#

Doç. Dr. Halit Yerebakan, Aynı Sırayı Paylaşanlar’da!


Röp: Mustafa Furkan

Bu sayımızda herkesin yakından tanıdığı Kalp-Damar Cerrahı Doç. Dr. Halit Yerebakan’la beraberiz. İstanbul-New York arasında geçirdiği eğitim hayatından başlayarak alanında Türkiye’nin en genç doçenti olduğu başarı öyküsüne kulak verdik.

Hayat yolculuğunuza imam hatip sıralarının nasıl bir yansıması oldu?

Ben ilkokulu Amerika’da okudum. Ortaokulda Türkiye’ye geldiğimde o zamanın denklik sistemine göre her okul kendi denkliğini veriyordu. Amerika’dan geldiğim için Üsküdar Amerikan Koleji, Robert Koleji denklik vermişti. Hem uzağa gitmeyeyim, okulum eve yakın olsun hem alıştığım kültürde olayım diye ben ortaokulu Üsküdar Amerikan Lisesi’nde okumak istiyordum. Babam bir gün geldi, “Senin okulunu buldum; arkadaşlarımın, sevdiğim insanların çocukları da orada okuyor, seni Kartal Anadolu İmam-Hatip Lisesi’ne yazdıracağım.” dedi. “Anadolu imam hatip mi? O ne, ben imam olmayacağım ki!” falan diyordum,  şoklardaydım. Çünkü bilmiyordum, bugün anlamayan insanlar var ya, anlamayan insanlar cephesinden bakıyordum olaya.

İmam-Hatibe Gittiğimde, Sarıklı Cübbeli Gezeceğimi Düşünüyordum

Ailem ben daha ilkokula gitmeden, Latin alfabesini öğrenmeden önce, 5 yaşında Arap harfleri ile Kur’ân-ı Kerîm okumamın eğitimini sağlamış. Türkçe okumaya ilkokulda başladım. Çocukluğumdan beri sure ezberleyen birisi olduğum için Kur’ân-ı Kerîm ezberlerinde çok zorlanmadım. Meslek derslerinde hiç zorlanmadım. Aile kültürümüzde olan bir şey, evde dinî kitap okuyan insanlarız günün sonunda. Ama ben açıkçası çok farklı bir şey bekliyordum imam-hatibe gittiğimde, sarıklı cübbeli gezeceğimi düşünüyordum.

İmam-hatip sosyal çevrenizin oluşmasında nasıl bir rol oynadı?

Türkçeyi yarım yamalak konuşuyordum. Çocuklar okulda bana Amerikalı diye isim taktılar. Birinci hafta bahçedeyiz. Top sahasında otuz kişi sırtıma bindi, neymiş? Karambol dayağıymış. Ama ben bilmiyorum ki, neye uğradığımı şaşırdım. Düşünebiliyor musunuz, şiddete maruz kalmış Amerikalı bir genç çocuk?  Soluğu müdürün odasında aldım. Ama ben de çok muzurdum, sonra kafileye otomatikman dâhil oldum.

Sınıf Arkadaşlarımla Hâlâ Kardeş Gibiyim

Bizim zamanımızda samimiyetin perçinlenmiş hâli çok zirvedeydi. Ben orta birin ikinci döneminde dönem ortasında geldim okula. Sınıf arkadaşlarımla hâlâ kardeş gibiyim. Bugün birisiyle telefonda konuşayım, zannedersiniz ki adamla sabahleyin evden çıkarken ayrılmışım. Bıraktığımız yerden devam. Bize okulumuzun vermiş olduğu bir şey bu samimiyet. Bir de aramızda menfaat yok. Üniversite menfaat dünyası, üniversiteye insan niçin gider? Meslek sahibi olmak için… İnsan niçin meslek sahibi olur? Para kazanmak için… Üniversitenin mantalitesinde zaten para kazanma var, sen de o ideolojiyle gidiyorsun oraya. Ortaokuldaki arkadaşlıklarsa; sen bir adamla ibadet ediyorsan, seyahat ediyorsan, oturup yiyip içiyorsan, her şeyi paylaşıyorsan duygu paylaşıyorsun. Bu, bambaşka bir şey.

Hayatı Öğrendim Dersleri Öğrenmekten Ziyade

Nasıl bir öğrenciydiniz?

Lisedeyken çok haylaz bir öğrenciydim, durduğum yerde duramazdım. Bugün artık sıkça duyduğumuz hiperaktiflik ve dikkat eksikliği sendromu var ya acaba ben bunun tanı alamamışlarından bir tanesi miyim, diye düşünüyordum. Bir çocuk ve ergen psikiyatristi ile program yaptığımda programda kendimi bir örnek olarak sundum. Böyle bir gençliğim vardı, hiçbir yerde durmuyordum. Çok devamsızlık yapardım ama okulun dışına çıkmaz, okulun içinde devamsızlık yapardım. Sınıfta duramıyordum. Deneme sınavına girerdim, babam kapıya adam koyardı 3 saat o sırada oturmamı sağlamak için.

Çocuk-ergen psikiyatristine sorunca “Eğer o tanı sende olsaydı bugünkü başarına ulaşamamış olurdun çünkü onlar başaramıyorlar ve bu tanıyı başaramadıkları için koyuyoruz aslında.” dedi. Çok hareketli olan gençlere “Merak etmeyin, hepiniz hasta değilsiniz.” diyorum. Aileniz öyle düşünse bile girdiğin sınavda başarılı olabiliyorsan bu, dikkat eksikliği hastalığı olmadığını gösterir. Hareketli insan yani. Çok hareketliydim lisede, okuldaki bütün organizasyonların içinde bulunurdum.

Lise Hayatımda Güzel İnsanlar, Arkadaşlıklar Biriktirdim

Hayatım boyunca hep mühendis olmak; elektronik, bilgisayar üzerine çalışmak istediğimden okulun konferans salonunun rejisörüydüm. Sesleri, sunumları ben hazırlıyordum. Lise hayatımda güzel insanlar, arkadaşlıklar biriktirdim.  Çok ders çalışmayan bir adamdım, teorik olarak oldukça eksik kaldım, hayatı öğrendim dersleri öğrenmekten ziyade. Çok meraklıydım, hep kendimi farklı ve yeni bir şeyler öğrenmeye ittim. Üniversite sınavına hazırlanırken ders kitabının arasına otomobil dergileri koyardım. Otomobil merakım çok fazlaydı. Babam profesör olduğundan benim bir şekilde ders çalışmamı sağlamak için her türlü ortamı sağlamaya çalışırdı ama ben de bir şekilde o ortamdan uzaklaşmanın yollarını arardım. Bu anlamda doğru bir örnek değilim. Bu yüzden birçok şeyin eksikliğini yaşadım hayatım boyunca.

Günde 14 Saat Ders Çalışarak Üç Buçuk Ayda Üniversite Sınavını Kazandım

Mühendis olmak isterken doktor olmuşsunuz. Hedefte kararlı ve ısrarcı olmak mı yoksa şartlara göre esnek davranmak daha mı mantıklı?

İnsanın ilgi alanı geniş olmalı ama bir yola girdikten sonra da o yola kitlenmeli çünkü dikkat dağıldığı zaman enerji boşa gider. Hedefi doğru belirlemeniz ve o yolda ilerlemeniz için enerjinizi boşa harcamamanız gerekiyor. Hedefini belirlemiş kişilerin hayatta karşısına çıkan her fırsatı değerlendirmesi lazım.

Katsayı problemi bizim dönemimizde başladı, o yüzden son yıl geçiş yapmak zorunda kaldım, o geçiş sürecinde konsantre olamadık. Ben ilk yıl üniversiteyi kazanamadım, çalışmaya başladım. Grafik animasyoncu olmak istedim, iş bulamadım. Bir özel TV kanalında kameramanlıkta iş buldum. Kameraman asistanının asistanıydım. Sonra baktım ki bu iş hayat değil, sonu yok. Ders çalışmam ve okumam lazım. İkinci sene üniversite sınavına 3 ay kala karar verdim. Oturdum, üç buçuk ay günde 14 saat ders çalıştım. 8 saat uyudum 2 saat mola verdim. Günde 14 saat ders çalışarak üç buçuk ayda üniversite sınavını kazandım.

34 Yaşında Kalp Cerrahisinde Türkiye’nin En Genç Doçenti Oldum

Benim üniversite imtihanına girerken üniversiteye girmek dışında bir amacım yoktu. Babam mühendisti, ben de mühendis olacaktım. Babam “Zaten mühendis olacaksın da yazmadıydım deme, annen de istiyor, sen araya bir tane de tıp fakültesi yaz.” deyince 5. sıraya tıp yazdım, 9 tane de mühendislik tercihi yaptım. Sonuçlar bir açıklandı, tıp fakültesi geldi.

Üniversiteye girdim ve mesleğime üniversitede âşık oldum. Para ile girdiğim özel üniversiteyi başarı bursu ile (3.7 ortalama) bitirdim. Tıp fakültesi hayatımda kariyerimi belirlemiştim. Kalp cerrahı olacaktım. Çok istedim. Babam vazgeçirmeye çalıştı, kalp cerrahisi için teknikerlik dedi. “Genetikçi ol, temele in, üzerine moleküler biyoloji ve genetikte yüksek lisans yaparsın.” dedi. Dinlemedim. Belki yanlış bir karardı ama kararımı verdim, kararımdan dönmedim ve kararım nispetinde de çalışmaya devam ettiğim için hayatımda bu noktaya erkenden geldim. Bugün 34 yaşında kalp cerrahisinde Türkiye’nin en genç doçenti oldum. 32 yaşında olacaktım, engellendim. Belki Türkiye’nin en genç doçenti olacaktım, olmadı.  Öğrenciyken yaz tatillerinde bile çalışırdım. Cuma okul çıkışı dâhil tatile hiç gitmedim.  Çalışmak hani bu kadar önemli. Cuma okulum tatil olurdu, pazartesi staja giderdim. Yaz tatilinin son cuması stajdan çıkardım, pazartesi okula giderdim.  Hiç yaz tatili yapmadım, gönüllü staj yaptım.

İlk Görüşte Doktorluğa Âşık Oldum

Üniversitedeki öğrencilik yıllarınızı sorsak…

Tıp fakültesine başladığım ilk gün, liseden alışkanlık ilk hafta boş geçer zannediyoruz, sınıfa bir girdim Latince konuşmaya başladılar. “Ben okuyamam, cesaretim de yok nasılsa, babamın işlerinde falan çalışacağım.” dedim. Tıp fakültesine böyle başladım. Sonra okulun ikinci haftasında dekanımız geldi, “Herkes beyaz önlük alsın, erkekler kravat pantolon giyecekler, kızlar da saçlarını toplasınlar, makyaj ve oje yok, sizi hastaneye götüreceğim, Amerikan eğitim sistemiyle yetiştireceğim, hastane kokusunu ala ala büyüyeceksiniz.” dedi. Daha tıp fakültesi 1. Sınıftayız, bizi hastaneye götürdüler. Bir Cuma günü, hastanenin önünde indik. “Şimdi önlüklerinizi giyebilirsiniz.” dediler. Önlüğümü giydiğim an üzerime manevi bir hava geldi, dünyam şaştı. İlk görüşte aşk diyorlar ya, ben ilk görüşte doktorluğa âşık oldum.  O ikinci hafta bir çalışmaya başladım, kendimi tanıyamıyorum. Sınavlardan hep tam puan alıyorum.  Tıbbi biyoloji, genetik, tıbbi fizyoloji, anatomi… İnsan mekanizmasını öğrenmek nasıl bir şey Yarabbi, fizyoloji aşığıyım resmen. Okuyorum, okuyorum, okuyorum, öğreniyorum, yazıyorum, çiziyorum, internete giriyorum böyle bir acayip bir dünyaya girmiş oldum kendimce.

Bugün Dünyaya Bir Milyon Kere Daha Gelsem Doktor Olurum

Üniversite hayatım da oldukça hareketli geçti. Onda da devamsızlık problemiyle geçirdim, derste çok fazla oturamazdım. Ameliyatlara kaçardım sürekli. Üniversite 1. sınıfta kalp cerrahı olmaya karar verdim. Normalde insanlar tıp fakültesini bitirmeye yakın veya bitirdiklerinde karar verirler ne yapmak istediklerine. Ben girdiğim üçüncü ayda karar verdim. Dolayısıyla hedefimi erken çizmenin kolaylığı oldu. Yaşça büyük arkadaşlarım hep beni eleştirdi, demediklerini bırakmadılar. Ama ben hiç yılmadım. Kimsenin demotivasyonuna gelmedim hayatım boyunca. Tam da isabet oldu, bugün dünyaya bir milyon kere daha gelsem doktor olurum, kalp damar cerrahı olurum. Üniversitede de sürekli ameliyatlara giderdim. Hatta Canan Karatay benim dâhiliye hocamdı. Canan Hoca bana kızardı sürekli ameliyatta ne var, teknisyenlik diye.  Derse girmeyip ameliyata gidince de adımı “büyük cerrah” koymuştu.

Tüm yazlarınızı staj yaparak geçirmişsiniz, ülkemizde yeni yeni yaygınlaşan staj kültürünün size nasıl katkıları oldu? Eğitim mutlaka staj ile desteklenmeli mi? Mehmet Öz ile staj anılarınızdan bahseder misiniz?

Staj çok önemli, okul insana her şeyi vermez. Hele ki usta-çırak ilişkisi ile öğrenilen bu ilim, kitaptan öğrenilmez. Ne kadar hastanın, hocanın yanında vakit geçirirsen o kadar öğrenirsin. Dolayısıyla tıpta çok okuyan değil çok gezen bilir. Ama hiç okumayan değil, okurken gezen bilir. Okumazsan gene boş. Temelini sağlam kuramazsın. Hayata dokunacaksın. İğne yapmayı bilmeden tıp fakültesinden mezun olan doktor var Türkiye’de.  Kabul edilecek bir şey değil. İğne yapmayı, tansiyon aleti kullanmayı, mikroskopa bakmayı bilmeden doktor olabilir mi bir insan?

2. sınıfın sonuna geldiğimde “Mehmet Öz’ün yanına gideceğim; O, Amerika’da çok büyük kalp cerrahı.” dedim. Daha Mehmet Öz tanınmıyor, biz de internetten takip ediyoruz. Yaz stajı için Mehmet Öz’e mail attım. Bana “Başvuru alan ben değilim, ilgili departmana mail at.” dedi, kestirip attı. Oysa ben Türk’üm, gelmek istiyorum, diyorum. Hani bizde imam-hatipliler arasında yakınlık var ya, öyle bir destek bekliyorum. Sonra üniversiteye başvurdum, dosyamı gönderdim, baktılar çok istekliyim, kabul ettiler. Yazın gittim Amerika’ya.

Çalışmadan Hiçbir Noktaya Gelinebileceğine İnanmıyorum

Mehmet Öz kapıdan giriyor, çıkıyor. Ben içeri giremiyorum, sokmuyorlar beni. Bir gün geçti, iki gün geçti olmadı. Adamla konuşamadım, dördüncü gün mail attım. “Ben Amerika’ya sizin için geldim, eğer benimle görüşmeyecekseniz ben tatilimi yapıp dönüyorum.” diye rest çektim. İki saat sonra mail attı. “Ertesi sabah odama bekliyorum saat 7’de.” dedi. Yaz tatilinde 7’de kalkıp o hastaneye gittim ya, bana çok koymuştur bu. New York sokaklarında, metroya bindim fareler eşliğinde. Adamın odasına girdim, çıkmak üzere. Altı buçukta geliyormuş hastaneye. İnsanlar tesadüfen bir yere gelmiyorlar. Adam altı buçuk-yedi arasında e-maillerine bakıyor, yedi ile yedi buçuk arası toplantıya giriyor, yedi buçukta ameliyata giriyor. Sistemi var. Mehmet abiden insanlarla konuşmayı, iletişimi, nezaketi, güler yüzlü olmayı ve daha birçok şeyi  öğrendim.

Bir röportajınızda başarınızda en önemli etkenin çok çalışmanız olduğunu vurgulamışsınız. Çalışmak çok önemli ama yeterli mi?

Öncelikle çalışmaya vurgu yapacaksak ben lise hayatımda çalışkan bir öğrenci değildim. O konuda örnek olarak yanlış yönlendirmiş olmayayım. Ama çalışmadan hiçbir noktaya gelinebileceğine inanmıyorum. Çünkü Allah Teâlâ diyor ki “Ben çalışana veririm.” “Ben Müslüman’a veririm, ben Hristiyan’a vermem.” demiyor. Dolayısıyla bir şeyde başarılı olmak istiyorsanız evet çok çalışacaksınız ama yalnızca çok çalışkan olmanın da insana hiçbir faydası yok.

İnsan, hayatında öncelikle hedefini koyacak; ne istediğini net olarak yazacak, karşısına asacak. Bunu yapmak istiyorum, diye karşısına koyacak bir amacı olacak. Hayatta ancak bir amaç uğruna çalışan başarılı olur. Yoksa 24 saat ders çalış ne olacak? Bugün okul birincileri nerelerde? Amaçsız ders çalışan insan ne olur?

Hayattaki Başarının 1’i Çalışmak, Arkasındaki Her Bir Sıfır da Amaçtır

Önce hedefini koyacak. Hedefini sevecek. Hedefine ulaşmanın yolunu kolaylaştıracak adımları belirleyecek. Bu adımları sevecek. Bu sevdiği adımlar üzerine çalışacak. Çalışmak beşinci maddede geliyor ama çalışma olmasa hepsi sıfır. Bunları yaptıktan sonra tevekkül edebilirsin, Allah Teâlâ’ya bırakabilirsin ama çalışmadan tevekkül edemezsin. Kimse oturduğun yerde gelip seni doktor yapmıyor. Kimse oturduğun yerde gelip seni kalp cerrahı yapmıyor. Çok çalışarak belki üniversite imtihanında yüksek puan alabilirsin ama üniversitede nereye gideceğini de belirleyecek olan yine senin amaçların, yine senin hedeflerin, yine senin dünyadaki planların oluyor.

Vehbi Koç’un bir lafı var: “Hayatta çok sıfırlı kazanabilirsin ama başına 1 koyarsan o sıfırların değeri vardır, o 1 de sağlıktır.” Hayattaki başarının da 1’i çalışmak, arkasındaki her bir sıfır da amaçtır.

Mutsuz İnsan, Boş Vakti Olan İnsandır. Benim Üzülecek Kadar Vaktim Yok

Muhakkak ki meslek hayatınızda ameliyathaneden TV stüdyolarına, yeri geldiğinde konferans salonlarına çok yoğun bir tempo içerisindesiniz. Bu temponun içinde yorgun kalmamayı, tabiri caizse etrafınıza neşe saçmayı nasıl başarıyorsunuz?

Mutsuz insan boş vakti olan insandır. Benim üzülecek kadar vaktim yok. Tek gözyaşı döktüğüm yer, hastalarımla alakalıdır. Evde elbette çocuğum hastalanırsa üzülürüm; eşimin, anamın, babamın başına bir şey gelirse üzülürüm ama hepsi hastam zaten. Onun dışında dedikoduymuş, o senin arkandan bunu demiş, bunlar boş adamların işleri. Bir adamın bunlara ayıracak kadar vakti varsa zaten yeteri kadar üretmiyordur o. Onunla başarıyı konuşmaya gerek yok. Mesela bu konuşmayı röportaj yaptınız, okuyacaklar. Bu röportajı ben bundan ne öğrenebilirim manasıyla okuyorlarsa olur ama onun dışında bir insanın boş vakti olmaması lazım. Allah sorar.

Başarılarıyla Özgürlüğünü Satın Almış Bir Adamım

Doktorluk size ne kazandırdı?

Başarılarıyla özgürlüğünü satın almış bir adamım.  Kendimi böyle tarif ediyorum.  Ortaokulda, lisede bizim gibi muhafazakâr ailelerin çocukları biraz daha net sınırlar içerisindedir. Zanneder ki bu hep onun kötülüğü için yapılmış. Ama bugün o sınırları koyan aileme şükrediyorum, iyi ki konsantrasyonum dağılmamış diye.  Ve başarılarımla bu dünyada her dilediğimi yapabilme özgürlüğünü satın aldım.  Ama 30 sene yapmayınca özgür olunca da sapıtmıyorsun, o konuda temelimiz sağlam atılmış.

Mesleğinizin manevi dünyanıza katkıları oldu mu?

İnanıyoruz, müminin mümine olan duasına inanıyoruz. Ben attığım adımda başıma bir şey gelecek diye korkmuyorum çünkü bugüne kadar hiçbir hastama kötülük etmedim. Her hastama en iyisini yapmaya çalıştım, elimden geleni değil. Ben yapamıyor muyum, tuttum en iyisini getirdim. Hastalarımın ellerini tuttum, dertlerini dinledim, motive ettim, hastalarımla ilgilendim ve karşılığında parayla dahi alınamayacak bir şey aldım: Dua.

KISA KESELİM AYDIN HAVASI OLSUN

(Görülüyor ki doktor bey kısa kesemedi 🙂 )

Kalbe dokunmak nasıl bir his?

Yürek gidip kasaptan alınabilir bir et parçasıdır, içine sevgiyi koyarsan kalp olur. İnanan Müslümanlar için söylüyorum ki kalp de Allah’ın nazar ettiği yerdir.  Ona dokunmak bizim haddimize değil, biz yüreği ameliyat ediyoruz. Dolayısıyla dokunurken tek hissettiğim şey, aldığım risk.

Beden ülkesinde padişah kim? Kalp mi beyin mi?  

Tabi ki beyin ama padişaha hayat veren bir kraliçe varsa o da kalptir.

Şapka çıkardığınız organ hangisi? Size “vay be” dedirten?

İnsan bedeninde kendi kendine çalışabilen tek organdır kalp. Aynı zamanda çalıştığını net sebep sonuçları ile görebildiğimiz iki organdan biri.

Süper kahramanınız kim?

Hayata çok süper kahraman var: Doktor olarak hocam Mehmet Öz, insan olarak babam her yönüyle örnek aldığım insanlar. İnsana olan hitabeti ve samimiyetiyle Cumhurbaşkanımız…

Neyi yanlış yaptınız?

Tercih yapılmıştır. Yanlış tercih olmaz.  Cenabı Allah sana onu nasip etmiştir, sen takdire uymuşsundur. İnsanların olacakları bellidir, yürüdükleri yolları kendileri çizerler. Kaderimiz, alın yazımız bellidir. Sen kalp cerrahı olacaksın. Nasıl olacaksın, o da senin kendi hayatında koyduğun çizgidir. Dolayısıyla kendimi yanlış bir yola düşmüş gibi hiç düşünmedim. İmam-hatibe gitmek istemedim, gittim mutlu oldum. Tıp fakültesine gitmek istemedim, gittim mutlu oldum.  Ancak, bir eksiklik olarak gençlik yıllarımda daha temel bilgi sahibi olabilirdim, şu an mesela yazı yazmam gerekiyor sıklıkla. Ama iyi bir Türkçe bilgim yok.

24 saat neye yetmiyor?

Akşam saat 19.27’de kahvaltı yaptım bugün.

İnsanlar neyi anlasa dünya iyi bir yer olurdu?

İnsanlar birbirlerini kırmalarının son derece manasız olduğunu anlasalar… Esas zenginlik sağlıktır. İnsan hayatı pamuk ipliğine bağlı.

Hangi çizgi filmde yaşamak isterdiniz?

Minions