Dehalar Nasıl Çalışır?
“Bana bir dayanak noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım.” Böyle diyor Arşimet. Yaşıtlarının çelik-çomak oynadığı zamanlarda, karşılaştığı herhangi bir bilimsel gerçeği “Günlük hayatta ne işime yarayacak?” diyerek elinin tersi ile itmiyor. Gördüğü sığ bir su birikintisine kendisi sığ bakmıyor. Suyun hikâyesini, gücünü, insanlığa katkısını merak ediyor. Yine o ilk cümleye gelirsek bir dayanak noktası arıyor ömrü boyunca. Dünyayı yerinden oynatamayacak da olsa dayandığı yerin sağlamlığına güvenip önüne daha rahat bakmak istiyor. Buluyor mu? Bir nebze… Ama güzel arıyor. Milattan önce içinde bulunduğu o arayış, kendisini bugün de anmamızı sağlıyor.
Günümüzün mottosu “En kısa yoldan en uzun köşeyi nasıl dönerim?” sorusundan ibaret olsa da hayret ve gayret diye iki ifade var ıskalanmaması gereken. Yola çıkan ve belli bir mesafe alan herkesin baş üstünde tuttuğu iki şey: Hayret ve gayret. Bu çağ, herkes gibi olmaktan rahatsız olmayan her insandan alabilmiş bu kavramları. Herkes gibiysen hayrete ve gayrete ihtiyacın yoktur. Ancak kendin olmak istiyorsan bu çağdan ve herkesin aldandığı furyalardan biraz sıyrılman gerekebilir.
Bir şeyleri başarmak için en doğru yol, her zaman en kestirme yol değildir. Çoğu zaman hedefe varmak için yorulmak, yıpranmak, düşüp kalkmak gerekebiliyor. İnsanlık tarihine yön veren birçok şahsiyetin hayatına bakalım. Ardındaki o amansız emeği, sağlam bir birikimi ve cesareti; bunların arka planında ise sıkı bir inanç, tadında bir heyecan ve dinmeyen bir merakın olduğunu görmemek mümkün değil. Böyle şahsiyetler her zaman bir meşale gibi önümüzü aydınlatacaktır.
Prof. Dr. Fuad Sezgin
Dünya bilimler tarihinde İslam biliminin oynadığı rolü gün yüzüne çıkartan otorite bir isim merhum Fuad Sezgin. Daha 36 yaşında kendi memleketinde zararlı profesörler listesine adı yazılarak yurt dışına çıkması için baskı yapılıyor. Yıllar sonra bu hadiseye tepkisi yalnız şu oluyor: “Kızgınlık duymuyorum. Memleketime, yine ne vermek mümkünse onu vermeye çalışıyorum.”
Fuad Sezgin, dünyanın neresinde olursa olsun, “İslam Bilim Tarihi” adına; fizik, kimya, biyoloji, hayvancılık, veterinerlik, ziraat, tıp, astronomi, coğrafya gibi bütün bilim dallarına ait bir eser veya orijinal bir aletin varlığını duyunca; bir dedektif gibi, o eserin peşine düşen, hiçbir masraftan çekinmeden, gerekirse özel uçakla oraya giden, o kitabın değeri ne olursa olsun alan ve bulduğu eseri hemen incelemeye başlayan bir değerli insan. İğneyle kuyu kazar gibi hazırladığı ciltlerce eseri, bugün İslam Bilim Tarihi adına yapılan en kapsamlı çalışma. Böyle bir çalışmanın arka planına baktığımızda nasıl bir gayret var, Fuad Sezgin’den dinleyelim:
“Hocam bir gün bana sordu: ‘Kaç saat çalışıyorsunuz?’ Ben, ‘Günde 13-14 saat çalışıyorum.’ dedim. ‘Ne?’ dedi. ‘Bu tempoyla bir bilim adamı olamazsınız. Eğer bilim adamı olmak istiyorsanız bunu çok daha artırmalısınız.’ O, günde 24 saat çalışırdı. Günler uzun olsaydı daha çok çalışacaktı. Ben ondan sonra çalışmamı, 17 saate çıkardım. Bu, 70 yaşıma girinceye kadar devam etti. 70 yaşımdan sonra, çalışmamı bir-iki saat azalttım. Aşağı yukarı, 13-14 saat çalışmaya gayret ediyordum.”
Stephen Hawking
“Bir erken ölüm olasılığı ile karşı karşıya olduğunuzda hayatın yaşanmaya değer olduğunu ve yapmak istediğiniz birçok şey bulunduğunu kavrarsınız.” Böyle yazıyor Kara Delikler ve Bebek Evrenler kitabının ilk sayfalarında Stephen Hawking. Daha genç yaşlarda ölümcül ALS hastalığına yakalanan ama hastalığını bir bahane olarak görmeyip ondan güç alarak son dönemin en önemli bilim adamlarından biri olmayı başaran bir şahsiyet. “Benim amacım çok basit. Evreni bütünüyle anlamak. Neden var olduğunu…” derken olağanüstü bir hadiseden bahsetmiyor. Aksine Kur’ân-ı Kerîm’de sık sık tekrar eden tefekkür ayetlerinin bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor onun amacı.
Beşikten mezara kadar bizim gibi yaşayan insanlardan bahsediyoruz. Hawking, çocukluk yıllarında ailesinin yaşadığı maddi sıkıntılardan, ev taşımalardan ya da olağan şeylerden bahsediyor hayatını anlatırken. Giydiği, yiyip içtiği şeylerde bir olağanüstülük de yok. Sadece onun kafaya taktığı, odaklandığı, üzerine gittiği şeyler biraz daha farklı. Lise yıllarına dair şöyle söylüyor:
“Altı-yedi yakın arkadaşım vardı, bunların çoğu ile hâlâ bağlantıdayım. Radyo kontrolünden dine, parapsikolojiden fiziğe kadar hemen hemen her şeyi kapsayan uzun tartışmalarımız oluyordu. Konuştuğumuz şeylerden biri evrenin kökeni, kurulması ve işlemesi için bir Tanrı’ya gerek olup olmadığı idi. Uzak galaksilerden gelen ışığın spektrumun kırmızı ucuna doğru kaymış olduğunu ve bunun evrenin genişlemekte olduğunu gösterdiğinin kabul edildiğini duymuştum. (Mavi uca doğru bir kayma, büzülmekte olduğu anlamına gelecekti.) Fakat kırmızıya kaymanın bir başka nedeni olması gerektiğine emindim. Belki ışık bize gelirken yoruluyor ve kırmızılaşıyordu. Esas olarak değişmeyen ve sonsuza kadar süren bir evren bana çok daha fazla doğal görünüyordu. Ancak iki yıllık doktora araştırmasından sonra yanıldığımı kavradım: Evren genişlemektedir.”
Cambridge’de lisans öğrencilerine denetmenlik yaptığını ve derste onlardan bir hafta ilerde olduğunu söylüyor Hawking. Bunu hayatın bir adım önünde yürümek olarak görüyor.
Hastalığının ilerleyen safhalarında artık yatağa mahkum oluyor, konuşma yetisini bile kaybediyor ancak bunlar onun için bir dezavantaj olmaktan öte avantaja dönüşüyor. Çünkü bilime ve insanlığa dair bir umudu ve heyecanı var. Ne olursa olsun bunu kaybetmiyor.
Evrene dair birçok konuda çağımızı aydınlatan tezler öne süren Hawking, tekerlekli sandalyede, konuşma yetisi olmayan bir şekilde konferans veriyor insanlara. Çünkü bir derdi var. Evreni anlamak, anladığını anlatmak.
Birçok dehanın kendini nasıl yetiştirdiğini merak etmek bile insanı heyecanlandıran, yetiştiren, yola düşüren bir hadise. İnsanların üşengeçliğiyle övündüğü çağda, kolay yoldan, emeksiz, bedeli ödenmemiş başarıların ön planda olduğu günümüzde herkes gibi olmayı istememek kibir değil ayrıcalıktır. Bahaneler medeniyeti kurmak da bizim tercihimiz; derdimizi, merakımızı ve gayretimizi yitirmeden yola koyulmak, sabırla yürümeye devam etmek de. Şöyle söylüyor Isaac Newton:
“Eğer işe yarar bir şey bulduysam sabrım sayesindedir.” Madem öyle, Allah sabır versin 🙂
Yunus Emre Avşar