Yeryüzünü Aydınlatma Nöbetinde Bir Şair: Sezai Karakoç
Tıpkı insanlar gibi toplumların da ruhunun ve nefsinin önünde yürüyen önderler ve önder taslakları vardır. Nefislerin önünde yürüyenler kanaat, ruhların önünde yürüyenler ise icraat önderleridir. Hakiki önderler, milletlerin ortak hafızasını temsil ederek geçmişi şimdiye taşımak, dolayısıyla kahramanlık ruhunu diri tutmakla vazifelidirler. Onlar, kendilerini ve cemiyetlerini aşarak mutlak üstün olanda yeniden var oldukları için toplumlarını da önce nefislerini, sonra zamanı ve mekânı aşmaya davet ederler. Naif ifadeyle “İçinden çıktıkları toplumun özlem ve tutkularını dile getirirler.”
“Bazı toplumlar da vardır ki kendilerine sahte kahramanlar üretirler. Bu hayalden ibaret insanlara bir hayat, bir tarih, bir geçmiş giydirirler.” Okullarında gerçek olmayan bu kahramanların hayatları, bir sanat eseri gibi sunulur. Henüz kendinden habersiz genç dimağlara Pamuk Prenses’e sunulan zehirli elma gibi yavaş yavaş yedirilir.
Popüler kültürün sahte ışıklarıyla sistemli bir şekilde üretilen sahte kahramanlara karşı, hakiki kahramanları gündemde tutmak gerekiyor. Sahte kahramanların, hakiki kahramanlar doğurmaya müsait olmayan toplumların mahsulü olduğuna inanıyoruz. “Bize kalan aziz borç, asırlık zamanlardan/Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan…” dediği gibi şairin, gerçek kahramanlarımızı iyi tanır ve tanıtırsak sahtelerin adı bile anılmaz.
Hakikatin tarafında olmayanın “tarafsız” unvanıyla anıldığı bir dünyada Hz. İbrahim’in ateşine su taşıyarak safını belli eden asil karınca gibi, gözünü hedefinden ayırmayan icraat önderlerinin asil ve muhteşem hayat mücadeleleri bize her zaman büyük ibretler, incelikler sunar. Onların izine bastığımızda doğruyu bulur, doğrudan yana adım atmış oluruz.
Sessiz Kahraman
Sadece savaş dönemlerinin kahramanları olmaz. Barış dönemlerinin de kahramanları vardır. Kültür adamları, şairler, sanatçılar da içinden çıktıkları toplumu fikirleriyle, eserleriyle aydınlatan kahramanlardır.
İşte o kahramanların günümüzdeki en büyük temsilcilerinden biri de Sezai Karakoç’tur. Karakoç, sadece yazdıklarıyla değil yaşantısıyla da daima zirvededir. Günümüzde sahabe ahlakını yaşayan nadir sanatçılardandır.
Yaşadığını yazan ve yazdığını yaşayan som bir şairle, hâlis bir yürekle aynı çağda yaşamak bizim için büyük bir nimettir. Karakoç sadece iyi şiir yazan bir adam değil aynı zamanda şiir gibi yaşayan bir adamdır.
Yeni yetişen nesillerin Sezai Karakoç’u hakiki hüviyetiyle tanıyamaması, onun sanat ve şahsiyetinin sağlam çizgilerini bilmemesi büyük bir eksikliktir. Türk şiirinin bu dâhi, mert ve mümin sîmâsını hakkıyla tanımak, şiirimizin ve düşünce tarihimizin geleceği açısından bir zaruret arz etmektedir.
Her büyük şahsiyetin çağına verdiği bir karşılık ve çağından aldığı bir aks-i sadâ vardır. Karakoç kendisini keşfetme bahtiyarlığına eren gençler tarafından sevilmiş, sayılmış ve takip edilmiş bir şairdir. Edebi camiada şairlik hastalıklarına yakalanmayan, şiirin yanıltıcı vadilerine kapılmayan, onun gibi tutarlı ve istikamet sahibi şairlere az rastlıyoruz. Herkese hemen verilmeyen “üstatlık” payesi, üslûbundaki incelikle sanatı hayatın kendisi olarak kavrayan, şiirin bu en muhkem kalesine nasip olmuştur. Edebiyat tarihi, yazdıklarıyla yaşadıkları birbirini tutmayan şairlerle doludur. Karakoç bu manada edebiyat dünyamızın yüz akıdır.
Şairin hayatı da edebiyatına dâhildir. Bu sebeple Karakoç’un hayatını ve hatıralarını okuduğumuzda onun mısraları bize daha çok manalar fısıldar, yazdıkları kalbimize daha derin işler.
Bir Kuşun Kalbinde Yer Alabilmek
Ömer Erdem’in naklettiği bir hatırada Karakoç’un sadece insanlara değil penceresindeki kuşlara bile derin bir merhamet beslediğini görmekteyiz. Kalbinde merhamet adlı bir çınar büyüten şairin hatırası şöyle:
Sezai Karakoç bir gün Ömer Erdem’i Sultanahmet Köftecisi’nden köfte ve helva almaya gönderir. Ömer Erdem, yemeği alıp geldiğinde Karakoç, “Büyük bir yanlış yaptık.” der. Erdem şaşırır. Sofraya hemen oturulmaz. Karakoç tekrarlar: “Büyük bir yanlış yaptık.” Erdem, yine ne olduğunu tam anlayamaz. Karakoç, “Kuşlara ekmek vermedik.” der. Ömer Erdem, tekrar bir koşu büfeye gider ve bir ekmek alır. Karakoç o ekmekleri küçük küçük böldükten sonra penceredeki kuşları doyurur. Ve sonra sofraya oturulur.
Şimdi siz söyleyin bu şair sevilmez mi? Eserleri sular seller gibi okunmaz mı?
Yine Karakoç’u yakından tanıyan samimi dostlarından Abdullah Işıklar’ın anlattığı o kadar güzel yaşanmışlıklar var ki. Hangisini dinleseniz bu çağda bu duyarlılıkta bir yazarın okuru olmaktan, onun diri fikirlerinin takipçisi olmaktan bitimsiz mutluluklar yaşarsınız. Işıklar’ı dinleyelim:
“Üstat bir gün tansiyonunun yükseldiğinden bahsetti. Ben de ona babamın da kullandığı zeytin yaprağını kaynatıp içmesini tavsiye ettim. Kurtköy’deki bahçemden bir dal zeytin getirip Sezai Bey’e yapraklarını kesip kaynatıp içmesini söyledim. Ancak Sezai Bey ağacın dalını kesmeme çok üzüldü. Hatta o kadar üzüldü ki gözlerinin dolduğunu, ağladığını gördüm. Bir baba ancak evladının vefatında bu derece üzülürdü.”
İnsanların acımasızca birbirine kıydığı bu çağ yangınında, nasıl da sarsıcı bir hatıra ve ne destansı bir karakterdir bu. Işıklar’ın, “Bir babanın evladını kaybettiği derecede üzüldü.” demesi de önemlidir. Çünkü evlat acısı çekmiş, otuz sekiz yaşındaki oğlunu kaybetmiştir.
Duygulu, Duyarlı Bir Yürek
Büyük şairin mesafesiz dostluğunu, güvenini kazanan nadir insanlardan biridir Işıklar. Yine şu hatırası da günümüz edebiyatçılarına örnek teşkil edecek muhteşem bir incelik barındırmaktadır:
“Yazar Osman Akkuşak hastaneye yatmıştı. Ameliyat olacaktı. Sezai Bey, ‘Haydi Abdullah gidiyoruz.’ dedi. Gittik hastanede ziyaret ettik. Ayrılırken Sezai Bey yatağın altına bir miktar para bıraktı.” Günümüz edebiyat âleminde en çok incinen dostluklardır. Üstadın bu hatırası, zor zamanında dostuna gösterdiği vefası müthiş bir örnektir.
Yeryüzünü aydınlatma nöbetini devam ettiren, gönüllere ışık yayma cehdini sürdüren Sezai Karakoç hayatının hiçbir döneminde edebiyatı amaç olarak görüp putlaştırmamış, şair takıntılarının kuru kavgalarına girmemiştir.
Ona göre şair “Veliliği, önderliği, kahramanlığı savaşçılığı, aşkı ve ölümü millet adına, insanlık adına bir daha yaşamak borcundadır. O, yalnız milletinin geçmişini değil geleceğini de yüklenmiştir.”
Karakoç; Yunus Emre, Mevlana, Fuzuli, Şeyh Galip, Mehmet Âkif, Necip Fazıl çizgisini günümüzde hakkıyla temsil etmekte; “örnek bir öncü nasıl olunur”u yeni nesil şairlere en güzel şekilde göstermektedir. Şimdi bize düşen, bu kahraman insanın, bu büyük yazarın bütün eserlerini not alarak tek tek okumaktır. Okuyanlara selam olsun.