#

Bravo Sayın Uzman, Herkes Senin Fikrini Merak Ediyordu!

Derler ki Türkiye’de üç alan vardır ki bu alanlarda tahsil yapmak yahut meslek icra etmek gerekmez, bütün bir millet her bir ferdiyle bunların uzmanıdır: Tıp, din ve siyaset. İlk ikisi için, “Yarım doktor candan, yarım hoca da dinden eder.” şeklinde gayet veciz bir söz ile mesele –en azından literatürde- hallolmuşsa da üçüncüsü için bir çözüm bulunabilmiş değildir. Belki bu çözümsüzlükten belki de son yıllarda iyice enteresanlaşan siyasi gündemden ötürü, gündelik siyasi tartışmalarda eskiye nazaran farklı söylemlerle daha çok karşılaşır olduk.

Girişte de ifade ettiğimiz gibi, toplum olarak siyaset konuşmayı çok severiz. Bilgi ve birikimimizin o konuda söz söylemeye yeterli olup olmadığını bir an olsun düşünmeksizin beylik laflar ederiz hatta gayet net hükümler veririz. Bu hususta en maharetli olan da elbette gençlerdir. Her ne kadar günümüzde apolitik bir gençlik olduğundan dem vurulsa da son tahlilde, ‘boyunu aşan’ mevzular konuşmakta gençlerin eline kimse su dökemeyeceğine hepimiz hemfikiriz.

Bir İngiliz atasözü “Bilgi güçtür.” der ve gündelik hayatı gözlemlediğimizde görüyoruz ki bilgi sadece siyasi iktidar için değil, bireyler arasında bir sosyal iktidar aracı olarak da kullanılıyor. Bu noktada, genç-yaşlı ayırımı olmaksızın neredeyse hepimizde bulunan bir hastalığa dikkat çekmek istiyorum: “Bilmiyorum diyememek.” Haliyle bu durum, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma vahametini de beraberinde getiriyor.

Ortalama bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, içinde olduğumuz ortamda konuşulan konu hakkında kendimizden daha yetkin birinin bulunmadığını fark ettiğimiz andan itibaren enteresan bir özgüvenle konuşmaya başlıyoruz. Önemli olan bilip bilmemek değil, biliyor gibi gözükmek. Yani “-mış gibi yapmak”. İngilizcede güzel bir ifade var, name-dropping. Kelime bazlı olarak “isim damlatma” şeklinde çevirebileceğimiz bu tabirin anlamı, konuşmalarında meşhur ve muteber kişilerden bahsederek söylediklerine meşruiyet katmak ve bundan kendine paye çıkarmak. Daha Türkçesi, “okumuş” gibi yapmak…

Yazının buraya kadar olan kısmında, bilmek ve konuşmak kelimeleri arasındaki bağı yanlış kurduğumuzdan, daha sarih bir ifadeyle bazı hatalarımızdan bahsettik. Fakat esasında bu yazı, yukarıdaki tarzda eleştirilerin kendisine olmasa bile dile getirilme üsluplarına bir itiraz olarak kaleme alındı. Nasıl yani? Açıklayalım.

Naçizane farklı konularla alakadar olan bir üniversite öğrencisi olarak, son dönemde daha çok karşılaştığım bazı durumlara ilişkin söylemek istediklerimiz var. Her üniversite öğrencisi gibi, arkadaş ortamında muhtemelen hayatı boyunca etki edemeyeceği bazı konular hakkında konuşurken, konuşma birden mutlak yetkisizliğe gark olabiliyor. Bu durum, başta izah ettiğimiz eleştirileri göz önüne aldığımızda güzel. Ama meseleyi yaş grubu ekseninde ele alınca, madalyonun öteki yüzü karşımıza çıkıyor.

Gençlik, idealizm ve heyecan çağıdır. Her insan kendi nispetinde, en “hızlı” yıllarını gençlik döneminde yaşar. Bu durum fizyoloji kaynaklıdır elbet ama nihayetinde zaman ve mekân fark etmeksizin, temel bir insani gerçekliktir. Bir insanın, her ne işle meşgul olursa olsun gerek zihni gerek fiziki olarak en verimli dönemi gençlik yıllarıdır. Bundan dolayı, genç kadrolara sahip olmayan bir sosyal veya siyasal hareketin başarıya ulaşmasının çok zor olduğu sürekli olarak ifade edilir. Bu bağlamda, gençlerin bazı “akıl kârı olmayan” işleri yapmalarının yanlış olması bir kenarda, gerekli bile olduğunu iddia edebiliriz. Bu noktadan sonra müsaadenizle, bu yanlış anlaşılmaya çok müsait cümleyi ve anlatmak istediklerimizi örneklerle izah etmeye çalışalım:

  • Boyunu Aşan İşlere Kalkış

Türkiye’nin ve dünyanın güncel siyasi gündeminde, gençler olarak konuşma liyakatimizin olmadığı birçok konu var. Bunun bir yönü bilgi, diğer yönü de tecrübe eksikliğimiz diyebiliriz. Buna ilişkin, bu konuları konuşmanın siyasetçilerin görevi olduğunu ifade eden ve bazen de başlık olarak seçtiğimiz cümledeki üslupla tezahür eden eleştiriler sıkça geliyor. Burada şunu hatırlatmak isterim ki, bugün yönetim erkini elinde bulunduran insanların kahir ekseriyeti emin olun gençlik çağında bu meseleleri konuşuyordular. Burada tabii ki kişinin asıl vazifelerini ihmal edeceği derecede bir durumdan yahut sırf konuşmuş olmak konuşmaktan bahsetmiyoruz. Fakat biz biliyoruz ki, kullanılan uzuv gelişir, kullanılmayan körelir. Zihnimizi, kendimizi aşan meselelere yormanın bu anlamda zararı değil faydası vardır ve zaman içerisinde bakış açımızı geliştirir.

Basit bir örnek verelim; İstanbul’daki trafik ve ulaşım sorunundan herkes gibi mustarip bir gençsiniz. 15 yaşında itibaren, toplu taşımada ve özel araç içinde olduğunuz sürede insanların davranışlarını ve algılarını gözlemleyerek kendinizce buna kafa yorarsanız, takdir edersiniz ki 40 yaşına geldiğinizde, henüz o yaşta belediyede görev alarak yeni kafa yormaya başlayan birinden çok daha makul fikirler ortaya atma şansınız olur. Bununla birlikte, örneğin özel hayatımızla ilgili bir karar alacağımızda biraz zaman geçmesini bekleriz ki o fikir zihnimizde demlensin, belli bir süre boyunca karşılaştığımız durumlarla mukayese edelim. Bu elbette yönetimle ilgili durumlar için de gereklidir.

  • Kendini Aş

Şu an Türkiye’de ilk, orta ve yükseköğrenimde kayıtlı öğrenci sayısı 20 milyonun üzerinde. Toplam nüfusun 80 milyon olduğunu düşünürsek bunun ne kadar önemli olduğu aşikâr ve sürekli gençlik alanında birçok çalışmanın eksikliğinden yakınıyoruz. Bu noktada –kendimi katarak söylüyorum ki- gençler maalesef çok büyük bir kitlenin içinde olduğunun ve bunun gücünün farkında değil. Örneğin, yeni bir mesele gündeme geldiğinde “Gençler ne düşünüyor?” başlıklı haberler yapılır. Tabii bu haberlerin yapılış şekilleri eleştiriye açık ama odak noktamız şu olmalı:

Ben genç isem, benim söyleyecek sözüm ve bunun bir karşılığı olmalı. Bugün üniversitelerde birkaç öğrencinin inisiyatifiyle ortaya çıkan en basit bir etkinlik televizyonda haber olabiliyorsa, her bir fert olarak gençlerin belirli bir etkiye sahip olduklarını gösterir. Tabii ki bu her şey demek değil, dolayısıyla hayal âlemine kapılmamak gerekir fakat gençlerin kendi inisiyatifleriyle ortaya bir şey koymaları çok önemli ve bunun yolu da “kendini aşmaya çalışmak”tan geçiyor.

  • Bilgi Denizine Dal

Daha önce de belirttiğimiz bilgi eksikliği konusuna tekrar gelelim. Gençler olarak; ufak bilgi kırıntılarıyla tarihî hadiseler hakkında oldukça orijinal çıkarımlar yapmayı, sadece bir kitabını -o da üstünkörü- okuduğumuz bir yazarı göklere çıkarmayı/yerin dibine sokmayı çok severiz. Bunun çok hoş bir şey olmadığı ortada. Fakat burada, buna alternatif gündemlerin ne olduğunu sorgulamak gerektiğini düşünüyorum. Tarih konuşmak yerine futbol konuşuyorsak, yazarlardan şairlerden bahsedeceğimize magazin dünyasındaki ünlülerden bahsediyorsak bunu kabul edemeyiz. Demek istediğimiz, faydalı ve meşru dairenin çevresinde bulunmak her halükarda daha sağlıklıdır.

Velhasıl-ı kelam; aldığımız eğitim, bildiğimiz yabancı dil veya okuduğumuz kitaplardan dolayı kimseyi hakir görüp kibirli olmayalım ama sahip olduğumuz niteliklerin de farkında olalım ve düşünelim, üretmeye çalışalım. Samimi bir şekilde bunu yaparsak, vakti gelince birilerine faydamız dokunacaktır.