ve enkaza dönüşmesinden korktuğum o ulvi yapının, o muazzam çatının altına yeniden destek olarak yüreklerimizi koymak istiyorum. Heyecanını kaybedenlere müheyyiç bir ses, gözlerinde meyus bir sükutun esrarı ağlayanlara şuh bir tebessüm, umudunu kaybedenlere ruşen bir liman, neşesini kaybedenlere bir tarabgah, yokluk kuyularında kaybolanlara uzanan bir el olmak istiyorum.
Aklıma Tebük gazvesinden yorgun argın dönen ordunun, kavurucu çöl rüzgarıyla sağa sola savrulan moralini yeniden canlandıran sahabinin aldığı peygamber duası geliyor. Aklıma develerin bile takatten düşüp, susuzluktan dillerinin sarktığı, çöl kumlarının üzerlerinde yürüyen rahmet ordusunu biçare yaktığı, güneşin en kavurucu sıcağının yeryüzüne aktığı bir günde yolun, sıcağın ve yorgunluğun altında inleyen ashabı hareketlendiren, morallerini yerine getiren, yüzlerini bir anlığına da olsa güldüren ve sonrasında tutturduğu ritim dolayısıyla kınanacağını zannederken peygamber duasına nail olan sahabi geliyor. Acaba ucundan da olsa o duaya dokunabilir miyim diye düşünüyorum. Yoksa peygamberi yüreğin reva görmediği kınamaya uğrar da yüzümdeki tebessüme gem vurulur mu diye de tedirgin oluyorum. Ama her şeye rağmen bir sadakanın cennete vize olarak yettiğini ve bir tebessümün de kocaman bir sadaka ettiğini düşünüyor ve her şeye rağmen yola devam ediyorum.
Herşeye rağmen mutluyduk biz diyorum. Temeli sağlam atılan binanın bir direği, bir motifi olmaktan mutluyduk biz. Orada benliğin yok olduğunu görmek, benden bize giden yolda ilerlemek, cennette birlikte olmayı ummak, aynı yolda omuz omuza saf tutmak. Bunlardı bizi biz yapan, bunlardı bizi ayakta tutan. Bunlardı o heybetli yapının büyüleyici sırrı.
Düşünceler dünyasından sıyrılıp sokağa çıkmanın, düşündüklerimi yapmanın ve iş yapmanın risk almak olduğunu unutmamanın ve her şeye rağmen dünyanın bütün nimetlerinin gözlerinde hayat bulduğu tatlı bir çocuğun tebessümüne talip olmanın zamanı geldi sanırım.