Bir Şey Yap Görenlerin Gönlü Isınsın
Nasuhi Hasan Çolpan 1981, İstanbul doğumlu. 1999’dan 2008 yılına kadar babası Nusret Çolpan’ın yanında minyatür ve mimarlık üzerine çalışmalarda bulundu. Yüzlerce yıllık minyatür geleneğinde Matrakçı Nasuh, Süheyl Ünver ve Nusret Çolpan silsilesinin devamı olarak anılıyor. Geleneksel sanatımıza yeni bakış açıları katarak minyatür ve görsel sanatlarda dünya çapında eserler icra ediyor. Bazı minyatürleri ve çini çalışmaları birçok ülkede ve ülkemizde sergilenmeye devam ediyor. Nasuhi Hasan Çolpan’la minyatür sanatını, geleneği ve sanatkârlığın püf noktalarını konuştuk.
Minyatürcülük sizin için çocuk yaşlarda başlayan, hem bir baba yadigarı hem de aşk boyutunda icra edilen bir sanat. Bugün dünya çapında eserler vermenize vesile olan bu sanat serüvenini sizden dinlemek isteriz.
“Aşk boyutunda” deyince şöyle bir “eyvah” dedim. Acaba o kadar olabildik mi? 🙂
Serüvene gelecek olursak, çocukluktan itibaren görmeye başladık el sanatlarını. Babam Nusret Çolpan minyatürcüydü. Aynı zamanda mimarlık da yapıyordu. Görsel dili çok kuvvetliydi, evde de çizimler yapıyordu, çalışmalarına bazen evde devam ediyordu. Biz de izliyorduk tabii. İlk orada ısındık.
Hem baba-oğul hem de usta-çırak ilişkisiyle gelişen bir serüven öyleyse. Çok etkili olsa gerek… Bu süreçte başka bir eğitim aldınız mı?
Vefatına kadar hep babamla minyatür ve mimari işleri üzerine çalıştım. Bunun haricinde üniversiteyi açıktan bitirdim. Faydalı da oldu, bir yandan üniversite okurken bir yandan mesaisi boyunca babamla birlikte olabiliyordum. Bu bana zaman kazandırdı. Tam gün üniversiteye gidip gelsem babamdan bu kadar beslenemeyebilirdim.
Usta-çırak ilişkisi olarak, babam hep destekledi, yardımcı oldu. Teşvik de etti. Daha ilkokulda beni İstanbul çapında bir resim yarışmasına yönlendirmişti. Orada bir derece alıp da kendime güvenim gelsin diye düşünmüş. Orada kendi branşımda birinci olmuştum, sevinmiştik. Bu anlamda manevi desteğini hiç esirgemedi.
Sürekli birlikte olduğumuz için, her gün benim için bir ders niteliğindeydi. Bazı konularda ilerledikçe onun yükünü alacak şekilde çalışmaya başladım. Normalde minyatür boyamaları klasik olarak fırça ile yapılır, 1999 yılından itibaren çini duvar panoları için sonradan büyütülmesi gereken net kontürlü minyatür çizimleri oluşturma gereği hasıl oldu. Bu noktada çizime esneklik ve hız kazandıran bilgisayar ile çizimler yapmaya ve renklendirmeye başladık. Tasarım aşaması kağıtta, çizimi bilgisayar ortamında oluşan minyatürler klasik yöntemlerle çinilere işlenmeye devam etti. Ona en büyük yardımım bu şekilde dokunmuştur.
Babam hayattayken, yeni bir kompozisyon oluşturacağımız zamanlarda, o ana çizimi yapardı. Ben daha çok, ayrıntıları tamamlar ve tamamlanmış eseri temize çekerek yardımcı olurdum. Böylece elimiz ve gözümüz bu sanata ısındı. Vefatından sonra yeni bir kompozisyon oluşturmakta zorlanıyor, yaptıklarımdan emin olmaya çalışıyordum. Sağ olsun Kültür Bakanımız, babamın sanatkâr dostları, sanatseverler beni teşvik ederek yeni şeyler çıkarabilmem için o dönemde kendime güvenmemi sağladılar. Yeri geldiğinde yeni bir minyatür için taslaklar oluşturduğumda onlara danışarak kendimi geliştirmeye devam ettim.
Bugün sanata dair etkinlikler daha çok topluluğa hitap eden, sertifikasyon eğitimlerle gerçekleşiyor. Siz diz dize, usta-çırak ilişkisiyle yetişmiş bir kıymetimizsiniz. Bu anlamda belli bir disiplin ve geleneğe bağlılık açısından kadim metotların önemi hakkında neler söylemek istersiniz?
Günümüzde her şey hızlandı. Daha çok kişiye daha hızlı bir şekilde eğitim ve bilgi ulaştırmak gerekiyor. Bu iş de o tempoya ayak uydurmaya çalışıyor. Bu durum sanatın inceliğine uygun görünmese de katılan on kişiden bir kişinin sıyrılıp ciddi anlamda ilgilenmesi yeter diye düşünüyorum. Neticede o işi severek yapacak olan kişi bu sanatı devam ettiriyor, hakkını vermeye gayret ediyor. Bunların yanında günümüzde hâlâ usta-çırak ilişkisiyle diz dize eğitimler de oluyor. Topluluğun içinden sıyrılıp bu sanata talip olanlar bir şekilde bu damarı devam ettiriyor.
Bir sanat bu coğrafyaya geldiğinde bambaşka bir güzellikte cereyan ediyor. Bir şekilde bizim topraklarımıza gelen sanata kendi rengimizi verebiliyoruz. Bunun en güzel örneklerinden biri de aruz veznidir. Minyatür sanatında da bu böyle mi?
Kökü belki de hiyerogliflere dayanan minyatürde de böyle. Çin’de, İran’da, Hindistan’da da yapılıyor minyatür. Hâlâ yapılmaya devam ediyor. Avrupalı da yapıyor ama bizi ayıran yönlerimiz var. Hint minyatürleri doğaüstü olaylara, kendi inançlarına; İran minyatürü şiirsel, romantik konulara kayarken bizde daha çok tarihî meseleleri belgelemek için minyatür kullanılmış, şehirleri ve mimari dokusunu ele almış.
Belli bir geleneğe ve disipline bağlı olarak gelişen ve varlığını sürdürebilen bir sanatla iştigal etmek insana neler katar? Bu hususta eski usüle yeni bir soluk getirebilmenin bedeli nedir?
Kendini bir geleneğe yaslamak ve ona ait hissetmek, o geleneği bilenlerin gözünde sizi bir noktaya taşıyor. Geldiğiniz yerin belli olması önemli. Takip ettiğiniz ekolü bilenler sizi daha çabuk kabullenebiliyor. Hem bir geleneği takip etmek hem de yeni, özgün eserler çıkarabilmek bazen eleştirilse de zamanla gözler alışıyor. Daha çok rağbet görebiliyor hatta.
Minyatür, kırmızı çizgileri olan bir sanat. Perspektifsiz, 2 boyutlu ve bazı kendine has kısıtlamaları olan bir dal. Bunun yanında önemli öğeyi iri çizmek, konu dışı kısımları göz ardı etmek, renklerin daha canlı ve serbest olması gibi anlatımını eğlenceli kılan, güçlendiren yanları var. Günümüzde minyatür, icra edenlerin elinde diğer sanat dalları ile de etkileşime geçebiliyor.
Geleneksel bir sanatla meşgul olmanın bize kattığını, bir Azeri Minyatür Belgeseli’nde söylenenlerle ifade edeyim: “Minyatür sahneye, olaya ruhi bir perspektifle bakabilmeyi sağlar. Bir sahneyi zamana, iklim koşullarına, örülü duvarlara takılmadan her yönüyle izlemeye imkân tanır.”
Kendi toplumumuzda ya da dünya çapında iz bırakabilen eserlerin nasıl bir ön hazırlığı oluyor? Bunu hem Ar-Ge çalışması hem de işin manevi boyutu olarak ele alırsak…
Çalışmalarım 3 şekilde gerçekleşiyor: Bunlardan biri siparişler oluyor. Eserin konulacağı yer, vereceği mesaj belirlenmiş oluyor, ona göre düşünüp hazırlanıyorum. Bir diğeri, görüp beğendiğim bir yeri ya da bir şeyi esere dökmek istediğimde oluyor. Bir de rüyalarım var. Hiç aklımda bir şey yokken rüyamda gördüğüm bir şeyi not edip onun üzerine karalama hâline getiriyorum.
Bir yerlerde sizin rüyanızı görebilir miyiz öyleyse? 🙂
İlerde imkân ve uygun ortam olursa rüyalarımdan sahneler içeren bir sergi güzel olur.
Hazırlık aşaması ise icra edilecek eser için araştırmalar yaparak bilgi toplayıp o konu hakkında karalamalar, eskizler neticesinde eser oluşuyor. Bunun yanı sıra beğendiğim bir mekânın fotoğrafını çekip onu minyatür şeklinde icra ediyorum. Rüyamda gördüğüm bir sahneyi kâğıda aktarmak için çok düşünmeye, araştırmaya gerek kalmıyor. 🙂
Son olarak “Şunu da nakşetmeden bu diyardan göçmemeliyim.” diye hayalini kurduğunuz bir eser var mı?
Biz de İmam Hatip nesliyiz. Tebliği önemsiyoruz. Herkesin kendi alanında en iyi olması gerektiğine inanıyoruz. Nitekim bir âlimin birkaç cümlesiyle, bir şiirle ya da bir sesle insanların gönlü İslam’a ısınabiliyor. Bu hususta benim de “Öyle bir eser icra etmeliyim ki görenlerin gönlü İslam’a ısınmalı.” diye hayalim var. Bunu minyatürle insanlara sunabilsem ne güzel olur. Geçtiğimiz hafta böyle bir vesile için belki de ilk adım sayılabilecek bir olay yaşandı. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Vatikan’da Papa’ya İznik çinisi üzerinde Marmara’dan İstanbul temalı minyatürümü hediye etti. Belki de oralardan bir şeyler yazılır bize.
Ne güzel bir hayal. Hocam şeref verdiniz. Teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
strong>Kısa Keselim Aydın Havası Olsun
Eskiden mi yanasınız, yeniden mi?
Geçmişimize eski değil, “biz” demeliyiz. İkisinin sentezinden yanayım.
Minyatürcü müsünüz, nakkaş mı?
Nakkaş daha heybetli geliyor ama babam “Minyatürcüyüz.” derdi.
Dünyaya bir cümle bırakmanız istense?
Sevin, sevilin.
Sizi en çok yoran şey?
Elhamdülillah Müslüman’ız, sıkıntımız şikâyetimiz yok.
Marifet iltifata tâbî midir?
Tabii, tâbîdir. 🙂