#

SINIRLARIN YOKSA SEN de YOKSUN

Çocukluğumuzdan itibaren hep daha fazla şeye sahip olmamızın iyi bir şey olduğu öğretildi bize. Daha çok çalışmalı, daha çok kazanmalı, daha çok sosyalleşmeli, hep daha çok şeye sahip olmalıydık.

Ailemiz, arkadaşlarımız, toplum, reklamlar… Hepsi ağız birliği etmişti bu konuda sanki. Mesela “Hep daha fazlasını iste!” diyordu reklamlar. Fazlasını istedik, elde ettik ama mutlu olduk mu? “İndirim” dediler, “Böyle fırsat kaçmaz!” dediler, kaçırırsak enayi oluruz diye koştuk aldık. Ve sonra bir köşede etiketiyle unuttuk. Fırsatı yakalamış mı olduk? “Beleş nasılsa, at cebe!” dediler, eşantiyon ne varsa doldurduk eve. İşimize yaradı mı? “Lazım olur, dursun.” dediler, ne bulduysak topladık. Lazım oldu mu?

Sanki dijital bir oyunun içindeydik de ve önümüze çıkan her puanı toplamamız gerekiyordu. Peki, hayatın puan biriktirme yarışı olduğu da nereden çıktı?

Atasözü denince pek çoğumuzun aklına “Sakla samanı, gelir zamanı.” geliyor. İlkokuldayken bilinçaltımıza nakış nakış işlediler. Çünkü savaş görmüş bir halkın torunlarıydık. Böylece birkaç nesil, varlık içinde yokluk bilinciyle yetişti ve istifçi oldu, çıktı. Peki, o samanların zamanı geldi mi? Birkaç parça hariç gelmedi. (Zamanı gelen o 3-5 parçayı da yıllarca oradan oraya taşıdığımızı düşünürsek saklamakla çektiğimiz eziyete değmediği aşikar.) Lazım olmuyor, kullanılmıyor, işe yaramıyor, mutlu etmiyor… Demek ki birileri bizi kandırıyor, oyalıyor ya da kendi inançlarını transfer ediyorlar.

Hani Benim Gençliğim Nerede?

Sadece eşya değil, arkadaş da yapıyoruz. Sosyal medyayla beraber bu istifçiliğimizi katmerledik. Ve bunların niteliğiyle pek ilgilenmedik. “Biri beni eklemiş, hadi ben de onu ekleyeyim madem.” Neden? E, ayıp olmasın… Davet edilen her yere gittik. Neden? E, ayıp olmasın… Ailem, hocalarım filanca bölümü okumamı söylediler diye yazdım. Neden? E, üzülmesinler… Bilgi istifçiliğine ne demeli? “Şu yazıyı da okuyayım, bu videoyu da izleyeyim, aaa bu neymiş buna da bakayım, çok satan bir kitapmış alayım…” derken beynimiz yandı. Zihnimizi abur cubur bilgilerle doldururken zamanımızı bol keseden harcadık.

Tüm bunların sonunda ne oldu? Evimiz, odamız, dolabımız, telefonumuz, takip listelerimiz, hayatımız, zihnimiz bizimle hiç alakası olmayan şeylerle doldu. Hani bizim hayatımız? Bizim hedeflerimiz, hayallerimiz, niyetlerimiz hani? Ahmet Kaya’nın şarkısındaki gibi “Hani benim sevincim nerede?” Biz kimiz? Biz artık kimse değiliz. Sınırlarımız ihlal edildi, hayatımız çöplüğe döndü. Çünkü biz sınırlarımızı belli etmedik. Bu böyle devam ederse ileride “Hani benim gençliğim nerede?” demek kaçınılmaz.

Hücre zarı olmayan bir hücre hayal edebilir misin? Sınırları olmayan bir ülke? Peki ya duvarları olmayan bir kasa?

Bil ki, sınırların yoksa sen de yoksun. Sınırları olmayana kimse değer vermez fark ettiysen, saygı görmez bu insanlar. Şahsiyetleri gelişmez. Her şeye evet diyen, herkesi memnun etmeye çalışan, herkesten sevgi dilenen insanlara dönüşürler. Fedakârlık yaparlar hep. Başkaları için kendilerini FEDA ederek KÂR elde etmeye çalışırlar ama ihmal edilen hep onlar olur. Böyle bir geleceği kendine yakıştırıyor musun? Cevabın hayır ise çemberi kırmak istiyorsan birkaç ipucum var senin için:

Her şey hayatındaki eşyaları sorgulamakla başlıyor. Nereden geldi ve neden senin hayatındalar? Geleceğe kalmalılar mı yoksa geçmişe mi aitler? Sen istediğin için mi oradalar yoksa annen, baban, arkadaşın, dayın, halan istediği için mi? Eşyalarına bakınca senin hayatının ne kadarı sana ait, anlayacaksın.

Ben danışmanlık yapıyorum. İnsanların yaşam alanlarına gidip eşyalarını elemelerine, sadeleşmelerine, fazlalıklardan arınarak hafiflemelerine yardım ediyorum. Danışanlarımın eşyalarını elerken sıklıkla gördüğüm şey, “anne üzülmesin diye” evde tutulan eşyalar… Bir anne gardırobun içindeki örtüye kadar müdahale ediyorsa o insanın hayatında daha nelere müdahale etmiyordur ki! Bunu kötü niyetinden mi yapıyor peki? Elbette hayır. Aşırı doz şefkatten 🙂 “Sen bilmezsin, buraya bu serilir, olmaz! O bölümü okuyan aç geziyor, valla iş miş bulamazsın, kalırsın ortada! Sen beni dinle, burayı yaz. Ne işin var yaban elin memleketinde? Evlenince gezersin! Bunları okuyacaksın da ne olacak? O kursa gideceksin de ne değişecek sanki?”

Pek çok toplum gibi bizim toplumumuzda da ebeveynlerin gözünde evlatları hep çocuktur –özellikle de annelerin. Hep çocuk kalıyorlarsa haliyle hep müdahale ve korunmaya ihtiyaçları var demektir. Bu yüzden ölünceye dek müdahale etmeleri gerektiğini sanabilirler. Bu gerçekten böyle midir? Elbette hayır. İnsan, 3 yaş itibariyle yavaş yavaş sorumluluklarını almaya başlar. Fakat ona sorumluluk yüklenmezse ve almasına da izin verilmezse, “yapamazsın, edemezsin” denilirse 33 yaşına geldiğinde hâlâ çocuk olarak kalacaktır ve sınırları olmayacaktır. Çocuk kalmak sağlıklı bir şey değildir. İnsan yetişkin olmalı, tekamül etmelidir. Bunun için de zorluklar yaşamalı, kendi kararlarını vermeli, hata yapınca sonuçlarına katlanmalı ve kalkıp yola devam etmeyi öğrenmelidir. Yani kendi hayat tarlasının sınırları olmalı ve kendi ne istiyorsa onu ekmelidir.

Peki anne-babalar evlatlarının sınırları olması gerektiğinin farkında değillerse ne olacak? Evlat bunun farkında olacak ve kendi sınırlarını kendi çizecek. Bu da eşyaya hayır diyebilmek, her gördüğünü almamak, parayı idare edebilmek, kendi sorumluluğunu üstlenebilmek, ne istediğini bilmek ve sağlıklı bir iletişim kurarak kendini ifade etmekle başlıyor.

Herkesin Hayaline Kimse Karışamaz

Birileri sana durmadan “böyle giyinmelisin, bunu takmalısın, şu parfümü kullanmalısın, şöyle bedene sahip olmalısın, şu makyajı yapmalısın, şu bölümü okumalısın, şu sınava çalışmalısın, şu mesleği seçmelisin, şöyle biriyle evlenmelisin, şu kadar çocuk yapmalısın…” diyecek dostum. Bil ki bu “-malısın, -melisin”ler hiç bitmeyecek. Yani “El Âlem Örgütü” hiç susmayacak. Ve sen elini verirsen kolunu kaptıracaksın. Oysa sen ne modanın kulu-kölesisin, ne ailenin ne de akrabanın. Herkesin kendi hayat tarlası var. Herkes kendi tarlasını ekmekle mükellef. Senin tarlana ne ekeceğine karar vermek yerine, onlar da kendi tarlalarını ekmekle meşgul olabilirler. Onlar senden, sen de onlardan sorumlu değilsin. Herkesin hayaline kimse karışamaz. 🙂

Artık herkese teşekkür et sevgili dostum. Anlayanlara kırıp dökmeden, güzel bir üslupla kendini ifade ederek sınır çiz. Anlamayan ve konuşmaya devam edip kafanı karıştıranlara sınır çizmek için ise kulaklığını takabilirsin. Kendi yüreğindeki şarkıya kulak verirsen yolunda yürümeye başlayabilirsin. Kimseyi suçlamayacağın –çünkü kendi çabalarınla tırmanacağın– mutlu bir hayat seni bekliyor olacak. Yola çık, yol açık.

Zeynep Yörük