#

Beş Şehir-Üç Dil

Ahmet Hamdi  Tanpınar / Beş Şehir

En büyük meselemiz budur; mazi ile nerede ve nasıl bağlanacağız, hepimiz bir şuur ve benlik buhranının çocuklarıyız, hepimiz Hamlet’ten daha keskin bir “olmak veya olmamak” dâvası içinde yaşıyoruz. Onu benimsedikçe hayatımıza ve eserimize daha yakından sahip olacağız. Belki de sadece aramak ve bütün kapıları çalmak kâfidir.

 Çünkü bu daüssılanın kendisi başlı başına bir âlemdir. Onunla geçmiş hayatın en iyi izahını yapabiliriz; bu sessiz ney nağmesinde ölülerimiz en fazla bağlı olduğumuz yüzleriyle canlanırlar ve biraz da böyle olduğu için onun ışığında daha içli, daha kendimiz olan bir bugünü yaşamamız kabildir. Tabiat bir çerçeve, bir sahnedir. Bu hasret onu kendi aktörlerimizle ve havamızla doldurmamızı mümkün kılar. Fakat bu içki ne kadar lezzetli, tesirleri ne kadar derin olursa olsun, Türk cemiyetinin yeni bir hayatın eşiğinde olduğunu unutturamaz. Bizzat İstanbul’un kendisi de bu hayatın ve kendisine yeni kıymetler

yaratacak yeni zamanın peşinde sabırsızlanıyor. En iyisi, bırakalım hâtıralar içimizde konuşacakları saati kendiliklerinden seçsinler. Ancak bu cins uyanış anlarında geçmiş zamanın sesi bir keşif, bir ders, hulâsa günümüze eklenen bir şey olur. Bizim yapacağımız

yeni, müstahsil ve canlı bugünün rüzgârına kendimizi teslim etmektir.

O bizi güzelle iyinin, şuurla hülyanın el ele vereceği çalışkan ve mesut bir dünyaya götürecektir.

Three Cities

The most urgent problem for all of us is, where and how shall we relate to the past. We are all children of consciousness and identity crisis. We all live even more extremely than Hamlet with the pain “to be or not to be”. The more we embrace this common pain of us, the better we can own our lives and work. Perhaps it is just enough to search and knock on every door.

Perhaps nostalgia is a realm of its own and we can best explain the past with its help. In the silent melody of the ney, our dead come to life again with their faces we most bonded with and because this is the way it is, by its light we can live more deeply, more genuinely in the present. Nature is like a frame, it is a stage. Our nostalgic longing makes it possible for us to fill it with our own actors and atmosphere. But no matter how delicious the drink and how powerful its effects, it is important for us not to forget that Turkish society stands on the threshold of a new life. Istanbul itself waits eagerly for a new life and a new time that will create new values for itself.

It is best to leave memories inside of us to decide for themselves the time they want to talk. Only in such moments of awareness, the voice of the past become a moment of life lesson, a discovery- in short something that enriches our day. What we need to do is surrender to the winds of the lively, new and fertilizing present. They will carry us off to a world of hardworkingness and  happiness where beauty and goodness, consciousness and dreams, will go hand in hand.

ثلاث لغة

أكبر قضية لنا هي هذه: أين ومتى نرتبط بماضينا؟ كلنا أبناء لأزمة وعي وهوية.  كلنا نعيش في داخل قضية “أن تكون أو ألا تكون” بشكل أكثر صرامة من “حملة”. كلما تبنيناها سنمتلك حياة و أثرا من أقرب. ربما من الكافي أن يكون هناك مجرد بحث وقرع كل الأبواب.

لأن داء الصلة هذه عينه بوحده عالم نستطيع به بشرح أحسن للحياة الماضية.  في نغمة الناي الصامتة هذه يحيا موتانا بوجوههم التي نرتبط معها أكثر ارتباط. لذلك تحت ضوئه يمكن أن نعيش يوما بوعي أكثر ونكون فيه حقا لأنفسنا. والطبيعة بيئة ومشهد. ههذه الحسرة تمكمما من ملء فراغه بممثلينا وهوائنا. ولكن هذا الخمر مهما كان لذيذا ومهما كان تأثيره عميقا لا يستطيع أن ينسي أن المجتمع التركي على باب حياة جديدة. وإسطنبول بذاتها تتطلع إلى هذه الجياة والزمان الجديد الذي يجعل لها قيما جديدة. فالأفضل أن نترك. والذكريات تختار والذكريات تختار بأنفسها الأوقات التي تتكلم فيها بداخلنا لكن  في مثل هذا الجنس من أوان الاستيقاظ يصبح صوت الماضي كشفا ودرسا وفي الخلاصة يصبح شيء مزيدا في يومنا. والشيء الذي سنفعله نحن هو أن نستسلم لريح اليوم الجديد المستحصل الحي. هو سيأخذنا إلى عالم سيكون فيه الجيد والسيد يدا بيد والوعي و الحلم يدا بيد..