SARI LALELER
Bilge romancı Soljenitsin, “ele geçirerek değil, ele geçirmeyi reddederek” insanlığa ulaşabileceğimizi söylüyordu. Hep daha fazlasına ulaşmak için çabalamak yerine, sahip olma yarışından çekilerek, paylaşarak, vererek.
Türkçe Geo dergisi ikinci sayısında, ‘vazgeçmeyi bilenler’ başlığıyla bir dosya yayınlamıştı. Daha önce başka bir kitapta ilgi çekici öyküsünü okuduğum dolar milyoneri Zell Kravinsky, buradaki söyleşisinde, “Evsizler varken kimsenin iki eve sahip olmasına gerek yok.” diyordu. “İnsanları sevmek genellikle ailede başlar derler. Ama bence genellikle ailede de bitiyor.” İnsanların yalnızca kendilerini, ailelerini ve yakın çevrelerini düşündüğü bir dünyada, varlığının önemli bir kısmını yoksullara ve tıbbi araştırmalara hibe eden kahramanımız, bununla yetinmemiş, bir de böbreklerinden birisini herkesin şaşkın bakışları altında siyahî bir hastaya bağışlamıştı. Kravinsky, “İnsan iyi bir şey yapmak istediğinde bunu hemen yapmalı çünkü bencillik duygusu hemen geri gelebilir.” diyordu.
Bu ölçüde bir fedakârlık, pek çoğumuzu huzursuz eder, zira içimizde bir suçluluk duygusu uyandırır. Dünyayı cehenneme çeviren küresel tamahkârlığa rağmen, kâinat karşılıklı mücadele kadar karşılıklı yardımlaşmaya da tanıklık eder. Birimizin mutluluğunun hepimizin mutluluğuna bağlı olduğu yolundaki ahlaki duygu ile insan oluruz. Hopi Kızılderililerinde çocuklara en yüce değerin ‘iyi bir Hopi yüreği’ne sahip olmak olduğu öğretilirmiş. Bu etos insanlara güvenmeyi ve saygı duymayı, herkesin hak ve iyiliğini gözetmeyi emreder. Tıpkı bizim geleneksel kültürümüzde olduğu gibi, iç huzurun vermekte, paylaşmakta, dünyanın ‘mahrem macera’sında yoldaşlık etmekte bulunduğunu öngörür.
Modern dünyada dikkate almamız gereken seçenekler artmıştır ve reddettiğimiz seçenekler, tüm albenileriyle bize uzaktan göz kırpmaya devam etmektedir. Aklımız onlarda kaldığı için, seçtiğimiz şeyden sağladığımız doyum azalmaktadır. Seçmediğimiz alternatifleri ve onların muhtemel getirilerini zihnimizden atamadığımız için, seçtiğimiz şeyin bize yaşatacağı doyum yerine, seçmediklerimizin özlemiyle hayal kırıklığı hissederiz.
Pek çok seçeneğe sahip olmanın bizi tedirgin etmesinin bir nedeni de tercihlerimizin artık tamamıyla bizim sorumluluğumuzda olmasıdır. Başarılar da başarısızlıklar da artık imkânlarla değil bizim seçimlerimizle, kararlarımızla ilişkilidir; dolayısıyla muhtemel başarısızlıkların tek sorumlusu kendimiz oluruz. Başarısızlıklarımız için öne süreceğimiz bahaneler yoktur.
Verdiğimiz kararların bizi hayal kırıklığına uğratmasının bir diğer nedeni ise adaptasyon dediğimiz süreçtir. Şeylere alışırız ve onların hep elimizin altında olacağını varsayarız. Haz duyduğumuz şeylere alışırız, böylelikle onlar birer haz kaynağı olmaktan çıkar. Adaptasyon yüzünden olumlu deneyimlerden aldığımız haz sürekli değildir, daha da kötüsü insanlar sıklıkla bu gerçeğin, yani önünde sonunda adaptasyon sürecinin işleyeceğini ummazlar. Hazzın ve zevkin zamanla azaldığını görmek, beklemediğimiz ve hoşnut olmadığımız bir sürpriz olarak karşımıza çıkar.
Modern hayatta deneyimlerimizden aldığımız tatminin azalmasının nedenlerinden biri de, kendi yaşantılarımızı kıyaslayacağımız şeylerin bolluğudur. Ve seçeneklerdeki çokluk bu tatminsizliğe katkıda bulunmaktadır. Maddi ve sosyal şartlarımız geliştikçe kendimizi kıyasladığımız standartlar yükselir. Haz duygusunun referans noktası arttıkça, beklenti ve hayallerimizin çıtası yukarı çıkar. Seçeneklerin artması, kaçınılmaz biçimde beklentilerin de artmasına neden olur.
Modern dünyada istenmeyen, hayal kırıklığı yaratan her seçim, hatta umulduğu kadar haz vermeyen her olumlu yaşantı bile, kişinin kendi kendisini suçlamasına yol açmaktadır. Kişi, tercih etmediği imkânlar ve kaçırdığı fırsatlar yüzünden pişmanlık duymakta, refah ve bolluğun ortasında mutsuz ve tatminsiz kalmaktadır. Modern dünyada klinik depresyonun bu kadar yaygınlaşmasının önemli nedenlerinden birisi de budur. Günlerdir Mazhar Babanın ‘Sarı Laleler’ adlı şarkısını dinliyorum, bu yazıyı da olağandışı güzellikteki bu şarkıyı döne döne dinleyerek yazdım. Hayatı sadeleştirmek gerekiyor, basit yaşayan insanlar, kanaat edebilenler, ele geçirmeyi reddedenler, kendilerini sınırlandırabilenler bir adım önde yürüyor. Onlar, nadide sarı laleler gibi, ışıltılarıyla dünyayı güzelleştiriyor.