#

İnsan Ruhundan Başka Gidilecek Neresi Kaldı?

Spot: Ancak unutursak, ağız dolusu kahkahalarla gülebiliriz.

Yanmış cesetlerden tüten duman, televizyon ekranlarından evlerimize sızıyor. Kaynana-gelin programından başımızı kaldırıp bakınıyoruz; bu tuhaf koku, hayatlarımızı unutuşun o ipek örtüsünden sıyıran bu gariplik nereden çıkıyor diye.

Bir yanlışlık olmalı. Ruhumuzu, kalbimizi unutma programına ayarlamıştık. Ancak unutursak, ağız dolusu kahkahalarla gülebiliriz. Hayatın hoyrat neşesi, insan çığlığıyla dolu imgeleri belleğin en derinlerine itersek eğer, yanımıza sokulup bizimle kadeh tokuşturacak. Unutursak var olabileceğiz. Kendimizi uyuşturursak. Başımızı öte yana çevirirsek. Orada bir kol, bir yürek mesafesinde duran ve bizimle benzer isimlere sahip olan, ata-dedelerimizin beraber yaşadığı kardeşlerimizin delik deşik edilmiş vücudunu kendi gövdemizden ayırabilirsek. Ona saplanan kurşun bizi acıtmazsa. Barbar Felluce’de çadırını kurduğunda, “Şükür, buralara uğramadı.” diye için için seviniyorsak.

Kimbilir, belki barbarlar buralardan sessiz bir istila hâlinde geçmiştir de ruhlarımıza “kötülük karşısında susma”nın şeytanca mührünü basmışlardır.

O barbar istilasının ağrısı, derinlere yayılan ayak izleri, bizi susmaya zorluyor. Susarsak kötülüğün bize erişmeyeceğini, sessizliğin en büyük kalkan olduğunu düşünüyoruz. Başkasının ölümüne susuyoruz, acıya afyon basmak için kardeşlerimizi “başkası” kılıyoruz. Doğu’nun evlatları Batı’nın mermileriyle ölürken kumanda aletine hırsla basıyoruz: Oynak havalar, sır programları, aile faciaları, gelin bu unutuş ayinini hızlandırın! Bize ekranlardan yansıyan o feci görüntülerin kurmaca olduğunu, hepsinin bir reality-show’un serpintileri olduğunu söyleyin. Hayatlarımızın Hollywood stüdyolarında kurgulanan hayatların serpintileri olmasına izin verin. Pespayelikle, fukaralığı gizleyen o yersiz neşeyle bizi sarın, kucaklayın. Neşesiz bir hayatın da olabildiğini söyleyen parazit görüntülerden bizi kurtarın. “Felluce üzerindeki gökyüzü”nü fazladan sarf edilmiş kelimelerle örtün, ceset kokusunun yaydığı şu sessizliği onarın.

Dünya büyük bir kayma yaşıyor. Kelimeler kanın sıcaklığına işlemiyor. Ahlak sözünü geçiremiyor. Vicdansız akıl yeryüzünü yerle yeksan ediyor. Erdemle beslenmemiş teknik, ölüm kusuyor.

İnsan ruhundan başka gidilecek neresi kaldı? Nereye iltica edeceğiz?

Duygu sonrası toplum, insanı insan yapan değerleri bir bir emip bize anlamsız, kıpırtısız, ahmakça bir hayatı posa olarak bize bırakıyor.

Özgürlük ve adalet hayatımıza anlam katan iki büyük değerdir. Onlar katledilirken sessiz kalamayız. Kardeşinin beyni uçurulurken gözlerini başka yere çevirenler saygıyı hak etmez.

Sözü, barbar saldırısına karşı durmuş iki asil ruhtan yapacağım alıntılarla sonlandırıyorum.

Bosna’nın uğradığı barbar saldırısı karşısında, tek başına bir insanın da ahlakı sonuna kadar diri tutabileceğinin eşsiz örneğini sunan, çağımızın bilge önderi Aliya İzzetbegoviç, savaşın en yoğun zamanında askerlerine şöyle hitap ediyordu:

“Görüyorsunuz, Allah karşımıza acı veren bir imtihan çıkarmıştır. Boğazlandık, kadın ve çocuklarımız öldürüldü, camilerimiz yıkıldı ama biz kadın ve çocukları öldürmeyeceğiz, kiliseleri yakmayacağız. Bunu yapmayacağız çünkü bu bizim yolumuz değil. Biz muzaffer olacağız çünkü biz başkalarının dinine, milliyetine ve farklı kanaatlere saygı gösteriyoruz ve çünkü bu zor durumumuzda bile temiz insanlar olmaya çabalıyoruz. Ve başkalarının ibadethanelerini yıkmak bize her hâlükarda yasaklanmıştır.”

Bir Fransız vatandaşı olmasına rağmen Cezayirli direnişçilerle Fransız işgaline karşı savaşan psikiyatrist Frantz Fanon da ölümünden kısa bir süre önce şöyle yazmıştı:

“Size söylemek istediğim, ölümün her zaman bizimle, hep yanı başımızda olduğudur. Önemli olan, ondan ne zaman kaçıp kurtulacağımız değil; inandığımız fikirler için elimizden gelenin azamisini yapıp yapmadığımızdır… Eğer en başta bir amacın hizmetkârı değilsek, halkın, adalet ve özgürlüğün sevdalısı değilsek, yeryüzünde bir hiçiz demektir.”