GENÇLERİN KALBİNE DOKUNAN BİR ÖNCÜ: MAHİR İZ
İnsan, ebediyeti arayan, ötelerin sesini duymak isteyen bir varlıktır. Bundandır ki insanların birbiriyle tanış olduğu, elinden dilinden emin bulunduğu, hesapsız dostlukların yaşandığı çağlara tanık olanlar, bu özel halli insan güzellerinin vasıflarını geleceğe taşımakla mükelleftirler. İnsanlık, “Toplum gelişir, ahlak değişir.” varsayımıyla insana tutunacak değer bırakmayan sınırsızlık düşüncesinden ancak insanın ve insan ötesinin sınırlarını bilen ve tabi olan “güzel insanlar” eliyle sıyrılıp istikamet bulacaktır. “Tarih, sıradan ve sorumluluk sahibi insanların yazdığı bir kitaptır.” diyor bir bilge kişi. Hiç kimse aynı anda hem sorumluluk hem umutsuzluk duygusuna kapılamaz. Eğitime muhtaç insanın elinden, ancak sorumlu ve umutlu insan tutabilecektir.
Maarif ve irfan dünyamızın “güzel insan”larından, hayatını eğitime vakfetmiş hocalarımızın hocası Mahir İz Hoca da o insanlardan biri hiç şüphesiz. Kaynaklar onun hakkında şu bilgileri veriyor:
“Seyyid Abdullah Mahir İz. 1895 İstanbul doğumlu. Babası ilmiye sınıfından Seyyid İsmail Abdülhalim Efendi. Medine ve Ankara kadılıkları yaptı. Annesi de kadı ve şeyhülislâm yetiştirmiş bir aileden. Tahsilini babasının görev icabı bulunduğu yerlerde yaptı. Midilli’de başladı, Balıkesir İdadisi ilk kısmında devam etti. Burada babasının yanında getirdiği Bosnalı müderris Mahmud Naci Efendi’den özel eğitim gördü. Medine’de Arapçasını ilerletti ve Rüşdiye’yi tamamladı. İstanbul’a döndüler. İki yıl Vefa İdadisi’nde okudu. Ankara’ya tayin olunca orada Sultani’den mezun oldu. (1916) (İdadi-Sultani: Lise) Aynı okulun ilk kısmında Türkçe muallimliğine tayin edildi. Böylece 59 yıl sürecek öğretmenlik hayatı başladı.
Milli mücadele yıllarında M. Akif’in Ankara’ya gelmesiyle, onunla birlikte Farsça ve Fransızca metinler okuyup bu dilleri geliştirdi. TBMM’de dört yıl zabıt kâtipliği yaptı. Bu sırada Ferit Kam’dan istifade etti. 1924’te Sultan Selim’deki İstanbul İmam Hatip Mektebi tarih hocalığına tayin olundu. Üniversite Tahsili: Eczacılık, Kimya ve Hukuk Fakültelerine birer süre devam etti. Sonunda Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. Bu arada Kadıköy Orta Mektebi, Fransız Saint Jan Darc Okulu, Halıcıoğlu ve Kuleli Askeri Lisesi, Üsküdar Paşa Kapısı ve Davut Paşa Orta Mektebi’nde hocalık yaptı. Edremit Orta Okulu müdürlüğü ve (1933) Nişantaşı Orta Mektebi müdürlüğünde bulundu. Haydarpaşa Lisesi Edebiyat öğretmenliği, İstanbul İmam Hatip müdürlüğü derken, Çamlıca Kız Lisesi Edebiyat öğretmenliğinden 1960’ta, 65 yaşında yaş haddinden emekli oldu. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü İslâmi Edebiyat hocalığı, ardından Tasavvuf Tarihi hocalığı yaptı. (1960-70) Özel Fatih Koleji kurucu müdürlüğünü ifa etti. (1965-68). 9 Temmuz 1974’te vefat etti; Sahra-yı Cedit mezarlığına defnedildi.”
EDEP VE AHLÂKI
Talebesi, Mehmet Çavuşoğlu’na göre Mahir İz, “Asım’ın Nesli” tipinin son temsilcisidir. Müslüman Türk ahlâkı ve terbiyesini yaşayan fedakâr, feragatli, karşılıksız hizmeti zevk bilen bir yüksek karakterdir. Hafızası kuvvetli, edebi zevki yüksek, cömert ve hakşinas bir insandır. Hâfızasının kudretine hayranlık duyanlara nükteli bir mukabelede bulunur ve şöyle dermiş:
“Biz ilkokula başladık. İlk gün yolda nasıl yürünür, bunun kaidesini öğrettiler: ‘Nazar ber-kadem’ yani hep önümüze baktık. Siz ise ‘nazar ber-etraf’sınız. Sizde hafıza mı olur?”
İlk resmi görevi olan Ankara Sultanisi ilk kısım Türkçe muallimliğine tayin teklifi karşısında gençliği sebebiyle tereddüt yaşar. Çünkü henüz aynı mektepten mezun olmuştur. Yaşı yirmi birdir. Kadı olan babası “Allah’tan gelen nimet reddedilmez.” deyince bu görevi kabul eder. “Bu cümle hiç hatırımdan çıkmadı.” der. Ondan sonraki bütün görevlerinde talib değil matlûb olduğunu söyler ve buna şükreder. Der ki: “İlk maaşımı alınca babama götürdüm. Elini öpüp parayı yanına bıraktım. O da dua ederek iade etti. Pazara gidip bir tepsi Ankara balı alarak eve getirdim. Cenâb-ı Hak bundan dolayı memuriyet hayatımda hiç acı göstermedi.”
HER AYBAŞINDA ZEKÂTINI VERİRDİ
Mahir hoca zahir edebe riayetkâr bir insandır. Oturup kalkması, yürümesi, konuşması edeplidir. Sere serpe bacak bacak üstüne attığı görülmemiştir. Heybetli bir vücut yapısına, alımlı bir fiziki bünyeye sahip, çok güzel konuşan, harikulâde bir Türkçesi olan bir entelektüel muallimdir. Her mecliste rağbet ve itibar görmüş; buna rağmen mütavazılığını hiç terk etmemiştir.
Hoca, maddi olarak zengin bir insan değildi. Maaşıyla geçinirdi. Fakat maaşını alınca hemen yüzde iki buçuğunu ayırıp zekât olarak dağıtmayı ihmal etmez, bunun bereket getirdiğine inandığını söylermiş. Bu konuyla ilgili talebelerinden Prof. Dr. Mustafa Uzun’un naklettiği örnek bir hadise kaynaklarda yer almakta.
Mustafa Uzun Diyanet’te görev almıştır, Mahir hoca kendisine ilk maaşını alınca bana gel, der. O da bir kutlama veya yemek olacağını düşünür. Hoca paranın yüzde iki buçuğunu ayırıp hemen zekât olarak vermesini söyler.
– Hocam benim etim ne budum ne? Bana zekât mı düşer? Hem sonra zekât için nisâb-ı şer’i, havelân-ı havl gerekmez mi? diyecek olur. Cevap:
– Sen memur adamsın. Ayın on beşine varmadan maaşın biter. Nisâb-ı şer’iyi beklersen ömür boyu zekât veremezsin. Oysa fakir fukaranın buna ihtiyacı var.
MUALLİM OLARAK GÖNDERİLEN ÂLİM
İttifakla nakledilen o ki; Hoca, talebeyi çok sever, onlarla beraber olmaktan, sohbetten büyük huzur duyardı. Mahir hocanın en zevkli ve huzurlu tedris dönemi on yıllık Yüksek İslâm Enstitüsü hocalığı devresi olmalıdır. Şöyle derdi: “Liselerde edebiyat hocalığı yaparken aklıma Arapça veya Farsça bir beyit gelir ama söyleyemezdim. Bu benim için çok zor olurdu.”
Coşkun bir ruha ve selim bir zevke sahip olan Mahir İz, yakın dostlarının ve talebelerinin beyanına göre tam bir ‘İstanbul Beyefendisi’ olarak ömrünü tamamlamıştır. İslâmî ilimler ve tasavvuf alanında döneminin en çok itibar edilen âlimlerinden sayılmıştır. Fakat onun en mümeyyiz vasfı damarlarına işlemiş eğitimcilik aşkıdır.
“Ben ancak bir muallim olarak gönderildim.” diyen Sevgili Peygamberimiz’in izinden yürüyen adanmış bir eğitimcidir Mahir İz Hoca. Seksen senelik bereketli ömrü boyunca “Talebe, evlattan evlâdır.” diyerek öğrencilerini kendi çocuklarından daha öncelikli tutmuş insanları adım adım aydınlığa götüren bir rehber, bir dost insan olmuştur. Mesleğine adanmışlığını ifade için Hoca’nın şu sözünü nakletmek yeterli olacaktır: “Kıyamet günü Rabb’im bana, ‘Kulum, tekrar dünya hayatına geri dönecek olsan ne olmayı isterdin?’ diye sorsa, ‘Öğretmen olmak isterdim ya Rabbî!’, derdim. Eğer Rabb’im bu soruyu bana bin kere soracak olsa, yine de ‘öğretmen olmak isterdim’ diye cevap verirdim.”
ÖĞRENCİLERİNE MEKTUP YAZAN ÖĞRETMEN
Mahir İz Hoca, öğrencileri ile sadece sınıfta birlikte olmakla yetinmeyen, okul haricinde de öğrencilerine evini, gönlünü açan entelektüel bir öğretmendir. Yazın Emirgan’da, kışın Erenköy’de yaptığı sohbetlerle bir türlü doyamadığı öğrencilerine sohbet meclislerinde daha fazla ilim irfan muhabbeti aşılamaya çalışan fedakâr bir mücadele insanıdır. Hatta mezun olup hayata atılan öğrencileriyle irtibatını koparmayıp yazdığı mektuplarla onları gayrete sevk etmesi de ibretlik bir örnek hadisedir. Nitekim öğrencilerinin bir gün kendisine,“Hocam, bu kadar mektuba nasıl yetişiyorsunuz? Biz size yazıyoruz. Siz bize cevap yazmak zorunda değilsiniz. Kendinizi yormayın.” diye ricalarına cevaben onlara şöyle demiştir: “Evladım, mektup yazmak selam vermeye benzer. Selam vermek sünnet, almak vaciptir. Siz bana mektup yazmakla selam vermiş oluyorsunuz. Benim size cevap yazmam vacip hükmündedir.”
Meraklı ve istidatlı gördüğü gençlere Osmanlıca öğretir ve onlara bir şart ileri sürermiş: Sen de on kişiye öğreteceksin. Haydar Paşa lisesindeki edebiyat hocalığı çok verimli geçmiş. O zaman seminer dersleri olurmuş. En çok alâka Mahir İz ve Nihal Atsız’ın seminerlerine gösterilirmiş. Hoca, İstiklal Marşı’nı açıklayarak vermek istediği milli manevi mesajları öğrencilerine maharetle iletirmiş. Haydar Paşa Lisesi’nden öğrencileri arasında Mehmet Çavuşoğlu, Uğur Derman, Ertuğrul Düzdağ, Osman Öztürk gibi değerli ilim ve fikir adamları yer almaktadır.
BEN ÜZERİME DÜŞENİ YAPTIM
Mahir Hoca, ileri yaşına ve ödeneği kesilmiş olmasına rağmen Yüksek İslam Enstitüsü’ndeki derslerine 3 vasıta değiştirmek üzere devam etmiş… Kışın karlı bir günde evden okula çıkmak üzere iken hanımının, “Bey, nereye gidiyorsun bu havada? Vasıta olmaz, evden çıkma boşuna.” demesine rağmen, evden otobüs durağına gidip yaklaşık bir saat bekledikten sonra vasıta gelmeyince eve geri dönerek kendisine, “Ben sana demedim mi bu havada vasıta bulunmaz, çıkma diye? Bak, boşuna bekledin, hasta olacaksın şimdi.” diyen hanımına: “Hanım, ben evden çıkıp, durağa gidip, otobüs beklemekle üzerime düşeni yaptım ve bu dersi enstitüye gidip yapmış ecrini aldım Allah’ın izni ile.” diyerek muallimlik mesleğindeki samimiyetini tescil etmiştir.
Dostlarının şahadetine göre Hoca, ilişkilerinde çok dikkatli bir insandı. Siyasi konularda kimseyi incitmemeye özen gösterir, kötülükleri örter, iyilikleri öne çıkarmaya önem verirdi.
Sağlam duruşu, dürüstlüğü hafızasının kuvveti ve muhakeme gücüyle yakın tarihin nice ibretlik hadisesine tanıklık etmiştir. Dostlarının ve kardeşinin teşvikiyle yazdığı hatıraları Yılların İzi adıyla kitaplaştırılmıştır. Mahir İz, eserin başında “Niçin yazdım?” sorusuna şu cevabı veriyor: “Hâtıralarımı yazmama talebem, dostlarım ve yakınlarım sebep oldu. Sınıfta, yahut herhangi bir mecliste sırası gelip yaşadığım bir vak’ayı anlatacak olsam, orada bulunanlar bunları muhakkak tesbit etmemi isterlerdi. Başladım, sekiz sene ara verdim. Tekrar başladım, yine iki sene aralandı. Kardeşim Prof. Fahir İz, bunu çok sıkı bir şekilde takibe başladı. Avrupa’dan örnekler gösterdi, gittiği yerlerden mektupla nereye geldiğimi sordu; hâsılı beni çalışmaya mecbur etti.”
Hoca, takdim yazısında “Düşündüm, yazılsa abesle iştigal sayılmaz; belki tarihe küçücük bir ışık olur. Edebiyat tarihimize faydası dokunur. Bazı karakter nümûnelerini tanıtmakla gençliğe hizmet etmiş olurum. Meslektaşlarımın ve talebelerimin de nasip alacakları paragraflar bulunabilir. İşte bu mülâhazalarla hatıralarımı tespite devam ettim.” demektedir.
Hakikaten Yılların İzi’ni okuduğumuzda edebiyat, kültür ve yakın tarih konusunda bilmediğimiz bir konuyu öğreniyor, bildiklerimizi tashih ediyor ve adamakıllı aydınlanıyoruz.
Hoca eserin başında ailesini anlatıyor. Terbiyelerini aldığı, kendilerinden istifade ettiği ve bir bakıma ilk mektebi ‘ev’in hocaları sayılan aile büyüklerini bize tanıtıyor. Bu arada ‘kadı’ olan baba ile yapılan yolculuklar dile geliyor. “Medine Yolculuğu” ise başlı başına muazzam tablolardan oluşuyor. Okuduğu mektepleri ve buradaki arkadaşlarını yakından tanıyıp seviyoruz. Ve ‘Hocalık hayatı’, son nefesine kadar devam edecek olan mukaddes vazifesini nasıl ifa ettiğine dair önemli anekdotlar biriktiriyoruz.
Yılların İzi’nde sadece edebiyat yok, bir bakıma siyasî gelişmelere de yakından ve birinci ağızdan tanık oluyoruz. Devlet ve siyaset adamları, komutanlar, hatipler, edipler, Milli Mücadele’nin bilinmeyen yönleri. Ve bir dönüm noktası: Âkif’le tanışma… Yatağını arayan iki coşkun ırmağın aynı denizde buluşması… “İstiklâl Marşı”nın yazılış hikâyesi gibi çarpıcı bilgiler de ufkumuzu genişletiyor.
Yazı ve şiirleri birçok gazete ve dergide yayımlanan Mahir Hoca’nın, son yıllarında Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa’sını sadeleştirdiğini görüyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırlattığı Kur’an-ı Kerim Meali’nin redaksiyon kuruluna başkanlık ediyor. Tasavvuf ve vefatından hemen önce kaleme aldığı Din ve Cemiyet isimli iki eseri daha bulunuyor.
Kadim dostu Kemal Edib Kürkçüoğlu, vefatına şu mısralarla tarih düşürmüştür:
“Zikreder ta haşre dek tarîh-i irfân ismini
Mahiz İz üstâd yâ hû gitti itmi’nân ile”
Mahir İz Hoca; mesleğine aşkla bağlı, inancının ve samimiyetinin gereği üstün bir gayret ve çalışkanlık örneği bir entelektüel, şahsiyetli bir muallimdi. Rahmetle, hürmetle ve şükranla anıyoruz. Kabri nur, mekânı cennet olsun.