#

Devir Küçülme Devri! Degrowth

Esra Yaman[1]

Planlı “ekonomik büyümeme”, bir başka deyişle “küçülme” olarak dilimizde yerini alan Degrowth, büyüme temelli kapitalist ekonomi anlayışının yol açtığı sorunlara çözüm önerisi olarak sunuluyor ve iktisadi alanın yanı sıra politik, sosyal, toplumsal sorgulamalarla ön plana çıkıyor.

Tüketim ve üretimin benzersiz boyutlara ulaştığı günümüz dünyasının temelleri 18. yüzyıla dayanıyor. Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesi ile etkisi artan bu dönem aynı zamanda doğada görülen zararlı dönüşümün de başlangıç noktası kabul ediliyor. Üretim anlayışlarının değişmesi ve tüketimin kolaylaşıp hızlanması bazı problemleri beraberinde getiriyor. Ekosistemlerin biyolojik dengesinde yaşanan değişimler, azalan biyoçeşitlilik; küresel çaplı iklim krizinin başladığının sinyallerini uzun süredir veriyor. 1880 ve 2012 yılları arasında ortalama küresel sıcaklık 0,65 dereceden 1,06 dereceye yükselirken Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) verilerinde 2020 senesinde 2016 ve 2019’un ardından en sıcak yılın yaşandığı tespiti yapılıyor.[2] Global Carbon Project verilerine bakıldığında ise küresel ısınmada payı olan ülkelerin, üretim ve tüketimde öncü olan ülkeler olduğu görülüyor. Buna göre yüzde 24,6 pay ile ABD, yüzde 13,9 ile Çin, yüzde 6,8 ile Rusya ipin başını çekiyor.[3] Sera gazlarında yaşanan artışın ve doğada meydana gelen sorunların yanında aynı dönemden itibaren ülkeler arası eşitsizliğin arttığı ve birtakım sosyal problemlerin de yaşandığı görülüyor. Bu olumsuzlukların gitgide belirgin hale gelmesi ve hem insan emeğinin hem de doğaya ait unsurların uygunsuz koşullarda aşırı kullanımı sonucunda oluşan sömürünün farkına varılmasıyla 20. yüzyıla gelindiğinde, orijinal bir fikir ortaya atılıyor.

Planlı “ekonomik büyümeme”, bir başka deyişle “küçülme” olarak dilimizde yerini alan Degrowth, büyüme temelli kapitalist ekonomi anlayışının yol açtığı sorunlara çözüm önerisi olarak sunuluyor ve iktisadi alanın yanı sıra politik, sosyal, toplumsal sorgulamalarla ön plana çıkıyor. Bu sorgulamalardan en belirginini GSYİH (Gayrisafi Yurt İçi Hasıla) artışı ile gelişmişliği ve refah düzeyini ölçen sisteme karşı yapıyor. Bu noktada karşımıza iki temel sorunsal çıkarıyor. Birincisi, büyümenin insanlığa ve doğaya maliyetinin ne olduğu, ikincisi ise büyüme ile gelen kazancın gerçek manada bir kazanç olup olmadığı.

Degrowth savunucuları, büyüme temelli ekonomi anlayışının maliyetinin oldukça ağır olduğunu ve bu yaklaşımın sürdürülebilir dünya düzenine uygun olmadığını söylüyor. Tüketimi teşvik eden sistemin ekosisteme ciddi bir yük olmasının yanı sıra insanların beden ve ruh sağlığı söz konusu olduğunda maliyetinin büyük olduğunu vurguluyor. Ülkeleri ve dolayısıyla insanları yarış içine soktuğu benzetmesini yapmamızda bir sakınca olmayan bu sistem neticesinde çalışanlarda stres, tükenmişlik, uyku bozukluğu gibi sorunlar tetikleniyor. Dünya Sağlık Örgütü 1990 ile 2013 tarihleri arasında depresyon oranının yüzde 54 artış gösterdiğini belirtiyor.[4] Teorinin savunucuları, çözüm önerisi olarak gerçek kazancın ekonomik büyüme ile değil de genel mutluluk endeksi gibi verilerle ölçülmesinin daha sağlıklı olacağı kanaatinde bulunuyor. Bununla alakalı olarak inceleyebileceğimiz Easterlin Paradoksu’na göre gelir ne ölçüde büyükse mutluluk da o ölçüde büyük olur fikri her zaman geçerli olmayabilir. GSYİH ile refah ve mutluluk arasında sanılan derecede sıkı bir bağ mevcut değil ve bir müddet sonra maddi kazanım, tatmin olma hissi vermiyor. Bu noktada karşımıza Degrowth’un da önerdiği üretilen mal yerine sosyal yaşamın verimliliğini ölçme durumu çıkıyor. Ayrıca halihazırda kullanılan ölçme sistemi; gelir dağılımındaki eşitsizlik, işsizlik gibi kavramlara yeterince odaklanmadan gelişmeyi yalnızca büyüme rakamına endeksleyebiliyor.

Degrowth savunucularına göre ise fakirliği bitirmek için büyüme mutlaka gerekli görülmüyor. Buna bağlı olarak bu teoride temel prensibin Thorstein Veblen’in 19.yüzyılda bahsetmiş olduğu “Conspicuous Consumption”[5], yani “Gösterişçi Tüketim” i kısıtlamak veya sona erdirmek olduğu savunuluyor. Süregelen tüketim ve üretim kalıplarına ters olan bu akım, statü gösterme amacıyla yapılan harcamaları gereksiz görüp lüks tüketime karşı dururken temel ihtiyaçları kısıtlamıyor. Böylece tüketim azalsa dahi hayat kalitesinde düşüş yaşanmayacağını söylüyor. Bunun yanında Degrowth, bazı sosyal meselelere de çözüm üretme vaadinde bulunuyor. Adalete vurgu yaparken eşitsizliği azaltmayı hedefliyor ve demokratik mekanizmalara önem veriyor. Ön koşul olarak ise katılımcı demokrasiyi öneriyor. Sonuca baktığımızda Degrowth, orijinal formuyla decroissance, kalkınmada sosyal ve ekolojik sonuçların dikkate alınmasıyla oluşturulabilecek, maddi hırslardan uzak ve sürdürülebilir bir hayat tarzı için alternatif ve inovatif bir yöntem öneriyor.

OKU

İklim Değişikliği Hakkında:

https://tr.m.wikipedia.org/wiki/%C4%B0klim_de%C4%9Fi%C5%9Fikli%C4%9Fi

Gösterişçi Tüketim Hakkında: https://en.m.wikipedia.org/wiki/Conspicuous_consumption

ARAŞTIR

GCP: Global Carbon Project (2021)

https://www.globalcarbonproject.org/

İNCELE

World Economic Forum/ The Global Risks Report (2020) https://www3.weforum.org/docs/WEF_Global_Risk_Report_2020.pdf


[1] Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğrencisi.

[2] İklim değişikliği.

https://tr.m.wikipedia.org/wiki/%C4%B0klim_de%C4%9Fi%C5%9Fikli%C4%9Fi

[3] GCP: Global Carbon Project. (2021

https://www.globalcarbonproject.org/ 

[4] World Economic Forum. (2020)

https://www3.weforum.org/docs/WEF_Global_Risk_Report_2020.pdf

[5] Conspicuous consumption.

https://en.m.wikipedia.org/wiki/Conspicuous_consumption