#

Sürgün

18 Mayıs 1944 gecesi, sabaha birkaç saat kala, Josef Stalin’in emriyle Rus askerleri Kırım’daki evlerin kapılarını vuruyordu. Evin erkekleri yine Ruslar tarafından toplandığından, kapıları kadınlar korku içinde açıyordu.
 “Ruski, Tatarski?”
  “Ruski.”

Kapı kapanıyor. Peki ya soruyu anlamayanlar? Cevap veremeyenler? “Tatarski” cevabı verenler? 15 dakika içinde evin boşalması emri veriliyor. Çocuk, yaşlı demeden gecenin bir yarısında evin tamamen boşaltılması isteniyor. Nereye gideceğiz? Hangi şartlarda gideceğiz? Ne kadar sürecek? Sorular cevapsız. İnsanlar uyku mahmuru, neye uğradıklarının farkında değil. Şemsiye Useyinova, şöyle anlatıyor:

“Annem şaşırdı. Ben ağlıyorum, kardeşim ağlıyor, bağırıyoruz, askerler bize bağırıyor, biz ağlıyoruz…” Kimisinin çarçabuk doldurduğu çuvalların yarısı trene alınmıyor, kimisi geceliğinin üzerine bir palto alacak vakit bulamıyor, çocuklar dışarı yalın ayak çıkıyor.” Müsfire Müslimoğlu o geceyi şöyle anlatıyor:

“Babam yeni ayakkabılar diktirmişti. Tam çıkarken onları gördüm, alayım deyip uzandığımda asker geldi, arkamdan tekme attı. ‘Çabuk çık evden!’ dedi. Ayakkabılarım hâlâ gözümün önündedir, alamadım ben onları…”


Bu muameleyi görmelerinin sebebi de sözde Tatarların  Almanlarla işbirliği yapmış olmalarıydı. “Hainsiniz, gideceksiniz!” İnsanlar şaşkınlık içinde. Evinden çıkarken kapıyı kilitleyen Fatma Kerimova’dan anahtarı istiyor asker. “Neden vereyim? Ben daha gelip oturacağım burada!” “Yok, artık buraya gelemezsin.” Çıkarıp anahtarı veriyor mecburen.


Tabii ki sürgün bir gecede planlanmıyor. Tatarlar, hayatlarına normal bir şekilde devam ederken, Rus askerleri sinsi sinsi kuruyorlar planlarını. Hatta pek çok Tatar, farkında olmadan onlara yardım bile ediyor. İsmet Bekirova, şöyle anlatıyor: “Kırım Tatarlarını sürecek olan subay bizim evde kalıyordu. Sabaha karşı askerler geldi bizim kapımızı çaldı. Biz subayı uyandırdık, “Askerleriniz geldi.” diye. O ise bize “Hayır, sizi sürmeye geldiler, siz hazırlanın.” dedi.


Trenler… Tatarlar, trenlerin hayvan vagonlarına sıkış tıkış bindiriliyorlar. Ne yemek, ne su… Bir lokmayı bütün vagon bölüşerek hayatta kalıyorlar. Hayatta kalamayanlar… Mücadele edemeyenler… Tren durunca, Rus askerler trenden indiriyorlar mevtayı. Analar ağlıyor, vermek istemiyorlar cansız bedeni. Hiç değilse gidecekleri yerde küçük bir cenaze töreniyle gömerlerdi. Ne töreni? Rus askerleri gömmüyor bile ölüleri, demiryolunun kenarında bırakıp gidiyorlar. Koca bir hayat, yol kenarında bırakılan bir cesetten ibaret oluyor.

Sürülen Tatarların yanı sıra sürgünden önce, evlerden toplanan Tatar erkeklerinin bir kısmı Rus ordusuna asker olarak alınmıştı. Ailelerinin durumundan, sürgünden habersiz, Rus ordusunda askeri başarılar kazanmaktaydılar.
Trenlerle yolculuk 22 gün sürdü. Acılarla, ölümlerle, açlıkla, susuzlukla geçen 22 gün… Ayrılıklar… Ailesini kaybedenler… Bunu hak edecek ne yapmışlardı? Yalnızca birileri için gereken yeri kaplıyorlardı(!) Doğmamaları gereken bir yerde doğmuş, büyümüş, kimseye bir zararları olmadan senelerce yaşamışlar; bir gece vakti, ne olduğunu anlamadan topraklarından koparılmışlardı.