SÖZ OLA…
Söz…
Manasıyla ayrı, ahengi ve tınısıyla apayrı etkileri olan bir garip varlık. Sözün küçüğüne kulaklarımız epey alıştığı için, büyüğünü anmak, anlamaya çalışmak belki bize daha iyi gelecektir. Peki nedir sözün büyüğü? Nasıl söylenir?
Derler ki “Sözün büyüğü, büyüklerin sözüdür.” Büyük kelâm. Yine denir ki “Sözün büyüğü, büyüklenmeden söylenendir.” Bu da bir güzel ölçü.
“Öyle bir söz söyle ki bin yıl da geçse tazeliğini yitirmesin; zamanın, mekânın ötesine geçsin, işitenler ona hep aşinalık hissetsin.” gibi bir teklifin muhatabı olsak cevabımız istemsiz bir öksürük olurdu muhtemelen, o da tarihe geçmezdi zaten. Belki sözün büyüğünü söylemeye yüreğimizin mecali yetmez ama güzel söyleyene kulak vermekten de aciz olmasak gerek.
Bu topraklarda sözün büyüklüğünden, mana ve ahenkten bahsedeceksek sarsılmaz bir otorite olan Yunus Emre’yi, onun muhteşem macerasını ve ipe inci dizer gibi söylediği o hikmetli şiirlerini dile getirmezsek sözün bir yanı eksik kalır.
Ömrü, yaşadığı âlemi, bu âlemin birinci muhatabı olan insanı ve belki biraz ötesini anlamaya çalışmakla geçmiş olan Yunus bir şiirinde “Söz ola kese savaşı/Söz ola kestire başı/Söz ola ağılı (zehirli) aşı/Bal ile yağ ede bir söz.” diyor. Aynı şiirin bir diğer mısrası da şöyle: “Bu cihan cehennemini/Sekiz uçmağ (cennet) ede bir söz.” Cihan cehennemini, cennete çevirecek o sözün (kelime-i tevhid) sırrı bir mısra ile ifşa edilmiş oluyor. Bu, hikmettir. Hafızayı biraz zorladığımızda hatırımıza gelecek olan bu mısralar bir ölçüden bahsediyor, birçok mesaj veriyor. Ama nasıl bir üsluptur ki nasihatten pek hazzetmeyen insana bu nasihat bal ile yağ gibi gelebiliyor? Hem sözün büyüklüğünden bahsedip hem de büyük söz söyleyebilmek… Yunus’u “Koca Yunus” yapan bir sır da bu olsa gerek.
“İçi güzel olanın işi de güzel olur.” derler, sözü de öyle. “Gönül neyi sever ise/Dil onu şerh etse gerek.” diyor Yunus. Bir başka şiirinde “Dış yüzüne o sızar/İçinde ne var ise.” buyuruyor. İç ve dış; kalp ve dil. Bu iki unsurun birlikteliğini sağlamak, zaten başlı başına bir sanat. İnsanı yücelten, sözü tesirini büyüten bir sanat… Bu beyitler bir bakıma “Sözün büyüğü nedir?” sorusunun cevabıdır. “Nasıl söylenir?” sorusu da şöyle karşılık buluyor: “Söz aslını anlamayan/Sanır bu söz benden gelir.” İnsanın öz yurdu, sözün de membaıdır. İşitilen bir hakikatse, bir güzellikse; söyleyenden ziyade söyletende aramaya sevk ediyor şair. Sözü kendi söylemiş olsa da söyleten ile işitenin arasından çekiliyor. O büyüklenmedikçe sözleri büyüyor büyüyor, bin yıl sonra bile gönüllere ulaşmaya devam ediyor, o ilk günkü tazeliğiyle.
Sözün büyüklüğü, söyleyenin derinliği kadar dinleyenin aşkı da mühim. Bir şiirinde “Aşksızlara benim sözüm/Benzer kaya yankısına/Bir zerre aşkı olmayan/Belli bilin yabandadır.” buyuruyor. Bunca sözün özeti bu beyit olsa gerek. Demek ki sözün de söyleyenin de büyüklüğü, Bizim Yunus’un dilinden ve kalbinden düşürmediği o aşkla ölçülüyor.
Ne diyelim, aşk olsun.
Yunus Emre Avşar